“Herkes depresyonda!”
Bu sözü ne kadar çok duyar olduk. Çevremize baktığımızda depresyonun, kaygı bozukluklarının, anksiyetenin gittikçe arttığını gözlemliyoruz biz de. Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışması’nda 12 aylık depresif nöbet yaygınlığı kadınlarda yüzde 5,4, erkeklerde yüzde 2,3, tüm nüfusta yüzde 4 olarak veriliyor. Ki bu yüzdelikler tanısı konan hastaları kapsıyor yalnızca.
Depresyon pek çok hastalık gibi genetik yatkınlık taşımakla birlikte çevresel koşullara göre değişiyor. Bu haliyle depresyonun artmasının tesadüf olmadığı açık, bugün hayatımızı kaplayan ekonomik sıkıntılar, gelecek kaygısı, cinsiyet eşitsizliği, ayrımcılık, şiddet, siyasal baskılar... Bunların ardından gelen yılgınlık, korku, endişe… Ve her şeyden önemlisi bunlara kapılıp gitmek, çözüm görememek, üretememek, çıkar yol bulamamak... Toplamda bunların hepsi başlı başına yaşamdan kopmak, isteksizlik, mutlu olamamak gibi sorunların ortaya çıkması için sebepler. Bu konunun uzunca bir geçmişi var, antik çağlara kadar uzanan...
ANTİK ÇAĞLARDA DEPRESYON
Antik çağlardan itibaren depresyon örneklerine dair kanıtlar bulunuyor. İlk ifade edilen depresyon tanılarını yakından incelediğimizde ise düş kırıklıkları, çökkünlükleri, hızlı döngüsel geçişleri ve bunlara sebep olabilecek travmatik olayları görüyoruz. Altı erkek ve altı kız çocuğu ile Leto’dan daha fazla çocuğu olduğundan övünen Niobe’nin gururuna karşı duyulan kızgınlık sonucu, Apollo ve Artemis (Leto’nun çocukları) Niobe’nin tüm çocuklarını öldürür. Bu trajik olay sonucu Niobe’nin yoğun üzüntüsüne karşı tanrılar onu taşa çevirir ve ağlayan taş yüz olarak depresyonu sembolize eder.
NEDEN KADINLAR DAHA ÇOK DEPRESYONDA?
Geçmişten günümüze pek çok araştırmada kadınlarda depresyon sıklığının erkeklerden daha fazla olduğu vurgulanıyor. Bu sonucun kadınların yaşadığı hayatlardan bağımsız değerlendirilmemesi gerekir diye düşünüyorum. Hayatın bütün yüklerinin yanında ekstra binen daha yoğun emek sömürüsü, baskı, şiddet, eleştiri, mobbing, taciz... Bunların hepsi doğal olarak mental kirlilik ortaya çıkarıyor kadınların bedenlerinde.
Çevremizde ilaç kullanıp ilacının dozu artırılan ya da yeni ilaca başlayan üniversiteli arkadaşlarımızın sayısı artınca doğal olarak da sohbetlerimizin ana konularından biri oluyor. Bu sohbetlerde karşımıza çıkan ilk olgu “güzellik algısı” ve genel kabulün dışında olanlara yansımaları... Kadınların bedenlerini çeşitli kalıplara sığdırmayı, bizlere zaman zaman değişmekle birlikte belirli bir moda anlayışını dayatan bu sistemde hem medya, dış çevre hem de bunlardan etkilenen yakın çevremizin tepkilerinin bizde yaratmış olduğu bir algı oluşuyor. Kilo alan ya da kilolu olduğunu düşünen; kendinde çeşitli fiziksel kusur gören kadınların depresyona görme sıklığı bu yüzden fazla. Kimi araştırmalar da sebebini çözemediklerini belirtmekle birlikte kilo ve depresyon arasında bir bağlantı kuruyor.
İkincisi ise çocuklukta yaşanan pek çok şeyi kapsıyor. Konuştuğumuz üniversiteli arkadaşlarımızdan birisinin yorumu, “Ben çocukluğu çok iyi şartlarda, çok iyi bir ailede geçen, özgüveni tam birisinin depresyona girdiğini, en azından kendine dair kişisel kaygıları olduğunu kolay kolay görmedim” şeklinde oluyor.
Üçüncü öne çıkan durum şu anki mevcut yaşadıkları ekonomik ve sosyal koşullar oluyor arkadaşlarımızın. Mutsuzluklarını tetikleyebilecek sebepleri kendilerine göre ortaya koyuyorlar. İçlerinde elbette günlük yaşadıkları kaygılar da var. Bu sorunları çok kişisel değerlendirerek toplumsal bağını göz ardı eden de var içlerinde, yaşadıkları sıkıntıları olağanlaştıran da. Yaşadığımız sorunların sebebini kendimizde görmek ve her şeyi sırtlanmaya çalışmak vücudumuza ağır bir yük oluşturuyor ve hayatlarımızı çıkmaz bir hale getiriyor haliyle. Bir arkadaşım koşulların değiştirilemez olduğunu vurgulamak için şu cümleyi kuruyor “Ölüm mesela, biz ne yapabiliriz ki böyle şeylere?”
DEĞİŞİR DEĞİŞMEZ DEDİKLERİMİZ…
Gerçekten de öyle mi; değişmez mi hayat ve yaşadığımız koşullar?
Elbette, doğanın yasalarını ortadan kaldıramayız. Ancak pek çok sorunumuzu kaldırabiliriz.
Sürekli karşımıza çıkan, güzel olarak bize sunulan şeyler belirli bir piyasayı besledikleri, kozmetik, estetik, moda tüketiminin bu piyasanın olmazsa olmazı haline getirdikleri için sürekli karşımızda belirli bir “güzellik” algısı var örneğin.
Çocukluğumuz üstlerine tonlarca sorumluluk ve sorun yüklenen ebeveynlerin eline kontrolsüz bir biçimde bırakıldığı için, ailede geçimsizliğe rağmen bir arada yaşama zorunluluğuna dair toplumsal dayatma ya da boşanma durumlarında kadınların yaşayabileceği/yaşadığı zorlu koşullar nedeniyle ağır sorunlar ortaya çıkabiliyor.
Geleceksizlik, bizlerin hayatlarından çalarak kendi hayatlarını yeşertenler olduğu için karşımızda duruyor. Hem kendi hayatlarımızda hem sosyal hayatlarımızda karşımıza çıkan şiddet, bizi umutsuzluğa düşürmek yerine harekete geçmek için aracı olmalı. Okullarımızdaki sosyal alanlarımızın yetersizliği, derslerimizin niteliğinin kötü olması okula gitme isteğimizi azaltıp bizi bohem bir havaya büründürmek yerine “yeter artık” dedirtmeli, istediğimiz alanları nasıl açarız bunu tartışmak için aracılık etmeli. Yurtlarımızda giriş çıkış saatlerimizin denetlenmesi hayatlarımızı kısıtlıyorsa buraları sindirip kendimizi strese boğmak yerine özgürlüğümüz için mücadele etmeli.
Sorunlarımızı tek başımıza çözmeyi deneyip kendi köşemize çekilmek bir konfor alanı sunuyor gibi görünse de büyük bir yalnızlığı içinde taşıyor; oysaki bir araya gelip yan yana durarak, birbirimizin sorunlarına ortak olup taleplerimiz için sırt sırta vererek düşeni kaldırır, birbirimizin yaralarını sarar, hakkımız olanı da söke söke alırız. Bu yaşamsal koşulların bedenlerimizde açtığı tahribatı da bu yaşadığımız koşulları da yalnızca ilaçlar iyileştiremez.
Görsel: Freepik
İlgili haberler
Tıp öğrencisi anlatıyor: Geçmişimiz belli peki ya...
Tıp öğrencisi Doğa, sınıf arkadaşlarının yurt dışına çıkmak üzere hazırlandığını, bölüme girerken me...
Kadın işçiler olarak haklarımızı öğrenmeliyiz
Toplantıya katıldığım günden beri düşünüyorum. Ezilen büzülen, hor görülen bir işçiyim ben. Bu ülked...
Ukrayna’dan Rize Fındıklı’ya gelen kadınlar: Yakın...
Ukrayna’daki savaştan kaçıp Rize Fındıklı’ya gelen Lyubov Vbitskaya, annesi Valentina Alexandra ve O...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.