Bu vücutlar daha ne kadar ağır kaldırır? Daha ne kadar uzun çalışabilir?
Biz ‘Bu zamlarla yaşanmaz, yapılan zamlar geri alınsın’ dedikçe imkânsız diyorlar. Onlar da biliyorlar ki tüm bu taleplerin gerçekleşmesi mümkün ve hatta zorunlu.

“Günde 12 saat çalışıyorum. Gidiş-dönüş serviste geçen süreyi de hesapladığımızda günümün 14 saatini iş için harcıyorum. Bana kalan süre 10 saat. Haftanın yedi günü böyle. Tatilimiz bile yok. Buna güç dayanır mı? Uyuyamıyorum, dinlenemiyorum. İsyan ediyorum, isyan. Biz insan değil miyiz?”

Bu sözler, dokuz yıldır Gebze’de bir gıda fabrikasında çalışan Ayşe’ye ait. Bu durum Ayşe için yeni değil. Zira, çalıştığı fabrikada işveren yılın belli dönemlerinde siparişlerin yoğunluğunu gerekçe göstererek işgününü 12 saate çıkarıyor. Bunun için de kimse Ayşe’ye, Ayşelere rızasını sormuyor. Beğenmeyene kapının gösterildiği fabrikalarda, Ayşe de diğer Ayşeler de eve ekmek götürebilmek için bu koşullarda çalışmaya mecbur bırakılıyor. Yani, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’in katıldığı bir panelde sarf ettiği “İnsanların 12-14 saat zorla çalıştırıldığı günler geride kalmıştır” sözleri, gıda işçisi Ayşe’ye de organize sanayi bölgelerinde çalışan binlerce Ayşe’ye de hayli uzak. Hatta öylesine uzak ki demir çelik sektöründe, petrokimya işkolunda kimi işyerlerinde fazla çalışma adı altında işçilerin çalışma süresi günde 16 saati bulabiliyor. Bakan dönüp bakarsa bu fabrikalarda çalışan işçilerin gözlerinin ferinin söndüğünü, adeta canlı cenazeye döndüklerini görecektir, elbette görmek isterse…

AVRUPA’DA EN UZUN ÇALIŞMA SAATİ BİZDE

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) 2020 verilerine göre Türkiye, haftada ortalama 45,6 saat çalışma süresi ile Avrupa ülkeleri arasında haftalık çalışma saatinin en uzun olduğu ülke. Danimarka’da bu rakam 32,5 iken Hollanda’da ise 29 saate düşüyor. Aynı rapora göre ülkemizde istihdamda olanların yüzde 15’i haftada 60 saatten fazla çalışıyor. Bakan hangi Türkiye’de yaşıyor bilinmez ama rakamlar da Ayşe’nin anlattıklarını haklı çıkarıyor!

Yüksek enflasyon, temel tüketim ürünleri ve hizmetlere gelen zamlar yoksulluğu derinleştiriyor. Her şeyin ateş pahası olduğu ülkemizde; maaşları yerinde sayan, alım güçleri her geçen gün düşen işçiler, en temel ihtiyaç kalemlerinden bile kısar hale gelmiş durumdalar. Patronların doymak bilmez kâr hırsı nedeniyle çalışma süreleri uzatılırken işçilerin payına ise insanlık dışı çalışma koşulları ve düşük ücretler düşüyor.

KADIN İŞÇİLER AÇLIK SINIRINA BİLE YAKLAŞAMIYOR

DİSK-AR’ın Asgari Ücret Gerçeği 2022 Raporu’na göre Türkiye’de 9,7 milyon işçi yani bütün ücretli çalışanların yüzde 50’ye yakını asgari ücret civarında ücretle çalışıyor. Kadın işçilerin dörtte biri asgari ücret dahi alamıyor. Türkiye hızla asgari ücretliler toplumuna dönüştürülürken; ay sonunu getiremeyen, en zaruri ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelen işçiler için fazla çalışma ya da en bilinen haliyle fazla mesai kaçınılmaz bir hal alıyor. Sermaye ise hükümetler marifetiyle yarattığı bu tabloda kârını kat be kat arttırarak kazanan taraf oluyor. Ayşe bu tabloyu “İnsanlar mesaiye kalmak için birbirleri ile yarışıyor” şeklinde özetliyor.

Ayşe’nin çalıştığı fabrika sendikasız ve çoğunlukla kadın işçiler çalışıyor. Asgari ücrete temmuz ayında yapılan ara zam sonrası ücretler asgari ücrete sabitlenmiş. Türk-İş haziran ayı açlık yoksulluk sınırı araştırmasına göre dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması tutarı yani açlık sınırı 6 bin 391 liraya, yoksulluk sınırı da 20 bin 818 liraya çıktı. Yine aynı araştırmaya göre; haziran ayı gıda enflasyonu yüzde 117’yi aştı. Ayşe ve fabrikasında çalışan kadın işçiler açlık sınırının altında ücret alırken, yoksulluk sınırının ise fersah fersah uzağındalar. Ağır çalışma koşulları ve uzun çalışma saatleri kadın işçilerin bedenlerini ve ruhlarını eritirken içinde bulundukları koşullar için Ayşe “kırk katır mı kırk satır mı” benzetmesi yapıyor.

BU NASIL ‘RIZA’ BÖYLE?
Ayşe, Fatma, Demet, Lale… İsimleri, çalıştıkları işyerleri, işkolları farklı olsa da hatta sendikalı bir işyerinde çalışıyor olsalar da, kadın işçilerin içine sokulduğu durum çokça benzerlikler gösteriyor. Bir koli yumurta, bir şişe süt almak bile lüksken bu ücretlerle zorunlu ihtiyaç maddelerine erişmek neredeyse imkânsız. Petrokimya işkolunda, üstelik de sendikalı bir işyerinde, işveren iş yoğunluğunu gerekçe göstererek çalışma süresini bir hafta için günlük 16 saate çıkarıyor. Ayşe’nin işyerinden farklı olarak bu fabrikada işçilerin “rızası” alınıyor. “Sendikalı” bir işyeri olmasından kaynaklı olacak, işçilere iki vardiya çalışıp çalışmayacakları soruluyor! Bu yasadışı çalıştırma biçimine (4857 sayılı İş Kanuna göre günlük çalışma 11 saatle, fazla çalışma günde 3 saatle sınırlandırılmıştır) sendikadan da bir itiraz gelmeyince işçilerin bir kısmı iş güvencesi kaygısıyla bir kısmı ise geçinebilmek için “rıza” gösteriyor. Bu rızanın gerekçeleri arasında “Bu devirde tek maaşla geçinmek mümkün mü, zaten ne kadar maaş alıyoruz ki bir hafta dişimizi sıkalım da bari bir borcu kapatalım” da var, “Oğlan sınava girdi, bu sene üniversiteye gidecek, para lazım” da... Evlilik hazırlığı yapan bir kadın işçi ise gerekçesini “Çeyiz diziyorum, çatal bıçak takımı bile 12 bin lira olmuş, başka nasıl ev kurayım” olarak açıklıyor. Sendikalı işyerlerinde işçilerin ek protokollerle sözleşmelerin yenilenmesi ve ücretlere ek zam yapılması talebi görmezden gelinirken yaşamlarını sürdüremeyen işçiler ya fazla mesaiye kalıyor ya da ek iş yapıyor.
GÜNDE 8 SAAT ÇALIŞMA ÖZLEMİ

Günde 10, 12 hatta 16 saat çalışan kadın işçiler, ne bedenen ne de ruhen dinlenebiliyor. Neredeyse tüm işçilerin özlemi günde 8 saat çalışma! Ayşe bu özlemi “Artık ben de yaşamak istiyorum” sözleri ile ortaya koyuyor. Ayşe “Mesaiye kalmasam olmaz, kaldığımda da günde 3-4 saat uyku ancak uyuyorum. Kadın işçiler için fazla mesai kaldırılmalı bence. İşte çalış, evde çalış olmuyor, vücut direncim düşüyor. Çok basit ya, ben de çocuğumla oyun oynamak istiyorum. Ben de çocuğumu parka götürmek istiyorum. Oğlum ‘Anne seni özlüyorum, ne olur işe gitme’ dedikçe kahroluyorum. Gizli gizli ağlamak istemiyorum. Ben oğlumun yüzünü görmüyorum, yüzünü. Gece geliyorum uyumuş, tek yapabildiğim öpüp, koklamak. Böyle hayat olur mu?”

UZUN ÇALIŞMA SAATLERİ HASTA EDİYOR

Ayşe daha 29’unda. Bel fıtığı, boyun fıtığı, varis gibi bir sürü hastalığı var. Çalışma temposu sadece bedeninde kalıcı rahatsızlıklara neden olmamış, aylarca günde 12 saat çalışan Ayşe ağır bir depresyon da geçirmiş. Bir süre antidepresan kullanan Ayşe şimdilerde daha iyi olduğunu söylüyor. Çalıştığı fabrikada bu koşullara dayanamayan kadın işçilerden bir kısmının tazminatlarını bile almayarak işten ayrılmak zorunda kaldığını belirtiyor.

İŞSİZLER ORDUSU, İŞÇİLERE TEHDİT UNSURU
Patronlar kârını arttırabilmek için kadın işçileri insanlık dışı koşullarda çalıştırırken işçileri boyun eğdirmek için milyonlarca işsizi de bir tehdit unsuru olarak kullanıyor. DİSK-AR tarafından TÜİK verilerinden yararlanılarak yapılan hesaplamaya göre mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı Nisan 2022’de 8 milyon 107 bin kişi olarak gerçekleşti. Geniş tanımlı kadın işsizliği işsizlik türleri arasında en yüksek kategori olurken, kadın işsizliği yüzde 29,5 olarak gerçekleşti.
İNSANCA ÇALIŞMAK, İNSANCA YAŞAMAK İÇİN

Kuşkusuz bu tabloyu tersine çevirmek insan onuruna yaraşır bir ücret ve insanca çalışma koşulları talebiyle mücadeleye dört elle sarılmakla mümkün. İşsizliğin ortadan kaldırılması ve çalışma sürelerinin düşürülmesi talebi birbiri ile iç içe geçen talepler. Patronlar maliyet hesabı ile yeni işçi almak yerine işçileri fazla çalıştırırken, bir yandan düşük ücretleri maskeliyor, bir yandan da karını katlama fırsatı yakalıyor. Fazla çalışma ile ücretlerin düşüklüğünün nasıl maskelendiğinin en çarpıcı örneklerinden biri, Gebze’de kurulu Neşe Plastik işyeri. Toplu sözleşme görüşmelerinin tıkanması üzerine 18 Mayıs’ta greve çıkan işçiler grevi bir ay sürdürdüler. İşçiler greve çıkma gerekçelerini “Biz yıllarca günde 12 saat çalıştık, ne zaman patron 12 saat çalışmayı kaldırdı, 8 saat çalışır olduk, baktık ki asgari ücret alıyormuşuz” sözleriyle açıklamıştı.

İMKANSIZ OLMADIĞINI GÖSTERECEK OLAN BİZİZ

Sendikalı-sendikasız milyonlarca işçinin ücreti, açlık sınırının gerisinde olan asgari ücret seviyesine düşürülmüşken, yoksulluk sınırı 20 bin lirayı aşmışken çalışma sürelerinin uzunluğu işçilerin bedenlerini öğütürken, milyonlarca işsiz açlığa mahkûm edilmişken bu tabloyu tersine çevirecek bir yol olmalı.

Tüm Ayşelerin sorunları aynıysa, talepleri aynıysa esas mesele bu talepleri elde etmek için yan yana gelebilmeyi, birlikte mücadele etmeyi başarabilmekte. Bu bazen sendikasız bir işyerinde sendikalaşma mücadelesini başlatmak ya da işçilerin içinde bulunduğu koşullara ses etmeyen, patronlarla işbirliği içerisindeki sendikacılara karşı işyerinde kendi birliğini sağlayarak mücadeleye atılmak şeklinde olabilir. Ama biliyoruz ki tüm bu sorunların kaynağı olan bu sömürü düzenini değiştirmedikçe kalıcı çözümler üretemeyeceğiz. Sermaye sınıfının doymak bilmez kâr hırsı, sermayenin çıkarlarını önceleyen hükümetler, bu düzen böyle gitsin diyen sermaye partileri ve elbette onlarla işbirliği içerisindeki sendikacılar evet hepsi bizlerin, işçi sınıfının karşısında. O nedenle biz “Eğer yoksulluk sınırı açıklıyorsanız, tüm ücretleri yoksulluk sınırının üzerine çıkarın” dediğimizde imkânsız diyorlar. Biz “Ücretlerde indirim olmaksızın çalışma saatleri günde 7, haftada 35 saate düşürülsün. Hem işçiler insanca çalışma koşulları elde etsin, hem işsizlik ortadan kalksın” dedikçe “imkânsız” diyorlar. Biz “Bu zamlarla yaşanmaz, zamlar durdurulsun, yapılan zamlar geri alınsın” dedikçe imkânsız diyorlar.

Onlar da biliyorlar ki tüm bu taleplerin gerçekleşmesi mümkün ve hatta zorunlu. Mesele hangi sınıfın çıkarları için mücadele ettiğin, hangi sınıfın çıkarlarını öncelediğin. Yaşadıklarımız bize her gün ve her saniye bu en acil, en yakıcı taleplerimizi; fabrikamızda, yaşadığımız mahallede, bizimle aynı sınıftan, kaderi bizimle aynı olanlarla ortaklaştırmak. Talepler ortaklaştırıldıktan sonra birleşmek de, birlikte mücadele etmek de, mücadelenin yol ve yöntemlerini belirlemek de kolay. Yapacağımız bir kurtarıcı beklemeden, kahramanların masallarda kaldığını bilerek, kendimiz için, kendi geleceğimiz için “Sabredin, bekleyin” diyenlere aldırmadan harekete geçmek. Bunu yapabileceğimizi her grevde, her direnişte göstermedik mi?

Fotoğraf: US Department of Agricultur