Çark kimin için dönüyor?
Sermayenin çarkı işçiyi ezerken, iktidar patronlarla el ele yasakları ve baskıyı büyütüyor. Ancak işçi kadınlar, insanca bir yaşam için yan yana gelerek mücadeleyi büyütmekten vazgeçmiyor!

Geçtiğimiz günlerde AKP, 8. Olağan Kongresini gerçekleştirdi. İYİP ve Gelecek Partisinden istifa eden milletvekillerinin AKP üyesi olması hatta bazılarının Merkez Karar ve Yönetim Kuruluna girmesinin yanı sıra kongreye damgasını vuran şeylerden biri de Erdoğan’ın konuşması ve yönetime dahil olan birkaç yeni isimdi.

Erdoğan konuşmasında önce TÜSİAD’a göz dağı verdi, ardından asıl hedefine odaklanarak toplumsal muhalefeti ve demokrasi güçlerini gündeme getirdi. Yeni bir kavram da ortaya attı: toksik muhalefet. Bu kavramın kullanılması, Erdoğan’ın danışmanlarının gençler arasında AKP’nin kaybettiği itibarı, gençlere tanıdık gelen bir kavramla toparlamaya mı çalışıyor sorusunu akla getirmiyor değil. Ama mevzumuz bu değil.

Muhalefete sallama seansına daha sonra değinecek biçimde AKP’nin Merkez Karar ve Yönetim Kuruluna yeni giren üç isme bakalım: Kütahya Seramik’in patronu Erkan Gürak, 360 Enerji şirketinin Yönetim Kurulu başkanı Cihad Terzioğlu ve Kalyon Holdingin varislerinden Hilal Kalyoncu. AKP için “Kendimizi para babalarına teslim etmedik” diyen Cumhurbaşkanı açısından ironik bir durum. AKP’nin yürüttüğü siyasetin “para babalarına” teslim edildiğinin değil, başlı başına para babaları tarafından yürütüldüğünün açık ilanlarından biri bu durum.

İktidar, çeşitli sermaye temsilcilerinin ve patronların AKP’nin yönetimine doğrudan katılmasının yanı sıra bu dönemde başka biçimlerde de gösterdi sınıfsal pozisyonunu. Geçtiğimiz yılın sonunda Birleşik Metal-İş’in grevlerinin yasaklanması AKP’nin maskesini düşürdüğü anlardan biriydi. Şimdi ise Antep’te Başpınar Organize Sanayi Bölgesi işçilerinin sefalet ücretlerine karşı giriştikleri mücadelenin Valilik kararıyla yasaklanması, sabote edilmesi, sendika başkanının tutuklanması daha net ortaya çıkartıyor gerçeği.

Hatırlayalım, ne demişti Çelikaslan Tekstil’de iş bırakan işçilere patron Mehmet Çelikaslan? “Zenginliğimi Allah verdi.” Bu fabrikanın bir diğer patronunun da AKP Milletvekili İrfan Çelikaslan olduğunu da unutmayalım. Onun da zenginliğini Allah vermiş olsa gerek...

Valilik ise Başpınar işçilerinin eylemine yönelik yasak kararını alırken “Çarklar dönsün” demişti. İktidarı, devleti, valisi, patronu bir oldu ve bu bahsedilen “çark” için işçinin karşısında duvar örmeye başladı. İnsanın “Başlarım çarkına” diyesi gelmiyor değil. Ancak bu çarkın ne olduğunu anlamak, işçi ve emekçi kadınlar açısından neye karşı durduğu, bugün hayatını çekilmez kılan şeyin ne olduğunu kavramak için hayati önem taşıyor.

ÇELİKASLAN GERÇEĞİ

Emek Partisi Antep Milletvekili ve Yazı İşleri Üyemiz Sevda Karaca’nın Çelikaslan’a dair paylaştığı verilere bir bakalım: 2023 verilerine göre Çelikaslan Türkiye’nin en büyük 531’inci sanayi kuruluşu. Şirkete iplik imalatı için 2020 yılında 244.4 milyon lira ve güneş enerji santrali yatırımına 86 milyon lira teşvik verilmiş.

İşçi kadınlar bilir; tekstil sektörü sömürünün en derin, en ağır olduğu sektörlerden biridir. Çelikaslan da bunun örneklerinden biri. İşçi kadınların mola kullanamadığı, hafta tatilleri kullandırılmadan 7 gün boyunca çalıştırıldıkları, izin kullanan işçilerin yevmiyelerinin kesildiği, sendikalardan zorla istifa ettirildikleri bir iş yeri burası da. İşçilerin aralıksız bir şekilde zenginlik ürettiği ve bu süreçte kendi bedenlerini, zihinlerini beş kuruş için tükettikleri bir süreç bu. İşte valiliğin korumaya çalıştığı çark tam da bu.

İşçi sınıfının ücretli emeğinin sömürüsüne dayanıyor Mehmet Çelikaslan’ın “Allah verdi” dediği zenginliği. İşçi kadınların saatlerce toz, pislik içinde çalıştırılmasına dayanıyor İrfan Çelikaslan’ın gücü. İşçilerin karşısında sopa olarak yasaklarıyla, kolluğuyla duran devletin varlığı, ürettiği milyonlarken aldığı beş kuruş olanların varlığına dayanıyor. Bunların siyaseti de işçi ve emekçi kadınların ne kadar sömürüldüğüne, bu sömürüye ne kadar katlanabildiğine göre sürüyor. Bu durum yalnızca Antep için değil, Türkiye’nin dört bir yanında böyle işliyor.

İŞÇİNİN SİYASETİ: ZEHİR Mİ, PANZEHİR Mİ?

Özellikle Başpınar’daki süreç, işçi kadınlar açısından devletin neden eylemleri yasaklamaya giriştiğinin, neden BİRTEK-SEN Başkanı Mehmet Türkmen’in uydurma bir suçla tutuklandığının anlaşılmadığı bir süreç de getirdi. “Ne var sanki siyaset yapıyorlar, işçiler kendi geçimlerini sağlamak, evine ekmek götürmek istiyor” yorumu, işçi kadınlar tarafından dile getiriliyor.

İşçi ve emekçi kadınlar kendi emeği üzerine söz sahibi olmak istediklerinde, bu yalnızca bir ücret mücadelesi olsa bile, kendi siyasetini yapmaya başlıyor. Yani evet, Başpınar’daki, İzmir’deki, Kocaeli’deki, geçmişte bugün ya da gelecekte daha iyi bir ücret, daha iyi çalışma koşulları, insanca bir yaşam için greve, direnişe çıkan her işçi patronlara ve patronların iktidarına karşı kendi siyasetini yürütüyor. İktidara patronlara karşı bir siyaset ise, bugün AKP’nin elinde bulundurduğu iktidar gücüyle dört bir yandan bu “toksik” siyaseti baskılanmaya çalışılıyor.

Geçtiğimiz hafta gazetecilere, siyasi parti temsilcilerine ve aydınlara yönelik operasyon da buna bir örnekti. Sermayenin savaşı yıkımı getirmesin, sömürü ve şiddet çemberi tüm bir hayatı kuşatmasın diye mücadele sürdüren insanlar uydurulmuş suçlarla tutuklandı. Ancak temel sebebi, sermayenin yürüttüğü siyasetin dışında demokrasi, barış ve emek yanlı bir siyaset yürütmekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bahsettiği “toksiklik” tam olarak bu, hangi siyasi kanattan olursa olsun sermayenin çıkarları için toksik, zehirli bir siyaset. Gel gör ki birinin zehri diğerinin panzehri...

KARA KAŞA, KARA GÖZE DEĞİL ORTAK ÇIKARA GÜVEN

Siyasetin kendisinin aslında yaşamın en içinden olduğu gerçeği bugün hem iktidar hem de burjuva muhalefet tarafından bastırılmaya çalışılıyor. Bu yüzden iktidarın emek düşmanı, kadın düşmanı politikalarına işçi kadınlar karşı çıkarken bir şeyler yapabilmek için sandığı bekliyor, burjuva muhalefeti de bu eğilimi pekiştirerek ne zaman olacağı belli olmayan bir seçim için şimdiden “aday” belirleme tartışmalarına giriyor. Ancak yoksulluk, şiddet, sömürü seçimi beklemiyor, artarak sürüyor.

İşçi ve emekçi kadınların tüm bu sorunlara karşı mücadelesi belli alanlarda sürüyor. Özellikle sömürüye karşı insanca bir ücret ve çalışma koşulları, sendikalaşma gibi talepleri için işçi kadınlar yakın zamanda Chinatool’da, Temel Conta’da, TKIS’ta, Green Transfo’da ve daha sayabileceğimiz birçok iş yerinde hareketlendi. İşçi kadınlar, iş yerlerinde kurdukları birliklerle birbirlerine güven duyarak ayağa kalktı. Bu güven ise kara kaşa, kara göze duyulan bir güven değil; işçi sınıfının ortak çıkarlarına duyulan güvene, taleplerine, isteklerine dayandı. Örneğin Chinatool’da patronun “Kadın işçiler bu zammı isteyemez”, “Yüzde 20 zammın üstüne asla çıkamam, kepenk kapatmam gerekir” demesine rağmen kadınlar insanca yaşanılabilecek bir ücret talebi için bir araya geldi, patrona sopa gösterdi. Patron kadın işçileri küçümsemenin sonuçlarını dört günlük bir grev ve ücretlere yüzde 80 zam ile yaşadı. Başpınar’da ise tutuklamalar, polis şiddeti ve yasağa rağmen işçiler insanca yaşam talebi ile iş bırakmayı sürdürdü, sürdürüyor. Tüm bunlarla birlikte kadınlar farklı alanlarda şiddete karşı güvenli bir yaşam için 6284’ün uygulanmasını, İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesini talep etmeye devam ediyor. Mahallelerinde, iş yerlerinde, okullarında bir arada bulunabilecekleri alanlar, örgütler yaratıyor. Bazen el yordamıyla, bazen geçmişin mücadele deneyimiyle sermayenin ve sermaye iktidarlarının siyasetinin havadan kimseye hak dağıtmadığını buluyor kadınlar ve yan yana gelişlerini artırmaya çalışıyor.

Bu yan yana gelişlerin, sermayenin çarkı işçi ve emekçi kadınları ezmesin diye sürmesi gerekiyor. Dahası, yalnızca ücret, çalışma koşulları, güvenli sokaklar gibi talepleri de aşan bir birlikteliği, bu talepleri kullanarak kurmamız gerekiyor. “Toksik” siyasetini dayatan sermayeye karşı, “Asıl siyaset, bizim yürüttüğümüz eşit, özgür ve sömürüsüz bir yaşam mücadelesinde” diyebilmek ve bu mücadeleyi örgütleyebilmek ile ancak arkadaş arasında bir araya gelişlerimizde şikayet ettiğimiz ekonomik sorunların, çocuklarımızı okula dahi gönderirken ki güvenlik endişemizin üstesinden gelmemizin önünü açıyor. Yaklaşan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün özü de tam da bu sözlerde, işçi sınıfının, işçi kadınların sermayeye ve onun siyasetine karşı sömürüsüz bir dünya mücadelesinde yatıyor.

Görsel: Canva Yapay Zeka

İlgili haberler
Daralttığınız duvarları örgütlülüğümüz ile yıkacağ...

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, daha eşit ve adil bir gelecek için attığımız kararlı adımların si...

8 Mart’ta alanları birlikte aydınlatalım

‘8 Mart’ta bu karanlık düzeni yıkacaklar perdeyi aralayıp, gücümüzü birliğe çevirip karşılarında dur...

Ayda bir gün de olsa bir mola

‘İlaç gibi gelmişti bize bu buluşmalar. Bir sonraki buluşmayı iple çekiyoruz hepimiz. Daha nice kita...