İşe giriş çıkış saatlerinde bir plazanın önünden geçtiniz mi hiç?
Koca koca, camlı binalarda aslında pencereye de, güneşe de hasret çalışan ‘plaza çalışanlarının’ gerçek dünyasına hoş geldiniz!

Bir işyerini değil de sanki bir podyum ve podyumda boy gösteren mankenleri izleriz adeta. Şıklık yarışı bir yana, sanki dünyanın bütün dertlerinden arınmış, hiçbir sorunu yokmuş gibi görünürler gözümüze. Hele o koca koca camlı binalarda çalışmak... Oh ne güzel, deriz, bütün İstanbul ayaklarının altında, bir elleri gökte bir elleri yerde!..
Geçtiğimiz hafta sonu, ‘plaza çalışanları’ ile katıldığım bir etkinlikte, işin aslının öyle göründüğü gibi olmadığını öğrendim. Koca koca, camlı binalarda aslında pencereye de, güneşe de hasret çalışan ‘plaza çalışanlarının’ gerçek dünyasını kendilerinden dinleyelim:

KONFORLU KLİMA VE ASANSÖR SAVAŞLARI!
“Yaklaşık 13 yıldır, İstanbul’un en merkezi yerinde, kocaman camlı plazalarda çalışmaktayım. Çalıştığımız mekanlar gayet kaliteli, nitelikli malzemelerle donatılmış, ısısal konfor ve havalandırma klimalarla ve otomatik derecelerle ile sağlanan, çay ve kahvenin daima hazır olduğu konforlu alanlar.
Ancak gün boyu klimatik ortamda olduğumuzdan sık sık baş ağrısı, burun tıkanıklığı, uzun süreli oturarak çalışıldığından sırt, boyun ağrıları ile başbaşayız. Üstelik ofis ortamında devamlı bir ısı savaşı vardır. Kimisi üşür, kimisi terler, kimisi klima bana esiyor der, kimisi havasız der. Hatta bu tartışmalar üşüyen kişilere pekmez yemesi, içlik giymesi gibi tavsiyelere dönüşür:) Kadın çalışanların dolabında şal, hırka her daim yer alır.
Asansör kuyrukları hep zaman kaybıdır; bina içine girmek, binadan çıkmak veya bina içinde yer değiştirmek için asansörlerin önünde dakikalarca beklenir.
Masa altları ayakkabı kutuları ile doludur. Sabah servise, otobüse, metroya yetişme koşturmasından spor ya da düz taban ayakkabı giyilir, ofiste hemen boyalı, topuklu, şık ayakkabılara geçiş yapılır. Haftasonu ‘o’ ayakkabı hep gerekir, ama evde değil ofistedir.

ŞIK, BAKIMLI VE BORÇLU!
Yukarıda belirttiğim hem kadın hem erkek çalışanların maruz kaldığı genel problemler. Ben özellikle kadın çalışanların sorunlarını dile getirmek istiyorum. Kadınların özel olarak yaşadığı problemler, ister fabrikada ister plazada çalışsın her yerde aynı.
İş, ev, eş, çocuklar, arkadaşlar ve kendi istekleri arasında sıkışmış, ordan oraya koşturan, elinde ve kafasında devamlı yapılacaklar listesi olan kadınlar...
Plaza dünyasında kadınlar şık, bakımlı olmalıdır. Kıyafet, çanta, ayakkabı uyumu sağlanmalıdır. Saçlar fönlü, tırnaklar ojeli. Dış görünüşe önem vermeyen birey olsanız bile bir süre sonra mahalle baskısına yenik düşersiniz. Yavaş yavaş ucundan plaza dünyasındaki diğer kadınlara uyum sağlamaya başlarsınız. Bu kısım hem kendiniz hem aileniz için çok tehlikeli olabilir. O pırıltılı ürünlere kapılmamanız, gerçekten gerekli eşyaları belirlemeniz ve ona göre bütçe yapmak çok önemlidir. Ay sonunda kredi kartına baktığınızda kazandığınız maaşın büyük bir kısmının giyim, bakım harcamaları olduğu görüp, “Ben niye çalışıyorum ki?” sorusunu sorar hale gelebilirsiniz. Bu soru ile “Çalışmak için harcamalı, harcamak için çalışmalı” kısır döngüsü ile baş başa kalınabilir.


1 SAATE NELER SIĞDIRILABİLİR?
Ayrıca bakımlı olmak, paranın yanında zaman da ister. Bu zamanı nerden alıcaz? Evde bekleyen çocuklar, yapılacak ev işleri, haftasonu etkinlikleri, okunacak kitaplar, dergiler, sosyal medya takipleri, hobilerimiz (bu yoğunlukta varsa tabii), uykumuz... Zamanımızı çok etkin bir şekilde kullanmamız gerekiyor. Örneğin 1 saatlik öğlen araları. Aslında bu ara yemek yememiz için verilen molalardır ama biz plaza kadınları bakın bu 1 saatte neler yapıyoruz?
Plaza dünyasında kadınlar genelde öğle tatillerini 10-20 dakikalık kısa süreli bir yemek ile geçiştirir, geri kalan zamanı evin ihtiyaçları için markette ya da kendisinin ve çocukların eksiklerini tamamlamak için yakın bir AVM’de harcar.
Çocuğun okulu çalışılan yere yakın bir lokasyonda ise öğretmeni ile görüşme, doktor randevusunu sıkıştırma...
Sosyalleşmek için de bulunmaz bir fırsattır 1 saatlik öğle araları. Arkadaşlarla sohbet edilerek geçirilen, bir tabak salataya 30 TL, 1 kahveye 10 TL verilen yemekler... Hiçbir zaman spora vakit ayrılamadığı için güneş ışığı almak, rüzgarı hissetmek için açık havada yürüyüş imkanı verir bu 1 saatlik mola... Arkadaşınla çıksan, yürüyüş yapmadığın için vicdan azabı çekersin, yürüyüşe çıksan, market alışverişi kalır. Hem markete gidip hem yürüyüş yapsan bu sefer aç kalırsın... Zordur o 1 saati hakkıyla değerlendirmek...

YARIM YAPTIKÇA MUTSUZ OLMAK
Nefes alamayacak kadar boğazımıza çökülmüş haldeyiz. Sıkıştığımız yerden bir çıkış noktası arıyoruz. Okuyoruz, araştırıyoruz, sosyal medyayı takip ediyoruz. Yalnız olmadığımızı görmek ya da çözüm bulmak istiyoruz. Instagramda takip edilen muhteşem anneler... Çocuklarına organik, vitaminli ürünlerle onlarca çeşit yemek yapan, onlarla devamlı oyunlar oynayan, çocukların kılıf kıyafetini moda ürünleri ile tamamlayan bakımlı, şık, şahane anneler... Sizi bilmiyorum ama zaten içimde bitmeyen “eksik anne” duygusu varken bu “mükemmel görünen anneler” bende bu duyguyu derinleştiriyor maaalesef. Bu yüzden sosyal medyada takiplerimizi bile akıllıca seçmek gerekiyor. Kendini daha kötü hissettiren değil, yalnız olmadığını gösteren, bize “iyi gelen” kaynakları seçmemiz gerekiyor.

O ÇOK MODERN HAYATLAR!
Yapılacakların listesinin bitmemesi, yetişememek, her şeyi yarım yamalak yapmak, yarım yaptıkça mutsuz olmak, arkadaşlara vakit ayıramamak, kendin için bir vakit aralığı yaratamamak, çocuklara karşı kendini hep eksik, yanlış hissetmek... Üstelik iş baskısına, kalınan mesailere, varsa evdeki yardımcı kadına ya da eşe karşı verdiğin savaşları detaylandırmıyorum bile...
Tüm bu sorumluluklar üzerimize yükleniyor ve biz de kabul ediyoruz. Görkemli plazalarda “o çok modern hayatları” yaşarken bile kafamızda var olan sınırları kaldıramıyoruz. Bu sorumluluk da “benim değil” veya “sadece bana ait değil” diyemiyoruz, “akşam veya hafta sonu dışarı çıkıp, arkadaşlarımla özgürce vakit geçirmek istiyorum” diyemiyoruz. Dediğimizde ya vicdanımızın sesi ile (çocuklarımızdan vakit çalıyoruz ya!!!) ya da çevremizin “Ama sen iki çocuklu annesin, ne işin var sokaklarda” tepkisiyle karşılaşıyoruz.
Kısaca bize yüklenilen sorumluluklarla plazalarda sunulan hayatı bir arada yürütmek hem fiziken hem ruhen çok zor. Çözüm mü? Kendimize kaçış yerleri aramalıyız, sorunlarımızı ve sorumluluklarımızı paylaşmalıyız, kafamızın içini rahatlatacak bizi mutlu edecek alanlar yaratmalıyız. Biz kadınlar hem kendi dünyamızı, hem hepimizin yaşadığı dünyayı değiştirebilecek, güzelleştirecek kadar güçlüyüz.
İlgili haberler
Şiddet gören tek kadın değilim biliyorum

Bir kuaförde karşılaşıyoruz onunla. Oldukça genç bir kadın ve hamile. Epey memnuniyetsizdi, yüzü hiç...

Ellerinden milyonlar geçiyor ama geleceği göremiyo...

Bankacılık için ‘Oh ne güzel iş’ diyorsanız bir kere daha düşünün. Dışı sizi yakıyor, içi bankacı ka...

Helin

Valizlerini, çocuklarını topladığı gibi çıkar yola. Biri karnında ikisi yanında kızları ve artık ces...