Bu yıl işçi ve emekçi kadınların yılı olsun!
‘Hiç şüphesiz en elzem mesele işçi ve emekçi kadınların birleşmesi, mücadele etmesidir.'

Geçtiğimiz ay iktidar, 2025 yılını “aile yılı” olarak ilan etmişti. Bu yılın “aile politikalarında bir zirve” olacağını duyurmuştu. Bu ilanın tercümesini yapmaya ihtiyacımız var çünkü aile yılı kapsamında duyurulan müjdeler, ortaya konacak politikalar, planlanan uygulamalar en çok kadınları etkileyecek.

Aile yılının ilanı, Cumhurbaşkanının “üç çocuk” çağrısının yanında kadınlara esnek çalışma “müjdeleri” ile yapıldı. Esnek çalışmanın, kadınların “hem evdeki işlerini rahatça yapabilmesi hem de çalışabilmesi” için öne sürüldüğü ifade edildi. Daha önceden de Orta Vadeli Program’da ve 12. Kalkınma Planı’nda sermayenin esneklik ve ucuz emek ihtiyacı “aile ve iş yaşamının uyumu” adı altında sunulmuştu.

Yani devlet kadına, “Evdeki işler senin sorumluluğun. Çocuğa da sen bakacaksın, eve de esnek çalışma ile ek gelir getireceksin” demiş oldu. Hızla kadınları ve gençlerin güvencesiz çalışmaya çekilmesi anlamına gelen esnek çalışma kapsamına dahil edecek projeler birbiri ardına duyurulmuş oldu. Ancak dergimizin orta sayfasında esnek ve güvencesiz çalışan kadınlar bunun neden bir müjde olamayacağını çok net anlatıyorlar kendi yaşamlarından örneklerle. Cumhurbaşkanı ve Aile Bakanı ise “Pandemide de uzaktan çalışma vardı” diyor. Pandemide de kadınlar uzaktan çalışmanın, kısa çalışmanın, patronun keyfine göre ücretsiz izne çıkarılmanın yükünü çok ağır yaşamışlardı. Ekmek ve Gül’ün pandemide yüz yüze gelerek görüştüğü 680 işçi, emekçi kadın Bakanlığın “Pandemide de olmuştu” sözünün arkasındaki gerçekliği gözler önüne sermişti. İktidar, bir yandan kadın işsizliğini azalmış gibi gösterirken aslında en güvencesiz çalışmanın öznesi haline getiriyor kadınları.

Esneklik, kadınlar için kocaya, babaya bağımlılık demek. Sosyal güvencenin olmaması demek, yarın işe gidip gitmeyeceğinin belli olmaması demek. Ücretine “harçlık, katkı” denerek düşürülmesi demek, sendikalaşma hakkının gasbı demek. İşsizlik korkusu demek, daha çok çalışmak demek, kıdem hakkını kaybetmek demek, şiddete daha açık hale gelmek demek… Kadınlara sürekli işsizliği, yoksulluğu dayatmak demek, insanca bir yaşam isteğinin üzerinden silindirle geçmek demek…

‘DOĞURUN’ DEDİĞİ ÇOCUĞA BAKMIYOR

Güvencesiz yaşam “müjdesine” bir de doğum teşvikleri ve evlilik kredisi ekleniyor. İki ebeveynli beş kişilik bir aile tahayyülü var iktidarın. Asgari ücret neredeyse ülkede genel ücret haline geldi. İki ebeveynin aldığı maaşla yoksulluk sınırına yaklaşılmıyor bile. Zaten çocuk doğurma kararını ertelemenin ya da istememenin bir yönü de gelecek güvencesinin olmaması. “Doğurun, genç işgücüne ihtiyacımız var” demek kolay ama doğurun dediği çocuğun yaşamını garanti altına almak için kaynak ayırmak asla yok. Doğurun diyor ama bakmıyor.

◾Yüz binlerce kadının çocuklar okuldan kopmasın, sağlıklı beslenebilsin, okulda aç kalmasınlar diye, çocukların gelişimi ve sağlığının devletin sorumluluğu olduğunu hatırlattığı okullarda bir öğün ücretsiz yemek talebi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “Kaynağımızı nereye aktardığımız bizim takdirimiz” denerek görmezden gelindi.

◾Daha geçen gün eşi boşanmak istediği için canlı yayında çocuğunun boğazına bıçak dayayarak tehdit eden baba adli kontrol ile serbest bırakıldı.

◾Bolu Kartalkaya’da yangın önlemleri alınmadığı için ölenlerin 36’sı çocuklardı.

◾Kadınlar çocuklarını bırakabilecekleri başka bir yerde olmadığı için evde yalnız bırakmak zorunda kalıyor. Sobadan, ısıtıcıdan çocuklar yanarak can veriyor. İzmir Selçuk’un ardından Antalya’da 3 çocuk gecekonduda sobadan çıkan yangında ölümden döndü, 8 yaşındaki çocuk ambulansa bindirilirken “Annemin parası yok, beni götürmeyin” diye ağladı. İzmir Selçuk’taki yangının ardından Özlem Zengin, “Her şeyi paraya bağlıyorsunuz” demişti. Antalya’daki yangının ardından Bakanlık hesap vermek yerine çocukların devlet koruması altına alındığını duyurdu. Pek çok haberde olduğu gibi yaşandıktan ve kamuoyuna yansıdıktan sonra müdahil olduklarını açıklamakla yetindi.

Çocuk koruma sisteminin, çocukların takibinin yapılabileceği kamusal mekanizmaların olmaması ve git gide daha çok ortadan kaldırılması, “Ucuz, genç işgücünün bir parçası olsun da nasıl olursa olsun” yaklaşımı doğduğu andan itibaren çocukların sağlığını güvence altına almıyor.

Bu sırada üreme haklarına, doğum kontrolüne, aile planlaması danışmanlıklarına, kürtaj hakkına çeşitli saldırıların da kapıda olduğunun işareti veriliyor. Normal doğumu teşvik adı altında vajinal doğum yapan sağlık emekçilerine ek ödeme teşviği verilmesi, kadınların sağlığını tehdit edecek zeminin yaratılması anlamına geliyor. Aile ve Gençlik Fonu kapsamında yaygınlaştırmayı istedikleri aile eğitimlerinde kürtaj mevzuatına ilişkin yanlış bilgi veriliyor, 10. haftaya kadar isteğe bağlı kürtaj bir hakken kürtajın sadece hamileliğin, annenin sağlığını tehdit ettiği koşullarda yapılabileceği anlatılıyor. Evinde şiddet gördüğü için sığınmaevine giden kadınlara da eşle sağlıklı ilişki kurmayı içeren aile eğitimi verildiği Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının 2025 bütçe teklifinde ortaya çıkmıştı.

BOŞANMAYA ENGEL, KADINA ŞİDDET

Aile yılının bir diğer ayağını ise boşanmaları engelleme politikaları oluşturacak. İstanbul’un bir mahallesinden bir kadın derneğinin, Esenyalı Kadın Dayanışma Derneğinin verilerine bile baktığımızda kadınlara şiddet uygulayan faillerin yüzde 71’ini kadınların eşleri ya da boşandığı erkekler oluşturuyor. Ve kadınlar boşanma süreçlerinde şiddetten uzaklaşabilmek için çocuklarının velayeti dahil olmak üzere tüm haklarından vazgeçmek zorunda bırakılıyorlar. Hal böyleyken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın boşanmalara arabuluculuk getirileceğini duyurması, kadınların şiddet dolu evliliklere mahkum edileceği bir yılın ilanı oluyor aslında. Dergimizde Avukat Sevil Aracı’nın neden aile arabuluculuğu sistemine kadınların karşı çıkması ve uygulamaya sokulmasını engellemesi gerektiğini anlattığı yazısı (sayfa 17) konuya dair detaylı bir analiz sunuyor.

Aile yılının ilanıyla birlikte gözünü, kadınları ve çocukları şiddete karşı korumayı devletlere yükümlülük veren uluslararası sözleşmelere, 6284 sayılı Kanun’a, nafaka hakkına dikenler de ellerini kaşıyor. Cumhur ittifakının seçim döneminde pazarlık unsuru yaptığı 6284’ün kaldırılmasının lafı bile kadınların tedbir kararı olarak aldıkları uzaklaştırma kararlarının süresini kısaltmış, kanunun uygulanmasını zayıflatmışken şimdi aile yılı ilanıyla kadınların eşit yaşam hakları açıktan hedefe konuyor. Örneğin Mil Diyanet Sen, “zinanın suç kapsamına alınması”, “ev hanımlığının teşvik edilmesi”, “LGBTİ derneklerinin kapatılması”, “süresiz nafaka uygulamasına son verilmesi” gibi taleplerini “Aile yılı lafta kalmasın” diyerek gündeme getiriyor.

Tercümeye gelirsek aile yılı, yani bu yıl kadınlar için güvencesiz, şiddet dolu yaşamların garanti altına alınmasının planlandığı bir yıl olacak. Ancak bu çok bütünlüklü bir ekonomik programın çok temel bir parçası. Geçtiğimiz yıllarda işçi direnişlerinde gördüğümüz kadınların “yeter” dedikleri noktanın insan yerine konmama, insan muamelesi görmeme, onurlarının kırılması, hakarete ve tacize uğramaları, zorunlu mesailerden çocuklarını görecek vaktinin kalmaması olduğunu gördük. Aile yılı ise kadınlar açısından insan yerine konmayacakları, ağır yaşam ve çalışma koşullarına işaret ediyor.

İNSANCA YAŞAM TALEBİ İLE SERMAYENİN AİLE YILI PLANI ARASINDA BAĞ VAR!

◾Kadınların yaşadığı şiddet ile asgari ücretin insanca bir seviyeye yükseltilmesi talebi arasında açık bir bağ var. Esenyalı Kadın Dayanışma derneğinin raporu, kadınların şiddetten uzaklaşma sürecinde en çok yaşadığı sorunların başında ekonomik sorunların geldiğini; boşanma süreçlerinde de en büyük engelin barınma sorunu olduğunu ortaya koyuyor.

◾Aile yılı ile yazının başında belirttiğimiz gibi sermayenin ucuz işgücü, patronların ihtiyacına göre işçinin hayatını şekillendirme, güvencesizleştirme ihtiyacı arasında açık bir bağ var.

◾Kadınların şiddetten kurtulup kendileri için bir hayat kurabilme olanağı ile ücretsiz kreş, kamusal bakım hizmetleri talepleri arasında çok somut bir bağ var. Kamuda tasarruf ile Ege Üniversitesi Hastanesindeki kreşin kapatılması gündem olduğunda, bu kreşten faydalanan kadın sağlık emekçilerinin kimi işi bırakmak zorunda kalacağını düşündüğünü ifade ediyordu.

◾ “Aile-iş yaşamının uyumu” denilerek müjdelenen esnek çalışma ile kadınların örgütlenmesinin, insanca bir yaşam mücadelesinin engellenme çabası ve sendikalaşma hakkının ezilip geçilmesi arasında açık bir bağ var. 2024 yılında metal patronlarının yanında yer alan iktidar MESS kapsamındaki metal işçilerinin grevini yasaklamıştı, sendikalaşmak istediği için direnen işçilerin karşısına kolluk kuvvetleri dikilmişti…

Aile yılı ise tüm bu bağları görünmez kılmanın bir örtüsü olarak kullanılmak isteniyor.

SALDIRILARA KARŞI MÜCADELE YILI

2025 yılının pek çok mücadeleye gebe bir yıl olduğunu söylemiştik, grev yasağına rağmen grevlerini sürdürüp toplu iş sözleşmelerini imzalayan metal işçileri 2025 yılında insanca bir yaşam talebiyle verilecek mücadelelerin yolunu açtı. Bunu gören iktidar ise bunun önünü hızla kesmek üzere ocak ayını sanki bir yılmış geçmişçesine hissettiren yoğunlukta ve sıklıkta sindirme furyasına başladı. Aile yılının ilanında “ailenin korunmasının bir milli güvenlik sorunu” olduğunun söylenmesi kadınların güvenceli iş, güvenceli ve şiddetsiz yaşam talebi için sürdürdüğü mücadeleye aba altından sopa göstermekti. Yasa haline gelmesi tepkilerle engellenebilmiş “etki ajanlığı”nı savcılığın bir suçmuşçasına hukuki olmayan şekilde kullanması, gazetecilere dönük gözaltılar, dünyanın en kalabalık barosunun seçilmiş yönetimine açılan soruşturma, baro yöneticisinin 10 yıl önce katıldığı etkinlikler ve yaptığı telefon görüşmeleri öne sürülerek tutuklanması, belediyelere atanan kayyumlar ve daha nicesi halkı susturma, tükenişini baskıyla gizleme hamlesi.

Sonuç olarak bugün hiç şüphesiz en elzem mesele işçi ve emekçi kadınların birleşmesi, mücadele etmesidir. Bugün sermayenin işçi ve emekçi kadınları mahkum ettiği tablo ve kadınların buna karşı sürdürdüğü mücadele tüm işçi sınıfının taleplerini kapsıyor, kapsamalı. Güvenceli ve insanca bir yaşam düşlerin ötesinde işçi ve emekçilerin, kadınların temel hakkı. Bu bütünlükle mücadeleyi sürdürmeli, örgütlemeliyiz. Dolayısıyla 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne giderken “Bu yıl işçi ve emekçi kadınların yılı olsun” diyoruz, bulunduğumuz her alanda mücadeleyi örgütlüyoruz.

Fotoğraf: TCBB

İlgili haberler
8 Mart'a giderken... | Güvenceli iş, yasaksız grev...

8 Mart’a giden yolu yürürken insanca çalışma koşulları, insanca yaşam talebimizi bu kampanya ile mey...

Grev çadırının neşesi Ayşe’nin hikayesi

TKIS Blinds işçilerinden Ayşe’nin neşesi, mücadeleye ve arkadaşlarına olan inancı, yaşamında da fabr...

‘Geçim olmadan çocuk nasıl olacak?’

‘Aldığımız ücret zaten asgarinin bir tık üstü, onda da cumartesi günü de çalışmaya geliyoruz. Madem...