8 Mart’tan 1 Mayıs’a Mücadelemizde Bahar Temizliği
Mücadele sadece patronlara karşı değil, kapitalist sınıfın bir uzantısı haline gelen sendikal bürokrasiye de karşı!

Hiç dalgalı denizi dakikalarca, hatta saatlerce seyrettiğiniz oldu mu? Üzeri köpüklüdür; birinin öfkesi kabardığında “köpürdü” denmesi boşuna değil. Bir de içi vardır dalganın. Deniz süt limanken derinde birikeni görmek pek mümkün değildir. Ama dalga, kökünden kopan yosunu yükseltir, yüzeye çıkarır. Dipte yüzden balığı içine çekip ileri fırlatır. Denizciler “lodos bereketi” der hatta. Bazen bereketli olan insan çöpüdür; denizin dibinde biriken pisliğimizi dalganın içinde gördüğümüz olmuştur. Kabaran denizde neyi ne kadar göreceğimiz, harekete geçirenin meşrebine göredir; meltemse daha az, fırtınaysa daha çok. Yüzey akıntısıysa daha kısa ve geçici, dipten gelen dalgaysa daha uzun ve kalıcı…

Her dalganın bize öğrettiği bir şey vardır. Çünkü durağan haldeyken görünmeyen, hareket halinde kendini hızla önümüze seriverir. Son birkaç ayda patlak veren işçi direnişleri gibi. 2022’nin ilk iki üç ayında son birkaç yılın toplamından daha yoğun iş bırakma eylemiyle karşılaştık. Kimisi bir anda parlayıp söndü kimisi uzunca bir süredir dipte fokurdayan hoşnutsuzluğun yüzeye çıkması şeklinde seyretti. İrili ufaklı iş bırakma eylemlerinin sayısı şimdiden 100’ü geçti.

Emek gücünü satarak geçinenlerin bu dalgalı hareketlenmesi pek çok yönden ele alınabilir, alınıyor da. Sabrın taşma nedenleri dile getiriliyor. İş bırakan kesimlerin yaş ve cinsiyete göre dağılımı ya da eğitim seviyesi konuşuluyor. Eylemlere katılan işçi sayısıyla sendikalaşma oranı arasındaki tezatlık nadiren de olsa vurgulanıyor. Pek çok örnekte, kadınların, özellikle genç kadınların eylemlerin en önünde yer aldığına değiniliyor. Ne var ki bu eylemlerin önümüze fırlattığı birtakım gerçekler var konuşmamız gereken. En başta da kadınların sınıf mücadelesine katılmasının önündeki engeller; ataerkil aile, kapitalist üretim sürecinin kendisi ve özellikle de sendikal bürokrasi.

KADIN EMEĞİNİN KAPİTALİST SÖMÜRÜSÜ

Bu aralar kadın istihdamı üzerine pek çok rapor yayınlandı. Kaynaklar farklılaşsa da vardıkları ortak bir sonuç vardı ki o da kadın işsizliğinin artışıydı. Hatta erkek istihdamında nispeten artış yaşanırken kadın işsizliğinde artış yaşanıyor görünüyor bazı raporlara göre. Ekmek ve Gül’ün herhangi bir sosyal medya hesabına girin ve son birkaç aylık paylaşımlarına bakın. OPPO, Xiaomi Salcomp, Pas South… Bu haberlerde hep “yarısından fazlası”, “çoğunluğu” ya da “yüzde 80’i, 90’ı” kadın olan işçilerin eyleme geçtiğini görüyoruz. Ya da mesela Eskişehir Organize Sanayi Bölgesinde kadın istihdamının yüzde 20’ye yükselmesine övgüler okuyoruz. Özellikle belli sektörlerde, Türkiye devletinden teşvik alan yabancı sermayenin -ki burada Çin sermayesi özel olarak öne çıkıyor- kurduğu işletmelerde kadın istihdamının arttığına delalet bu durum.

Kapitalizm burada toplumsal bir gerçekliği, kadınların ezilen cinsiyet konumunu ustaca artı değere çeviriyor. Kadınlar, sipariş varken çalıştırılıp yokken kolayca kapı önüne konabilen, daha düşük ücretlere çalıştırılabilen, üstelik patrona ek devlet teşviklerinin yolunu açan, maaşının asgari ücret kadarı İŞKUR tarafından ödendiğinde neredeyse işverene hiçbir maliyeti olmayan işçiler. Kadın istihdamının bir yandan azalıyor bir yandan artıyor görünmesini kısmen bu işçilik-işsizlik arasındaki hareketlilik anlamlı kılabilir. Tam da bu istihdam esnekliği, kadının işçi olarak kolay harcanabilirliği, ona özel olarak biçilen bu düzensiz işçilik ya da kendi deyimleriyle “işten atılma korkusu” kadınların, istikrar gerektiren sınıf mücadelesine katılımının önündeki yapısal bir engel.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

KAPİTALİST DENETİMİNİN ATAERKİL KARAKTERİ

Ancak kapitalist için kadın iş gücünü tercih etmenin tek nedeni bu “ekonomik” avantajlar değil. O, mümkün olan maksimum kârı elde etmek için işyerindeki üretim süreci üzerinde maksimum denetimi sağlamak zorunda. Bu kapitalist denetim, işyerinde üretim hedefi, sayı baskısı, performans ölçümü, üretim hattı boyunca konulan kameralar, saniyesi sayılan molalar, eften püften bahanelerle tutulan tutanaklar biçiminde yaşanıyor. Denetimin genel uygulamaları kadın erkek cinsiyet gözetmeksizin tüm işçiler üzerinde baskı kurmak üzere tasarlanmış.

Ancak işçilerin çoğunluğunun kadın olduğu bazı fabrikalarda bu uygulamaların insan bedeninin sınırlarını zorlayacak boyuta varabildiğine dikkat çekmek lazım. Direnişle gündemimize gelen ve yüzde 90’ı kadın olan Pas South işçilerinin “telafi” cenderesi bu duruma örnek. Arçelik, BSH, Varicon gibi beyaz eşya firmalarına üretim yapan fabrikada, sipariş olmadığında işçiler saat bazında borçlu kabul ediliyor, sipariş geldiğinde ise her fazladan mesai bu borçtan düşülüyor. İş günü 10 saat olan fabrikada asla fazladan mesai ücretleri ödenmiyor. 250 saat borçlu olan işçiler var! Kadınlar, Sisifus misali, angaryaya koşuluyor.

Kapitalist için işçi kadın olunca davranışlarına sınır koymanın -erkek işçilerde işlemeyen- başkaca cinsiyetçi yöntemleri var. Direnişlerle birlikte pek çok örneğini gördük ama en pes dedirteni Xiaomi Salcomp’tan geldi. Kadınlara kılık kıyafet yasakları, fabrikaya girişte dedektör ötüyor diye metal içermeyen sutyen giyme zorunluluğuna kadar vardırıldı. Kadının emek süreci üzerindeki denetimde yine de en “kârlı” olanı, geleneksel “namus” algısını işyerinde pekiştirmek. Kahkaha atan, yüksek sesle konuşan, erkeklerle sohbet eden kadınlar hakkında çıkarılan ya da en azından izin verilen dedikodular kadınları ya erkek gibi davranmaya ya da erkek mesai arkadaşlarıyla hiç iletişim kurmamaya itiyor. Hatta işçilerin çoğunluğunun kadın, ücretlerin tam da bu yüzden düşük olduğu işyerlerinde çalışmaya meylediyorlar. Yani kapitalist denetimin ataerkil karakteri işyeri temelinde örgütlülüğün önünde yapısal bir engel.

KADINI DİRENİŞTEN ALIKOYAN ATAERKİL AİLE
Kadınların sınıf mücadelesine katılımına set çeken unsurlar işyeriyle sınırlı değil elbet. Kapitalist toplumun ataerkil ailesi, emek gücü sömürüsünün işyeri dışındaki birincil tamamlayıcısı. Mesele sadece aile içinde kadının ücretsiz bakım emeğinin ruhu tüketmesiyle sınırlı değil. Derinleşen yoksullukla at başı giden kışkırtılmış erkeklik; baba, abi, kardeş, eş formunda kadını köleleştirme arzusunda. Daha 24 yaşında babadan kocaya, kocadan işyerine şiddet sarmalı dışında bir hayat yaşamamış bir OPPO işçisini mesela boşansa da bu direnişten alıkoyabiliyor ataerkil ailenin kadın üzerindeki hükmü: “Boşanma davam devam ediyor. Eşim sürekli beni çocukla tehdit ediyor. Kiradayım ve bir gün bile boş duracak zamanım yok. Ben de kovulduğumun ertesi günü yevmiye işi buldum, geçici olarak çalışıyorum. Birlik olup o işe geri dönebilir miydik? Bilmiyorum ama ben vicdan azabı çekerek arkamı dönmek zorunda kaldım. Fabrikanın önünde kaç gün beklerdik? Nasıl yapardık? Küçük çocuğumu kime bırakırdım… Bu soru işaretleri beni diğer işçilerle birlikte hareket etmekten alıkoydu. En çok ben istedim bağıralım, sesimizi yükseltelim diye ama sendikanın da arka çıkmayacağını anlayınca bari bir an önce iş bulayım dedim.”
SENDİKAL BÜROKRASİ İLE ATAERKİLLİĞİN MUTLU BİRLİĞİ

Sendika kadınların hayatında çelişkili bir varlık. Kimisi Bursa Acarsoy Tekstil’de işten atılıp tek başına direnen Selinay gibi “21 yaşında bir kadın olarak sendikayla birlikte öz güvenim daha da arttı. Arkadaşlarımı da bu çatı altında, sendikalaşmaya davet ediyorum” diyor. Kiminin anlattığıysa kapitalist üretimde sendikal bürokrasiyle ataerkil ailenin mutlu birlikteliğini gözler önüne seriyor. Yakın zamanda işten çıkarılan Funda’nın söyledikleri gibi: “Aylardır iş arıyorum, yaş dolayısıyla bulamıyorum. Biraz da umutsuzum, sendika arkamızda durmadı. … Eski eşimin gönderdiği parayla yaşamımı sürdürmeye çalışıyorum.”

Çelişkili gibi görünen bu iki durumun da ortak bir yönü var. Sendika destek veren ya da vermeyen, arka çıkan ya da çıkmayan bir yapı. İşçi sınıfının dışında bir varlık gibi beliriyor örgütlü mücadele eden kadınların zihninde. İşte bu dışsallık; artık aktif üretken işçilerin dışında yaşayan, artık üretim sürecinde yer almayan, onların haklarını sözde dışarıdan savunan bürokratik sendikacılığın doğasında var zaten. Türkiye’de bu dışsallığı taşımayan sendika yok denecek kadar az.

Ne var ki işçi sınıfının genelinin zayıflatıldığı bu durumdan kadınların örgütlenme, temsiliyet ve hareket düzeyinde etkilenmesi de başka.

Ataerkil aile işyeri dışından çekiştiriyor, kapitalist denetimin ataerkil karakteri içeriden itiyor. Üstelik uyumadığı her an emek verme halinde kadınlar. İşyerindeki ücretli kölelik, aile içerisindeki “ev köleliği” ile tamamlandığında, kadının örgütlenmek için çaba sarf edecek ne zamanı ne de enerjisi kalıyor. Özcesi, kadınları sınıf mücadelesine katılmaktan alıkoyan bu iki durum, örgütlenmeleri için özel bir çaba gerektiriyor. Oysa hâkim sendikal anlayış “Kendi aranızda yetki için yeterli sayıyı bulun, öyle konuşalım” diyecek kadar işyerine uzak. Buna rağmen örgütlenme çabasında olan kadınlar, vardiyaların denk getirmeyi bekliyor, üç beş kuruş ortaya koyup pazar günleri birlikte kahvaltı yapıyor, yan yana gelebilmek için ev işlerini ışık hızında bitirmeye çalışıyor. Örgütlenmek için dehşet yoğun bir emek sarf ediliyor. Üstelik çoğu durumda işçi sınıfının sendikal mücadele taktiklerinin deneyimi dahi aktarılmazken. Örneğin, Pas South’ta olduğu gibi, tüm işyerini örgütleyene kadar beklemek yerine yasal olarak yeterli sayıyı bulur bulmaz yetki başvurusu yaptırılıyor ve Bakanlığa giden mektuplar patronların posta kutusuna düştüğü için işten atılıyorlar. Bu sefer kapı önünde cılız direnişlerde umut arayıp sendikal bürokrasiyle yüzleşiyorlar.

Aslında sınıf bilinciyle olmasa da sınıf sezgisiyle örgütleniyorlar işyerinde. Velev ki yetki alındı. Bu sefer sendika bürokratları köy ağaları gibi çöküyor kadınların örgütlenme emeğinin üzerine. İşçilerin kendi temsilcilerinin seçilmesine izin verilmiyor. Neredeyse doğa kanunu kadar kesindir; ataerkil bir toplumda demokratik seçim kadınların temsiliyetini garanti etmese de en azından güçlü bir olanak sunar. Atama usulünün norm olduğu yerde kadınların doğrudan karar verme süreçlerine katılımı yok denecek kadar azdır. Bir bakalım, yarısından fazlasını kadınların oluşturduğu üretim ve hizmet sektörlerine, işyerlerine… Kadınlar sendikalarda ne kadar temsil ediliyor? Tekstil, tarım, gıda gibi kadın işçilerin yoğunlukla çalıştığı sektörlerde sendikacılar ya da sendika üyeleri arasında kadın oranı nedir? Bunlar bir yana…

Sendikalardaki bu bürokratik yapı genel olarak işçi sınıfını atalete sürüklerken en geride kadınları bırakıyor. En geride bırakılan kadınlar arasında azınlığı oluşturan dirençli bir kesimi ise mancınıkla gerilmiş gibi bıçak kemiğe dayandığında en öne fırlıyor. İşte o zaman kadınlar için yeni bir deneyim başlıyor; mücadele sadece patronlara karşı değil, kapitalist sınıfın bir uzantısı haline gelen sendikal bürokrasiye de karşı. Direniş daha birinci haftasını bulmadan patrondan taleplerinin yanına “Sendika bu işçi kıyımına ortak olmaktan geri çekilsin” talebini eklemek zorunda kalan Xiaomi Salcomp işçisi kadınların yaşadıkları tüm işçi sınıfına ve sınıfın kadın yarısına derslerle dolu. Sadece patrona karşı alın terinin hakkını değil, sendikadan da örgütlenmek için harcadıkları emeğin karşılığını arıyorlar. Çünkü sendikalaştıktan sonra çalışma koşullarında hiçbir değişiklik olmadı, bunun üzerine gittikleri sendika şubesinde “Randevunuz var mı?” sorusuyla karşılaştılar, Toplu İş Sözleşmesi için yapılan görüşmelerde neler konuşuluyor bilmiyorlar, en son mart ayında 110 işçi işten atıldığında sendika başkanı sanki şirketin genel müdürü gibi “Şirket daralmaya gidiyor, yapacak bir şey yok” dedi, işçiler kapı önünde kendiliğinden direnişe geçtiğinde de sendika “arkalarında durmadı.”

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

SINIF SEZGİSİNDEN SINIF BİLİNCİNE, HEP BİRLİKTE NE YAPMALI?
Bugün kabaran işçi hareketlerinin dalga boyu kısa, kendiliğinden kabarıyor, bilinç ve süreklilikten yoksun; anlık parlayıp en ufak zorlukta sönen bir karakter taşıyor. Bu süreksizlik ve tekinsizlik, hayata daha temkinli yaklaşmak zorunda kalan kadınların harekete geçmesini ve dahil olmasını zorlaştırıyor. Tüm bu tumturaklı tespitler, direniş halindeki kadınların dilinde zaman zaman beliren sınıf sezgisine gölge düşürüyorsa sol lafazanlıktan öteye geçmez. Bu yanılgıya düşmemeli.
Sahilde durup süt liman denizlerin hayalini kurmamalı; boyutu, sürükleme gücü ne olursa olsun dalganın içine içine bakmalı! Orada direniş halindeki kadınların sınıfsal sezgilerini görmeli!
Bakırköy Belediyesi’nde grevde 100 gün kararlı duran kadın işçilerin asıl kritik karar anında “birlik dağılmasın” diye iradelerini sendika bürokrasisine devretmekle karşı karşıya kalmaktan nasıl kurtulacağız, düşünmeli!
Manisa Organize Sanayi’de işten atıldığı için direnişe geçen Ebru’nun “Benim iki çocuğum var ve onlar da işçi olursa bunları yaşayıp mağdur olsunlar istemiyorum. Onun için buradayım” sözlerinde bugünkü mücadelenin aslında geleceği de içine alan bir dip dalganın işaretlerini bulmalı!
Xiaomi Salcomp önünde “Sendikanın işveren taraftarı olduğunu duyduk. Ne kadar doğru bilmiyorum ama şu anki görüntü bunu kanıtlıyor” diyerek sendikal bürokrasine dair aldığı ders tüm kadın işçilere, sınıfa mal edilmeli!
“Patronumuzla bizim çalışma şartlarımıza ve alacağımız paraya dair görüşülüyor ama bize hiçbir şey sorulmuyor. Burada bir sorun var. Sendikanın yapacağı şey belli, hangi sendika olursa olsun fark etmez, toplayacak bütün işçileri yemekhaneye, sözleşmeyi hep birlikte oluşturacağız,” sözlerindeki işçi komitesi ihtiyacı belirginleştirilmeli, işçi demokrasisi arayışı örgütlenmeli!
İşçilerin, ama en çok da “ücretsiz izin verilebilirdi, işten atmak şart değildi” diyen kadın işçilerin patron adına düşünmeyi bırakıp patronun tam karşısında duran bir sınıf olduğu gerçeği artık bilince çıkarılmalı! Her bir dalganın yükselttiği yerden dip dalgaya kementler atılmalı, sınıf mücadelesi yükseltilmeli!
8 Mart’tan 1 Mayıs’a, haydi bahar temizliğine! Kadınlar daha güçlü, daha örgütlü sınıf mücadelesine!

Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel

İlgili haberler
Sendikal bürokrasinin duvarları kadınları sendikan...

Ankara’da belediyelerde farklı sendikalarda örgütlü kadın işçilerin anlattıkları sendikalarda kadın...

‘Sanki sendikacılık erkeklerin işi gibi davranılıy...

Sağlık iş kolunda taşerondan devlete geçen kadın işçiler, çalışmanın arattığı özgüveni, kadınların y...

Şeffaf, demokratik, mücadeleci sendikaları biz yar...

Yılgınlığa düşmüş arkadaşlarıma seslenmek istiyorum; yeter ki biz birbirimize ve taleplerimize sahip...