Pandemi sürecinin derinleştirdiği çelişkiler, işçi sınıfı üzerindeki baskılar, artan sömürü katmerlenerek devam ediyor. Bir yandan asgari ücretin hiçbir şeye yetmemesi bir yandan dur durak bilmeyen zamlar kadın işçilerin yaşamını daha da zorlaştırıyor. Çocuklarının hiçbir ihtiyacına yetişemeyen, cebine bir harçlık bile koyamayan işçi kadınlar yaşadıkları sıkıntılara bizlere aktarırken, çözüm yollarını da ortaklaştırmaya çalışıyor.
Birgül, “Yıllardır bir metal fabrikasında gece gündüz durmadan çalıştım. Çocuklarımın nasıl büyüdüğünü bile göremedim” diyerek başlıyor konuşmaya. “Ne hastalıklarında başlarında oldum ne de bir karne sevinçlerine tanık oldum. Ben çalıştım patron zengin oldu. Bir gün ek zam talep ettik ve patron hepimizi kovmakla tehdit etti. Ne kadar çalışırsan çalış kaderin patronun iki dudağı arasında. Bu beni çok düşündürdü. Hiçbir garantimiz, güvencemiz yok. Öyle ‘Patron çok çalışan işçiyi sever’ diye bir şey de yokmuş. Patron asla sesini çıkarmayan ve ölene dek kendi için çalışacak işçiyi sever” diyor ve ekliyor: “Bu değersizlik duygusu bizleri harekete geçirdi. Sendikanın adını bile telaffuz edemeyen bizler nasıl sendikalı oluruz diye yollar aradık. Şimdi yıllardır birbirine güvenmeyen, ‘Şunun yönetimle arası iyi ona asla sır vermeyin’, ‘Bu işçilerden asla bir şey olmaz’ diyen bizleri, aşağılanmanın yok sayılmanın yarattığı öfke birbirimize bağlıyor. Önce güven sonra örgütlenme diye ifade ediyor.
EMEK VERDİM, DEĞER GÖRMEDİM
“Patronların türlü ayak oyunları yüzünden bizim fabrikadan asla bir şey olmaz” diyen Nagihan devam ediyor: “18 yaşımda başladım bu fabrikada çalışmaya. Neredeyse tüm hayatım burada geçti. Burada çalışan bir iş arkadaşımla evlendim, çocuklarımız oldu. Nikah şahidim müdürümüz oldu. Ben en eski işçilerdenim, bu benim için çok havalı bir durum oldu. Bazı işçiler beni kıskanırken bazıları da ‘müdürün adamı bu’ diye görmeye başladı. Benim için fark etmiyordu. Çünkü koskoca fabrikanın müdürü benim nikah şahidim olmuştu bundan daha değerli ne olabilirdi. Karı-koca durmadan çalışıyorduk, bazen vardiyalarımız değiştiğinde bir ay boyunca birbirimizi sadece giriş çıkışlarda görürdük. İlk hamileliğimin haberini eşime bir sürprizle vermek istedim ama yüzünü göremiyordum. Eşimden önce iş yeri hamile olduğumu öğrendi. Bunun üzerine müdür beni odasına çağırdı ve neden bu kadar çabuk hamile kaldığımı sordu. Ben utandım, sıkıldım, ne diyeceğimi bilemedim. Müdür, ‘Ben bunun için mi sana nikah şahitliği yaptım. Sizde gelecek görüyordum, vardiya amiri yapacaktım ama neyse sen çocuk doğurmaya karar verdin, yolun açık olsun’ diyerek üstü kapalı tehdit etti. Yıllardır tek bir ses çıkarmadan emek verdiğim bu fabrikada aslında hiç değerim yokmuş. Çok üzülmüştüm, olup biteni eşime anlattım ve bebeğe sevinemeyen eşim, ‘Aman ha sesimizi çıkarmayalım bak paraya ihtiyacımız var’ diyerek olup bitenin üstünü örttü. Yıllar geçti sömürü devam etti ama biz hep çalıştık. Bu yıla kadar. Hiçbir zaman birlik olamayız diye düşündüğüm yerde işçiler hiç beklemediğim bir anda iş durdurup ek zam istediler. Müdürün ilk tepkisi ‘Hepinizi kovarım’ oldu. Yine aynı müdür benden ve birkaç işçiden ajanlık yapmamızı istedi. Tabii ki kabul etmedik ve 4 kadınla birlikte o günün akşamında bir sendikacıyla görüştük.”
Şimdi artık birlik zamanı diyen Nagihan “Biz birlik olmayalım diye patronu, müdürü türlü türlü oyunlar oynamışlar şimdi oyunu bozma zamanı. Geçinebilecek ve insan gibi yaşayacağımız ücretler için buna zorunluyuz” diyor.
SUSMAK DEĞİL BİRLİK OLMAK DEĞİŞTİRİR
Hakları için mücadele eden kadınlar, yıllarca türlü baskı, tehdit ve hakarete uğradıklarını anlatırken, sessiz kalmanın hiçbir şeyi değiştirmediğini söylüyor: “Borcumuz çok, yeni bir iş bulmak çok zor olur dedik sustuk. Sustuk sustuk ama her şey daha kötüye gitti. Şimdi ise çocuklarımızı okula dahi gönderemez duruma geldik. Susmak hiçbir şeyi değiştirmiyormuş.”
Bir kimya fabrikasında çalışan Nurdan ise kimyasalın içinde çalıştığını, durmadan fazla mesai yaptığını, artık ciğerinin solumadığını anlatıyor: “Üzerimize sinen tiner kokusu bir süre sonra hiç geçmiyor. Yemek yerken, su içerken sanki bir tek tinerin kokusu varmış gibi geliyor. Ağzımızın tadı tuzu yok. Bu kadar yıpranıyoruz bari karşılığında doğru dürüst yaşayabileceğimiz bir ücret alsak ama o da yok. Öyleyse birlik olup hak arayalım dedik ve bir sendikaya üye olmaya karar verdik. Artan zamlar belimizi büktü, bu kadar çok çalışıp evimizin kirasını bile ödeyemiyoruz. Kötü çalışma koşulları da cabası. Hayatımda ilk kez çok umutluyum çünkü hangi işçiye dokunsak bir şey yapmalıyız” diyor.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
EYLEMDEN ÇOK DAHA FAZLASINA İHTİYAÇ VAR
Yeni yılın ilk aylarında başlayan ek zam talebi şimdilerde yerine daha örgütlü mücadeleye bırakıyor. İşçiler kendi deneyiminden öğrenmeye başladıklarında daha kalıcı çözümler arar hale geliyor.
Fabrikalardan yükselen ‘bir şey yapmalıyız’ sesleri artmaya devam ederken 3 ayrı fabrikadan konuştuğumuz kadın işçilerin anlattıkları gösteriyor ki, geçmişte birbirlerine güvenmeyen ve daha önce ufak tefek birliklerin dışında bir sendikalaşma deneyimi yaşamamış olan işçiler bunu değiştirmek için adım atıyor.
Bir yandan da pek çok fabrikada işçiler işten atılıyor. Üretimde en ufak bir azalma yaşanmazken, patronlar daha çok işi daha az işçiye yaptırmak için işçi çıkarıyor. Bu durum işçileri çok daha tedirgin ediyor. İşçiler düne göre daha fazla yan yana gelmek isterken yol, yöntem bulmakta zorlanıyor. Yaptıkları küçücük bir eylem, oluşturdukları bir birlik ufuk oluyor onlara. Fakat bugün çok daha fazlasına da ihtiyaç olduğu ortada…
Fotoğraf: Deriteks
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.