Kadınların ekonomik, sosyal, kültürel hakları, eğitime, sağlığa, istihdama, güvenliğe erişim hakları güvence altına alınmadan şiddetten uzak bir hayat mümkün değil! Bu haklara erişemeyişimizin toplam bir sistem sorunu olduğunu görerek ve temelinde bir eşitsizlik sorunun yattığını bilerek, “Bizi mahkum etmek istedikleri o asgari yaşama hapsolmayacağız. Şiddete, yoksulluğa, geleceksizliğe karşı çaremiz var” diyoruz!
Devlet şiddetin, yoksulluğun, işsizliğin gerçek verilerini toplumsal sorunların büyüklüğü görülmesin, tartışılmasın diye paylaşmamaya uğraşsa da ne yaşadığımızı en iyi biz biliyoruz. Kendi yaşamlarımızdan görüyoruz. Çoğalan tepkilerden, biriken öfkemizden biliyoruz. Bakanlar çıkıp “Yoksulluk yok” diyor, bir taraftan da bayat ekmeği değerlendirme tarifleri veriyorlar. “Şiddete karşı önlem var” deyip, sahip olduğumuz sözleşmeleri feshederek, failleri indirimlerle, aflarla bir bir salıveriyorlar. Emeğimizi, bedenimizi kadın düşmanlığına dayanan otoriter rejime harç yapıp, şiddet ve yoksulluk tablosu karşısında susup oturmamızı bekliyorlar.
Kadınların büyük bir kesimi şikayetçi ve öfkeli. Kadınların bu öfkesinde çalışma ve yaşam koşulları, süreklileşen baskılar, geleceğe ilişkin kaygılar var. Kendilerine vadedilenlerle gerçekte yaşananlar arasındaki derin çelişki var. Durumu değiştirmek için birlikte hareket etmeye gücü göstermeye ihtiyaç var. Yaşadığımız memnuniyetsizliği örgütlülüğe, bilince dönüştürmek sorumluluğumuzun başladığı yer.
Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olan 25 Kasım’a kadar yapacağımız her iş, kadınlarla yaptığımız her buluşma, konuşacağımız her konu bu uzun soluklu sorumluluğumuzun gereklerini yerine getirme noktasında bir adım. Bu adımları “o asgari yaşama” mahkûm olmamak için sıklaştıralım…
HAKLARIN ASGARİSİ, ŞİDDETİN AZAMİSİ
Her gün başka bir hakkımız ipe çekiliyor: bir gün güvenceli çalışma hakkımız, bir gün şiddetin önlenmesiyle gelen yaşam hakkımız, bir gün kürtaj hakkımız, bir başka gün çocukların istismardan korunması hakkı, bir başka gün nafaka hakkımız… Dün kadınları şiddetten korumak, eşitsizliği ortadan kaldırmak için devlete sorumluluk yükleyen İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuz bir şekilde tek adamın kararı ile çıkıldı. Bugün şiddet yasasının tırpanlanması konuşuluyor. Meclis komisyonlarında kadınların şiddete karşı tedbir kararı çıkarttırma hakkının yasalardan çıkarılması tartışılıyor, nafaka hakkı “mağdur babalar” üzerinden boşa düşürülmeye çalışılıyor, sulh komisyonları ile boşanma, şiddet davaları arabuluculuğa ve uzlaştırmaya yönlendiriliyor. Çocuk istismarcılarına af isteyenler hep pusuda. Kadınların en küçük hak talebi “aile mefhumuna tehdit”, “batı özentiliği”, “yerli ve milli değerlere düşmanlık” ilan ediliyor. Kadınların yaşamları her gün karakol kapılarında, başvuru merkezlerinde, mahkemelerde parça pinçik ediliyor. El konulan her bir hakkımız her gün bir kız kardeşimizi daha kaybetmemize, şiddet döngüsünün daha da içinden çıkılamaz hale gelmesine, kadın istihdamının daha da azalmasına, güvencesizleşmeye, kadınların her geçen gün daha da bağımlı hale gelmesine neden oluyor.
Kadınlar bir koruma kararı alabilmek için aylarca uğraşırken, Boğaziçi kayyumu Naci İnci’ye bir günde koruma kararı çıkarılıyor, hem de bizim için kullanılmayan 6284 sayılı Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Yasası gereğince!
Ceza yasalarından, medeni kanundan kadın-erkek eşitliğini vurgulayan, kadınları koruyan maddelerin tırpanlanması için düğmeye basıldı. Her yeni torba yasada, her yeni yargı paketinde adeta kadınların hakları torbalanıp çöpe atılıyor.
25 Kasım’da haykırıyoruz:
BİR TEK HAKKIMIZDAN DAHİ VAZGEÇMİYORUZ!
ŞİDDETİ DEĞİL, ŞİDDETLE MÜCADELEYİ ASGARİYE İNDİRDİLER
Bu ülkede her gün kadınlar dövülerek, yakılarak, boğazı kesilerek, plaza camlarından atılarak, işkence edilerek öldürülüyor. Fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik şiddet alabildiğine arttı. Evlerden sokaklara, işyerlerinden okullara her yer şiddet mahalli. Canını kurtarabilen kadınlar adeta devlet eliyle yargılanıyor. Daha geçen gün boğazına sarılan adamın elini ısırdığı için bir kadın yargılandı. Çilem Doğan’a 15 yıl ceza verildi. Ölmemek için öldürmek zorunda kalan kadınlara, kadınları vahşice öldüren erkeklerin yarısı kadar ceza indirimi yapılmıyor!
Bu korkunç tablo karşısında devlet ise sadece seyirci değil, adeta destekçi. Ama kadınların değil, şiddet faillerinin destekçisi! Bugün devletin hiçbir kademesinde kadının adı kalmadı. Kadına şiddeti önlemekle görevli kurumların bütçeleri kuşa çevrilirken, sığınma evleri yetmez, başvuru merkezleri açılmazken her yerde kadınlara sebat ve itaat etmeyi öneren Aile İrşat Merkezleri kuruldu, buralara personel ve bütçe akıtıldı. Kadınların şiddet gördüğü, boşanmak istediği durumlarda uzlaşmacı arabulucular devreye sokulurken Diyanet İşleri Başkanlığı kadına şiddetle mücadelede en yetkili kurum haline getirilip aile ve dini rehberlik büroları ile kadınlar “şiddetle uzlaşmaya” itildi.
Sığınmaevi, danışma merkezi açması gereken belediyeler “bütçe yok” derken, TÜGVA, TÜRGEV gibi vakıfların her türlü ihtiyaçlarını karşıladığını, buralara milyon liralar aktığını öğreniyoruz. Genç kadınlar okumak, yurt bulmak, kampüslerde şiddetten, tacizden korunmak, güvenceli iş bulmak, eşit bir yaşam kurmak isterken karşılarına kadınları tecrit eden Kadın Üniversiteleri çıkarılıyor. Üniversitelerde Cinsel Tacizi Önleme Birimleri bürokratik engellerle işletilmiyor, bütçe ayrılmıyor, kadın toplulukları üniversite yönetimleri tarafından baskıya maruz kalıyor.
Bu 25 Kasım’da haykırıyoruz:
YANDAŞA SERMAYEYE DEĞİL, KADINLARA BÜTÇE!
YANDAŞA, SERMAYEYE, KAYYUMA DEĞİL, KADINLARA KORUMA!
YOKSULLUK PİK YAPTI, DERDİNİ KADINLAR ÇEKİYOR
Pandemiyle ekonomik krizin derinleşmesinin hayatlarımıza yansıması sarsıcı oldu. Yoksulluk sınırının altında 10,5 milyon kişi yer alırken, bu nüfusun yarıdan fazlasını ise kadınlar oluşturuyor.
Kısa çalışma ödeneği ya da ücretsiz izne zorlanan kadınlar ellerine geçen kısıtlı parayla geçinmeye zorlanırken borçlandılar. Mesai ücretleriyle, bulduğumuz ek işlerle açığı kapatmaya çalışmaktan bitap düştük. En temel ihtiyaçlara her gün zam üstüne zam gelirken, ücretler gram artmıyor. Patronlar kâr üstüne kâr eklerken iş, ücretlerin arttırılmasına gelince “kriz var”a sarılıyor. Bir şey istemesin diye çocuğu dışarı çıkarmamak, tane hesabı meyve sebze için akşam pazarını beklemek, elde broşür market market ucuzluk kovalamak, kendine bir iğne bile almamak, son kullanma tarihi geçmiş ürünlerle sofra kurmak, ısınabilmek için kat kat giyinip battaniyenin altında akşam geçirmek, bu koşullarda artan hastalıkların derdine düşmek artık sıradan. Temel ihtiyaçların her biri bugün birer lüks haline geldi. Bugün yoksulluk sınırı 10 bin lira, asgari ücret 2 bin 825 lira!
Soruyoruz, sürekli yetmeyeni yetirmeye çalışmak şiddet değilse nedir? Bir lokma bir hırkaya mahkûm edilmek şiddet değilse nedir?
Kadınlar, öldürmeyen ama süründüren bu yaşam koşullarına karşı çareyi kendilerine benzeyenlerle dayanışmada bulabiliyorlar ancak. Devlet yok sanki! Sosyal destek yok, yoksulu düşünen yok, bu koşullarda verginin en çoğunu veren de en çok sabır göstermesi beklenen de biziz. Öfkeliyiz; çünkü bu yoksulluğun aynı zamanda şiddeti de arttırdığını biliyoruz. Ama çaresiz değiliz. Yoksullukla sınanan, yaşamı sadece nefes alıp vermeye indirgenen kadınlar olarak “Artık yeter” deme vaktimiz geldi.
25 Kasım’da haykıracağız:
YOKSULLUK KADERİMİZ DEĞİL, GÜCÜMÜZ BİRLİĞİMİZ, ÇAREMİZ ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!
KADIN İSTİHDAMI GERİLİYOR, İŞYERİNDE BASKI VE ŞİDDET ARTIYOR
Hayatımızı topyekûn değiştiren pandemiyi fırsat bilen patronlar kadınları eve mahkûm eder, çalışma yaşamının dışına atarken çalışma yaşamı içinde yer alan kadınlar açısından da haksızlıklar ve ayrımcılık derinleşti.
DİSK-AR’a göre her 3 genç kadından 1’i işsiz. Genç kadınlarda işsizlik yüzde 55’e dayandı. Evden çalışma kalıcı hale getirilerek esnek çalışmayla sömürü katmerlendi.
İşyerlerinin hijyeninden de sorumlu tutulan kadınlar, 12 saatten fazla çalışmaya, ayakta yemek yemeye zorlandı. Mola saatleri düştü, bant hızlandı, daha az sayıda işçi daha fazla iş yapmaya zorlandı. Az zamanda çok iş baskısıyla, hakaret, mobbing ve taciz arttı. “İşten atılırım” korkusuyla yaşadıklarına ses çıkarması zorlaşan kadınlar, işyerinde artan yükle birlikte evdeki artan gerginliğin ve şiddetin de hedefi.
Artan bütün bu yükler karşısında ise işyerinde denetimler zayıfladı, patronları denetleyen yok, kadın istihdamının bu denli azalmasına yönelik önlem yok, kadınlara güvenceli işler yaratmaya dönük programlar yok iktidarın gündeminde. Tam tersi… Bu karanlık tabloyu daha da karanlık hale getirecek yeni düzenlemeler peşindeler. Biz kadın işçileri iş yaşamında daha çok güvencesizliğe, geleceksizliğe, şiddete, baskıya mahkûm edecek projeler değil, işyerinde şiddete karşı etkili bir sözleşme olan ILO 190’ın imzalanmasını istiyoruz. Sendikaların bu sözleşmenin imzalanması ve gereklerinin yerine getirilmesi için mücadele etmesi gerekir.
Bu koşullar karşısında kadın işçilerin en öne geçtiği irili ufaklı direnişlere, grevlere sahne oluyor ülkenin dört bir yanı. Sıfır zam dayatmalarına, işyerinde mobbinge, örgütlenme hakkının önüne çıkarılan engellere karşı bu direniş ve grevler kadın işçiler arasında birlik olma, mücadele etme ve kazanma duygusunu da perçinliyor.
25 Kasım’da haykırıyoruz:
Güvenceli iş, insanca yaşanacak ücret, şiddetsiz bir yaşam!
ILO 190 İMZALANSIN, İSTİSNASIZ UYGULANSIN!
EĞİTİM HAKKIMIZ, GELECEĞİMİZ ÇALINIYOR!
Uzaktan eğitimle beraber çocuk işçiliği artarken özellikle yoksul çocukların eğitime katılımı düştü. Kız çocukları ise en çok etkilenen kesim oldu. Yüz yüze eğitime geçilen dönemde, 675 bin çocuk okul dışında kaldı, kız çocuklarının okullaşma oranı örgün eğitimdeki tüm kademelerde erkek çocuklarının gerisine düştü. Geleceğimiz çalınıyor.
Eğitimin zorluklarıyla ve sorunlarıyla başa çıkmak zorunda kalan veliler artan kırtasiye fiyatları, okul kayıt paralarıyla, zorunlu bağışlarla daha da büyük bir sıkışmışlığın içine itildi. Okullarda vakalar artar, önlemler alınmazken okullardaki hijyen sorunu da velilerin üstüne yıkıldı. Çocuğunu büyük kaygılarla okula gönderen ailelerin geçim derdine bir de okulun hijyen masrafları ekledi. Bu koşullarda eğitim hakkından ilk vazgeçilenler hep kız çocukları…
Öte yandan Cumhurbaşkanının 2021 Eylem Planında yer alan Kadın Üniversiteleri hedefi ile kadın öğrencilerin kamusal alanda varlığı da tehdit altına girdi. Kadın Üniversiteleri iktidarın kadınları kendi isteği doğrultusunda sıkıştıracağı ve kendi hegemonyasını tesiste daha avantajlı konuma geleceği bir alan yaratma, kadını korunması gereken bir pozisyona sokma, tacizciyi değil tacize uğrayanı, şiddet uygulayanı değil şiddet mağdurunu tecrit eden bir uygulamadan öte bir şey değil. Eğitimin dahi asgarisine mahkûm edildiğimiz koşullarda bu tabloyu tersine çevirmek de bizim elimizde!
25 Kasım’da haykırıyoruz:
EĞİTİM HAKKIMIZ İÇİN 7’DEN 70’E, YURTTAN KAMPÜSE KADINLAR EL ELE!
HAYAT BU DEĞİL, BİLİYORUZ!
Artan yoksulluk, işçilere yüklenen fazla mesailer, ev içi işlerin yükü, geçinebilmek için arayıp bulduğumuz ek işler… Kadınlar ev işlerinde erkeklere oranla günde 4 saat fazla çalışır, kadın-erkek ücret eşitsizliği yüzde 20 seviyelerinde gezer, aynı işi yapan kadın işçi erkeklerden ortalama yüzde 20 daha az kazanırken, en temel ihtiyaçlarını dahi gözetemeyen kadınlar için sosyal yaşam lüksün de lüksü oluyor.
Yetmeyen gün, bitmeyen işler cenderesi altında sosyal yaşantımıza zerre vakit ayıramıyor, komşuda kahve içmenin bile lüks haline geldiği, sinema, tiyatro konserin hayalden ibaret kaldığı, kadın kadına takılma fırsatını geç, aile ile bile bir kuruş fazla harcama imkanımızın olmadığı bir yaşamın içinde hayatımız sadece nefes almaya indirgeniyor. Ufkumuz, hayallerimiz daraltılıyor.
Böyle bir hayata mahkûm olmak şiddet değilse nedir?
Oysa “8 saat iş, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse” talebi yüz yıllardır işçi sınıfının dilinde, yüz yıllardır! Çalıştığımız kadar dinlenmek, dinlendiğimiz kadar sosyal yaşantının içerisinde de var olmak istiyoruz, bunu yaparken de cebimizde kaç kuruş kaldı diye düşünüp durmak istemiyoruz.
Devletin kadınlar için ücretsiz kamusal alanları daraltmasını değil, artırması gerektiğini, yerel yönetimlerin kadınların bu en temel sosyalleşme ihtiyaçları için bütçe ve olanak yaratması gerektiğini hatırlatıyoruz! Ve bunu talep etmek de en büyük hakkımız…
25 Kasım’da haykırıyoruz:
Sadece nefes almak değil, hayatın tüm güzelliklerindeki payımızı istiyoruz!
Fotoğraflar: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Bilinen hikayelerin bilindik sonlarını değiştiren...
Çocuğu kayınbiraderi tarafından istismar edilen Esra, şikayetçi olunca kocası Esra’ya hayatı dar etm...
Yarın değil şimdi, yalnız değil hep beraber!
Bir araya gelme ihtiyacı bir bıçak gibi teni geçince aşılır. Asıl zor olan, birlikte değiştirmeye, a...
Şiddete, eşitsizliğe ve yoksulluğa karşı çaresiz d...
Burası senin kürsün: Yaz, çiz, paylaş, anlat… Birlikte yükselsin; “Şiddete, eşitsizliğe ve yoksulluğ...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.