Ankara’nın Altındağ ilçesinde çoğunluğu Suriyeli olan mülteci öğrencilerin olduğu yoksul bir gecekondu mahallesi okulunda on iki yıldır sınıf öğretmeni olarak çalışıyorum. Öğrencilere bir öğün ücretsiz ve besleyici yemek sunmanın gerekli değil zorunlu olduğu en iyi benim okulumdan görülür sanırım. 2. sınıf öğretmeniyim. Öğrencilerimin çoğu beslenme getiremiyor, getirenler de bir meyve, salatalık ve yanında bir iki dilim ekmek, çoğu zaman da içine salça ya da zahter sürdükleri bir tür lavaş getiriyorlar. Durumu daha iyi olan ve beslenmesine daha çok özenilen öğrenciler de her gün birkaç arkadaşıyla beslenmesini paylaşmak durumunda kalıyor. Paylaşmak güzel davranış ancak kıt kanaat konulan bir beslenmenin her gün yarıya inmesi de ayrı bir sıkıntı oluyor. Öğretmen arkadaşlarla öğretmenler odasında sık sık konuşuyoruz bu durumu, öğrencilerimize zaman zaman aramızda para toplayıp simit-ayran alıyoruz, bazen poğaça, kek yapıp dağıtıyoruz. Çevremizden biri bağış yapmak, yardım etmek isterse aklımıza ilk gelen gıda veya yakıt yardımı oluyor. Mahallede bulunan kömür deposunun ve marketin telefonu tüm öğretmenlerde var. Öğretmenlik hayatımın en hüzünlü anlarından biri gıda yardımı gönderdiğimiz bir ailenin market poşetlerini ortaya alıp çevresinde oturup dua ederken çekilmiş bir fotoğrafı “Allah razı olsun” notuyla göndermesiydi sanırım.
Okulda dersler bittikten sonra öğrenme ve konuşma güçlüğü olan üç öğrenciye destek eğitim veriyorum. Bütün günü yarı aç yarı tok geçiren bu çocuklarla bir de okuldan sonra ders yapmaya çalışınca ilk söyledikleri “Öğretmenim yemek var mı?” oluyor. Öyle ki ileri düzey konuşma güçlüğü olan öğrenci bile “yemek” ve “acıktım” demeye başladı. Yanımda fazladan bir iki meyve, çubuk kraker, kurabiye filan getirerek okula geliyorum ama bu da çözüm değil geçiştirme oluyor. Geçen gün 4. sınıfa giden bir öğrencimiz derste kötü olmuş, “Karnım ağrıyor, başım döndü öğretmenim” filan deyince öğretmeni de “Bir şey yedin mi bugün?” diye sormuş ve aç olduğunu anlamış. Beni arayıp “Simit getirmiştin ya bugün öğrencime verebilir miyim?” dedi. Öğrenci sınıfta yerse arkadaşlarının canı çeker diye öğretmenler odasında vermiş. Öğlen yediğimiz iki lokma yemek de çoğu zaman boğazımıza duruyor desem yeridir.
On iki yıldır aynı okulda aynı mahallede görev yapıyorum. Onun için derinleşen yoksulluk ve ağırlaşan şartlar benim açımdan çok net görülüyor. Okulda çalışmaya başladığım ilk yıllar beslenme listesi veriyordum öğrencilerime ve genelde bu listeye uyabilirdi velilerim. O yıllarda yaptığımız kutlamalara bakıyorum da masalarda yok yokmuş. Peynirli börek, ıslak kek, patates kızartması, kuruyemiş, kuru meyve ve daha neler neler... Bu sene çocukların çoğu patlamış mısır getirmişti. Bazı ailelere sıvı yağ ve mısır aldık, mısırı patlatıp okula göndersinler diye, yanına biraz mandalina biraz elma koymuşlar. Çocuklar bayram etti yine de çeşit sınırlı da olsa miktar boldu. İşte tüm bu nedenlerden dolayı çocuklar beslenemiyor. Beslenme yetersizliğinden dolayı dinleyemiyor, öğrenemiyor, derse katılımları çok sınırlı oluyor. Her çocuğa bir öğün doyurucu yemek, lütuf değil haktır!
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.