Afganistan’ın gör dediği
Gerçek özgürlük ve nihai kurtuluş yerli ve göçmen kadınların antiemperyalist mücadelede onları ezenlere ve sömürenlere karşı birleşmesindedir.

16 Kasım 2001. ABD Başkanı George Bush’un haftalık radyo konuşması alışılmışın dışına çıkıyor: “Günaydın. Ben Laura Bush. El Kaide terörist ağının ve Afganistan’da onu destekleyen rejimin, Taliban’ın kadın ve çocuklara karşı barbarlığına odaklanmak üzere dünya çapında bir çabanın ilk adımını atmak için bu haftanın radyo konuşmasını ben yapacağım.”

11 Eylül saldırılarının ardından ABD işgal güçleri 7 Ekim 2001’de Afganistan topraklarına girmiş, üzerinden bir ay 9 gün geçmiş. Bu süre zarfında Afgan halkının kendi içinden çıkan demokratik güçlerin inisiyatifinde değil, ABD güdümünde görülüyor Taliban’ın insanlık suçlarıyla hesap. Bir yandan ABD Temsilciler Meclisi Alt Komitesi “Afgan halkı-Taliban” duruşmalarını yürütürken diğer yanda Taliban kuvvetleri başkent Kabil’den sürülse de kırsalda şiddetin tırmandığı çatışmalar devam ediyor. Kuzey İttifakı askerleri ile Taliban militanları arasındaki çatışmalar ülkedeki etnik fay hatlarını da aktive ederek yeni iç çatışmaları tetiklemiş. Gruplar birbirine hem kurşun sıkıyor hem de bir savaş taktiği olarak karşı taraftan kadınlara tecavüz ediyor. Çoğu zaman toplu tecavüz halini alan bu ihlallere ABD askerleri de katılıyor. NATO bombaları sivil halkın temiz su ve gıdaya erişimini imkansız hale getirirken Oxfam ve Dünya Gıda Programı açlık tehlikesi hakkında uyarıda bulunuyor.

Ve tüm bunlar yaşanırken First Lady Bush radyodan sesleniyor: “İşte o rejim ülke topraklarının çoğunda geri çekiliyor şu an. Ve Afganistan halkı, özellikle de kadınlar sevinç içinde. Dünyanın geri kalanının bugün keşfetmekte olduğu gerçeği Afgan kadınları zor yoldan öğrendiler: Kadınların vahşice ezilmesi teröristler için temel bir amaçtır.”

‘TERÖRLE MÜCADELE’ KONSEPTİNDE AFGAN KADINLAR

Çatışmasız yeni dünya düzeni söyleminden “terörle mücadele” konseptine geçişte öne çıkarılan bir kadın figür Laura Bush. Afgan kadınlar bu konseptin merkezine yerleştiriyor. Emperyalizmin yeni döneminde ona düşen rol bu; Afgan halkının yüzde 70’inin kötü beslendiğinden, her 4 çocuktan birinin 5 yaşını dahi göremeden öldüğünden, çocukların uçurtma dahi uçurmalarının yasak olduğundan, kadınların başlarında bir erkek olmadan evden çıkamadıklarından, güldüklerinde dayak cezası aldıklarından, oje süren bir kadının parmaklarının kırıldığından bahsetmek. Ve bunları ancak bir teröristin yapabileceğini söylemek. Böylece “Terörizme karşı savaşmak, aynı zamanda kadınların hakları ve onurları için savaşmaktır” diye bağıtlıyor Avrupa demokrasisini.

İşgalden tam 5 ay sonra, 8 Mart 2002’de bu kez Birleşmiş Milletler kürsüsünden sesleniyor First Lady: “Bugün dünya Afgan kadınlara bir zamanlar bildikleri yaşamlarına geri dönmeleri için yardım ediyor… Bugün, uluslararası kadınlar gününde Afganistan’da ve tüm dünyada kadınların insan haklarını koruma görevimizi bir kez daha dile getiriyoruz. Ayrıca savaşın ve adaletsizliğin yaralarını sararken bütün Afganlara desteğimizi sunuyoruz.”

Laura Bush’un çabaları münferit değil, kapsamlı bir “terörle mücadele” programının ekran yüzü. Amerikan Dış İşleri Bakanlığının Taliban ve Kadın Hakları Raporu ve Time dergisinin “Lifting the Veil” (Peçeyi Kaldırmak) manşetiyle destekleniyor. Bütüncül bir “terörle mücadele” propagandası Afgan kadınların demokrasi mücadelesini gölgeliyor. Örneğin, kimse Kabil Taliban’dan temizlendiğinde Kuzey İttifakı’nın engellediği iki kadın yürüyüşünden bahsetmiyor. Ya da 4-5 Aralık 2001’de Brüksel’de düzenlenen Demokrasi İçin Afgan Kadınları Zirvesi’nden, bu toplantıya katılan onlarca kadın örgütünün bir araya gelerek 4 başlıkta oluşturduğu 62 maddelik talepler listesinden bahsetmiyor. Taliban sonrası geçiş hükümetinde kurulan Kadın Bakanlığının tam 6 ay boyunca bir ofis dahi açamamış olması mesele değil. ABD’nin çıkarları doğrultusunda yürürlüğe konan “terörle mücadele” konseptinde bunlar zaman ve enerji harcamaya gerek olmayan detaylar. Bu konseptte Afgan kadınlar işgali meşru kılacak kadar mağdur ve mazlum görünmek ve görülmek zorunda. Zira “Sonsuz Özgürlük” operasyonunda birtakım özgürlük alıcılarına ihtiyaç oluyor.

EMPERYALİZMİN ARAÇ KİTİNDEKİ SİYASAL İSLAM

Diğer bir deyişle, Time dergisine kapak olunabilmesi için önce zorla örtülen bir peçe olması lazım ki “Peçeyi Kaldırmak” mümkün olabilsin. Hem de Afgan kadınlarının eğitim ve sağlık hakkı, siyasal hak ve özgürlüklerden oluşan 62 maddelik talepler listesinde bir kere bile değinilmediği halde. Burka, Taliban için kadınları kapatmanın, emperyalistler için çıkarlarına ulaşmanın bir aracı. Bu anlamda bakıldığında, kadın bedeninden çok bu ikisi arasındaki tarihsel ilişkiyi örtüyor. Gerçekliği örten bu peçeyi kaldırmak içinse biraz Soğuk Savaş dönemine gitmek gerekiyor.

ABD başta olmak üzere Batılı emperyalistlerin Sovyetler Birliği’ne karşı özellikle Orta Asya ve Ortadoğu’da İslamcı örgütleri silahlandırdığı ya da finanse ettiği artık gizlenmeye ihtiyaç dahi duyulmayan bir gerçek. Kökleri 1940’lı yıllardan itibaren Hindistan ve Pakistan’da ABD desteğiyle açılan sübyan mektepleriyle ve eğitim kamplarıyla tohumları atılan örgütlenmelere kadar uzanıyor. Yaptığı darbeyi sosyalist bir devrime dönüştürmekte başarısız olan Sevr Devrimcilerinin bir kanadının çağrısı üzerine, 1979’da Afganistan topraklarını işgal eden Sovyetler Birliği’ne karşı özellikle Pakistan aracılığıyla mücahitlere destek devam ediyor. ABD’nin Soğuk Savaşın bu cephesine harcadığı para yaklaşık 5 milyar dolar. Arap devletleriyle Çin’in harcamalarıyla bu rakam 10 milyar doları geçiyor. Sovyetlerin ise bunun 4 buçuk katı kadar para harcadığı tahmin ediliyor.

Sovyetler’in yenilip çekilmesiyle ABD’nin de askeri gücünü çekmesi Afganistan halklarını karmaşık bir mücahitler güruhuyla baş başa bırakıyor. Kanunsuzluk, yolsuzluk ve zulüm dayatan savaş ağaları, başına buyruk keyfi haraç ve ceza kesen yerel çeteler. Ve yine Mücahitler içerisinden çıkma bir çeşit Robin Hood başlığı takmış Molla Muhammed Ömer etrafında toplanmış, başıbozuklara karşı “katıksız İslam”ı savunan Taliban.

90’lı yılların ilk yarısını milis gücü olarak geçiren ve 1996’da iktidara gelen Taliban’ın uygulamaları bilindik; kadınların eve kapatılması ve erkek olmaksızın sokağa çıkamaması, erkeklerin sakal bırakma zorunluluğu, TV, eğlence, spor ve müziğin yasaklanması, eşcinsellerin şiddetle ve ölümle cezalandırılması. Bunlar Taliban İslamı’nın “katıksız” tarafı. Bu açıdan, her şeyi toplumun üretim tarzından soyutlayan bir ideoloji olarak İslam klasik bir din. Ancak -Hristiyanlığın aksine- kendi iç dinamikleriyle reformasyon geçirmemiş bir ideoloji olarak İslam, emperyalizm çağında, emperyalistlerin güdümünde küresel piyasaya eklemlenmek ya da adapte olmak durumunda.

Elbette bu adaptasyon ekonomik temellerden soyutlanmış bir “medeniyetler çatışması” şeklinde gerçekleşmedi, gerçekleşmiyor. Taliban’ı da ABD emperyalizmine ekleyen birtakım menteşeler var. 1990’lı yıllarda, Teksas menşeili petrol şirketi Unocal’ın Orta Asya’da Türkmenistan-Afganistan-Pakistan güzergahında inşa ettiği doğal gaz boru hattında başıbozuk mücahitlerin ve savaş ağalarının kanunsuzluğuna karşı düzen vadeden Taliban’ın Suudi Arabistan ve Pakistan aracılığıyla desteklenmesi bu eklem noktalarından biriydi. Üstelik Taliban İran karşıtı bir güç olarak ABD’nin bölgesel siyasetinde de kullanışlıydı. 2000’lerin terörle mücadele konseptini şeriat hükmü altında ezilen Afgan kadınlar üzerine oturtan ABD, 90’lı yıllarda Herat’ı ele geçirip binlerce kız çocuğunu okuldan dışarı atan, Kabil’e girdiğinde kadınların büyük kapatılmasını tamamlayan Taliban’a yol veriyordu. Ta ki 11 Eylül 2001 saldırılarına kadar. Ne var ki, 11 Eylül sonrası dünyada belirleyici olan “terörle mücadele” konsepti de sürekli çatışma öngören tartışmalı bir sürdürülebilirliğe sahipti. Emperyalizmin araç kitindeki, radikal/terörist/militarist versiyonlarına karşı, siyasal İslam’ın elli tonundan birkaçına tekabül eden “Ilımlı İslam”, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya ülkelerine sermaye ihracının üst yapıdaki politik mevcudiyetiyle, yani “demokrasi ihracı” ile tamamlanan bir unsur olarak pohpohlana geldi. Biden’ın “1 trilyon dolar harcadık ve buna değmedi” mealinde teslim ettiği yenilgiyle sonlu olduğu acı deneyimlerle anlaşılan “Sonsuz Özgürlük” dikiş tutmadı. Bush döneminin mücadele edilen teröristleri, artık Doha’da diplomasi masasına oturulabilir politik aktörler.

SONSUZ ÖZGÜRLÜKTEN DEMOKRASİ İHRACININ SONUNA

Bugün, siyaset bilimci Arzu Yılmaz’ın çok doğru tespitiyle “artık demokrasi Batı için bir ihraç ürünü olmaktan çıktı.”  Ne var ki, sermaye ihracı için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Yani emperyalizm hâlâ yerli yerinde; halkların ve emekçi sınıfların, kadınların kaderine hükmetmeye devam ediyor. Afganistan’ın yeraltı maden ve enerji kaynakları ve coğrafi konumunun uluslararası ticarette tuttuğu yer üzerinden yeniden bir karşılaşma zemini bulan Rusya-Çin-İran ile ABD ve Avrupalı emperyalistler arası rekabet, Taliban’ı realpolitik bir siyasi aktör haline getirmiş durumda. Evet, ulusal sınırları kontrol eden, diplomasi becerisini geliştiren, piyasaya daha iyi eklemlenmiş ama şeriat düzeniyle ülke yöneten bir Taliban ile diplomasi tutuyor Batı “demokrasileri”. Artık Taliban’ın terörist, radikal islamcı, kadın düşmanı değil, müzakere edilebilir bulunduğu bir konsepte giriş yaptık. İç politikada güçlenen sağ ve faşist örgütlenmelerin ya iktidarda olduğu ya da iktidarı zorladığı böylesi bir dönemde dış politikalar burjuva demokrasisinin liberal peçesinden sıyrılıyor. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere birçok uluslararası sivil toplum kuruluşunun askeri güçle birlikte Afganistan topraklarından sökülmesi, geride bıraktıkları Afgan kadınlara sokakta yürürken selam vermemek için kafasını çevirdiği bir yabancı muamelesi yapması bunun en hüsran verici göstergesi. 30 Ağustos gecesi Kabil Havaalanından kalkan son ABD uçağının ardından Taliban tarafından atılan havai fişekler emperyalizmin demokrasi eklentisi olmadan sermaye ihracı dönemini selamlıyor.

Fotoğraf: Evrensel

GERÇEK ÖZGÜRLÜK VE NİHAİ KURTULUŞ İÇİN
Dünyanın dönüş hızı artıyor. Bu her anlamda böyle. Gezegen olarak Dünya, Güneş etrafında daha hızlı dönüyor. Yerküre üzerinde her gün bir yerlerden gelen sel basması, dere taşması ya da yangın haberleri doğanın da hareketini hızlandırdığını gösteriyor. İnsan toplumunun ev sahibi olarak Dünya daha yavaş hareket etmiyor; toplumsal gelişmeler de ivmesini artırıyor. Bir nesil süren yılların emperyalist işgali birkaç günde sona erdirilirken, bir ülkenin rejimi birkaç saat içerisinde değiştirilebiliyor. Bu birkaç gün içerisinde on binlerce, hatta yüz binlerce insan ülke içinde ve dışında yerinden edilebiliyor.
Tek adam iktidarı yeni paylaşım sürecinden kendisine düşen pay için leşçiller gibi Kabil’in etrafında dolanırken, Türkiye halkları ise, Suriye savaşının tetiklediği son 10 yıllık göçün de etkisiyle, endişeyle “Afgan göçü”ne odaklanmış durumda. Çok muhtemel ki, Afganistan’dan İran ve Türkiye’ye göç katlanarak devam edecek. Ancak göç veren ülkenin emperyalistlerle geçmişi, bugünü ve muhtemel geleceği dahil edilmeden, yani emperyalist kapitalist sistem ve onun siyasal İslam’la dansı teşhir edilmeden yapılan her göç tartışması, her gün daha büyük bir kısmı gasbedilen ekmeği yerli-göçmen arasında pay etme çözümsüzlüğüne tıkanmaya mahkûm. İşte tam da bu noktada Afganistan gerçeği bize gör diyor;
“Terörle mücadele” söylemi, emperyalist pazar savaşında bir ayak oyunudur; artan her çatışma kadınlara şiddet, yıkım ve tecavüz olarak geri döner.
Emperyalizm ekonomik kalkınma getirmediği gibi, emperyalist işgal altında demokratikleşme olmaz, kadınlar özgürleşemez. Kadınlar için özgürlük, emperyalistlerin güdümündeki sivil toplum ve yardım kuruluşlarına bel bağlayarak elde edilemez.
“Gerçek İslam bu değil” retoriği emperyalistlerin enstrümanı olan siyasal İslam’a içi boş kovanla kurşun atmaktan farksızdır; kadınların hayatındaki asli gerçek, siyasal İslam’ın yaptıklarıdır.
Gerçek özgürlük ve nihai kurtuluş yerli ve göçmen kadınların antiemperyalist mücadelede onları ezenlere ve sömürenlere karşı birleşmesindedir. Çözüm; bu birliği örgütleyecek olanların dünyanın değişim hızına yetişmesinde, halk iktidarını tesis edecek mücadelede daha iddialı ve cesur davranabilmesindedir. Şüphesiz ki bu iddia ve cesaret kadınların hem zorunluluğu hem de özgürlüğüdür.

Manşet fotoğrafı: Unplash

İlgili haberler
Bir haykırışı dokumak…

Ekmek ve Gül’ün eylül sayısı, kendileri adına konuşan egemenlere karşı kadınları n megafonu alarak s...

Ford Otosan işçisi yazdı: Türk Metal’in TİS taslağ...

‘Kadının k’sinin olmadığı bu taslak kabul edilemez’ diyen Ford Otosan’da çalışan kadın işçi, metal i...

Yanan ev, çatı değil, çocukluğudur insanın…

Kadınlar, bütün bu olup bitenlerden son derece üzgün ve öfkeliler. Emek emek yaptıkları evlerinin, y...