Son zamanlarda bir Youtube gezi videosu çekilseydi şöyle başlayıp biterdi muhtemelen: “Arkadaşlar kanalımıza hoş geldiniz, beğenmeyi ve abone olmayı unutmayın. Bugün bizimle Türkiye’de bir hafta geçireceksiniz. Bakalım bizi neler bekliyor? Önce sizleri Ege’nin güzel sahillerine, ardından Karadeniz’in yeşil yaylalarına, finalde de İstanbul efsanesine götürelim istedik. (…) Maalesef sahillerimizde çıkan yangınlar sebebiyle buradan ayrılıyoruz, Karadeniz’de yaşanan sel felaketi sebebiyle bölgeden ayrıldık, İstanbul’da da her an bir deprem olabilir diyorlar oraya da korkup gidemedik. Bu video da böyle olsun, kusurumuza bakmayın.”
Kapitalizm filmi finale yaklaşırken hiç de sürpriz olmayan bir şekilde ilerleyerek çarpık ve kaotik karakteriyle özdeşleşmiş kriz kavramını çevre ve iklim ile taçlandırıyor. Kulağımıza çalınan çevre ve iklim krizinden bahsediyoruz elbette. Bir de bu krizin ceremesini çekenlerden…
FELAKET GÖRÜNÜMLÜ CİNAYETLER
Dijital dönüşüm çağı olarak adlandırılan bu çağda doğayı dahi öngörmenin kolaylaştığı bir zamanda, birçok bilim insanı çalışmalarıyla karşılaşabileceğimiz felaketlerden bahsederken, öngörülen manzaralar gerçekleştiğinde karşılaştığımız tablo içler acısı. Fabrikalardan salınan kirleticiler, plansız kullanılan ve kirletilen sular, deniz canlılarının midelerinden çıkan plastikler, yönetilemeyen atıklar tabloyu vahimleştiriyor. Ancak tablo kötüye giderken buna sebep olanlardan afili geri dönüşüm reklamlarının yanında etkili adımlar görmek mümkün olmuyor. Olmuyor çünkü sermaye, pastasından bir dilimi vahşice sömürdüğü doğaya yedirmek istemiyor.
Çevre ve iklim krizinin Türkiye ayağında ise bizleri; çok sayıda can kaybına sebep olan ve doğada ciddi tahribata yol açan yangınlar, seller ve kuraklık karşılıyor. Burada önemli bir nokta var; çevre ve iklim krizi ya da doğal afet kavramları birer maske görevi görüyor. Sanki bunlar olağan ve önlenemez olaylarmış gibi gösterilerek gerçek sorumluları görmememiz için özel bir çaba harcanıyor. Doğanın ve insanlığın büyük bir bölümünün belli bir azınlığın sağlayacağı devasa kazanç uğruna vahşice sömürüldüğü bir çağda felaket görünümlü cinayetlerle karşılaşmamız olağan.
YATIRIM CAN GÜVENLİĞİNE DEĞİL KANAL MANZARALI DAİRELERE
Merceği haritada biraz daha İstanbul’a yaklaştırdığımızda ise tablo daha da vahimleşiyor. İstanbul gibi bir metropolün önemli kent ve çevre sorunları tehlike çanlarını çalarken, afet yönetimimiz adeta kulaklarını tıkayarak “lalalala” diyen bir çocuk edasında. Kentin belediyesinden, çevre örgütlerine, akademisyenlerinden, mühendislerine kadar her yerden itiraz sesleri yükselirken rant projeleri sürekli gündeme sokuluyor. İstanbul gibi milyonlarca insanın yaşadığı bir kent için önemli deprem uyarıları yapılırken ne yazık ki önlemler aynı oranda önem arz etmiyor olacak ki İstanbul halkının can güvenliği yerine kanal manzaralı dairelere yatırım yapılıyor. Gelinen son noktada İstanbul halkı hatta koskoca memleket göz göre göre büyük İstanbul depremini bekliyor.
Fotoğraf: Falco Masi/ Unsplash
NEDEN EN ÇOK KADINLAR VE ÇOCUKLAR ETKİLENİYOR?
Büyük İstanbul depreminin mağdurları adlı haber başlıkları kolayca gözlerinizde canlanıyordur. Son zamanlarda gördüğümüz “sel mağdurları, yangın mağdurları” başlıkları gibi. Mağdur kelimesini bir yerden daha hatırlıyorsunuz. Nereden mi? Duymaktan öfkelendiğimiz ve tepkimizin giderek arttığı kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri haberlerinden. Ekranlarda reyting uğruna ajitatif olarak kullanılmaya çalışılan mağduriyet tablolarından ziyade bir gerçeklikten bahsetmek gerekiyor. Depremler gibi doğal afetlerde neden kadın ve çocuk ölümlerinin daha fazla olduğunu veya deprem bölgesi bir afet bölgesine dönüştükten sonra kadın olarak yaşamanın zorluklarını birazcık gözünüzde canlandırmaya çalıştığınızda bugüne kadar şahit olduğunuz, bizzat yaşadığınız; kadının toplumdaki ikincil konumunu ve toplumsal düzlemin yansımasını görürsünüz. Kadın bu sefer de afet çadırında çocukların sağlığı ve güvenliğini sağlama, aileyi toparlama, hayatı yeniden kurma gibi sorumlulukları yerine getirme görevi ile pozisyon almak zorunda kalacak. Üretim yaptığı tarlasını kaybedip ailesine, kocasına bağımlı kalacak. Bugün bile şiddet önlenmezken felaket anlarında daha da korumasız ve güvencesiz kalacaklar. Öyleyse böyle bir afetin yaşanması durumunda yine kadınların ciddi anlamda mağdur durumuna itileceğini geçmiş deneyimlerden de yola çıkarak öngörebiliyoruz.
YAŞANABİLİR YARINLAR İÇİN BUGÜN…
Dikkatimizi bu mağduriyete sebep olan tarafa yönlendirirsek; İstanbul’un afet yönetimini rantın gölgesinde yapanlarla, Ege sahillerinin günlerce cayır cayır yanmasına müdahale etmeyenler, dere yatağına imar iznini verenler, kadın cinayetlerinde katillerin iyi halden salınmasına sebep olanlar ortak bir politika ile ortak bir kümede toplanıyor. Bu politikalar, tarihte dönem dönem biçimsel değişiklikler geçirse de özünde içinde bulunduğumuz toplumsal sistemin nam-ı diğer “das kapital”in varlığını sürdürebilmesi için zaruri olan araçlar. Çevre sorunu ve mücadelesini, kadın sorunu ve mücadelesi ile ortaklaştıran ve politik kılan da bu politikalardır. Bugün İkizdere’de, Kanal İstanbul forumlarında ve çevre örgütlerinde önemli sayıda kadının öne çıkması da bunun önemli bir göstergesi. Sokağımızda yaşanan bir sel felaketinden komşumuzla beraber kaçmaya çalışırken aynı komşumuzla sorumlulara öfkeleniyoruz. Yanı başımızda bir kız kardeşimiz katledildiğinde duyduğumuz üzüntüyü başka bir kız kardeşimizle paylaşıp öfkemizi beraber dile getiriyoruz. Ormanlarımızı, yaşam alanlarımızı korumak için jandarma müdahalelerine tüm öfkemizle direniyoruz. Bu politikaların karşısında tek başına durmanın mümkün olmadığını her deneyim doğruluyor ve yan yana gelmek zorunluluk haline geliyor. Deneyimler arttıkça da mücadele yöntemleri somutlaşıyor; bugün mahallemizde bir kadın derneği, yarın rengarenk bir kadın eylemi, Ekmek ve Gül, evlerimizdeki buluşmalar, sosyal medya çalışmaları ile giderek çeşitleniyor. Sıra bu olanakları geliştirmek ve güçlendirmekte.
Fotoğraf: Callum Shaw/ Unsplash
İlgili haberler
Amazon için yasadışı çalıştırılan Çinli çocuklarda...
Evrensel Gazetesinden Elif Görgü’nün hazırladığı Dünya Turu’nda bu hafta okulda olması gerekirken ya...
Burada iklim değişikliği bir kadın meselesi
Tuvalu adası iklim değişikliği nedeniyle yaşayanların çevre ülkelere iltica talebinde bulunduğu bir...
Yanan ev, çatı değil, çocukluğudur insanın…
Kadınlar, bütün bu olup bitenlerden son derece üzgün ve öfkeliler. Emek emek yaptıkları evlerinin, y...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.