Direniş çadırlarının olmazsa olmazları vardır. Sabahları iş disipliniyle çadıra gelen işçiler, birlikte içilen sıcacık çay, paylaşılan sıcacık simit, arka planda mücadeleye çağıran şarkılar, sloganlarla ziyarete gelen işçiler... Tuzla Serbest Bölge’de sendikalaştıkları için işten çıkarılan TKIS Blinds işçilerinden Ayşe de kendine has esprileri ve tatlı sohbeti ile çadırın olmazsa olmaz neşe kaynağı. Direnişlerinin 90’ıncı gününde düzenledikleri basın açıklaması sonrasında, birlikte çayımızı içerken başladık Ayşe’nin mücadele dolu öyküsünü dinlemeye.
46 yaşında olan Ayşe’nin hikayesi, 18 yaşında İstanbul’a geldikten sonra başlamış. Kız kardeşi ve annesiyle Sinop’ta yaşayan Ayşe, “Çocukluk aşkımı unutmak için geldim İstanbul’a” diye başlıyor anlatmaya. İstanbul’a abisin yanına geldiği ilk hafta abisinin “Bu yoklukta sen de mi geldin?” sözünün onu nasıl incittiğini, “Kabuğumdan yeni çıkmışım, gözüm hiçbir şey görmemiş” sözleriyle anlatıyor. Sonrasında ablasının yanında yaşamaya başlayıp o günden sonra bir daha incindiği o eve geri dönmüyor. Ablasına yük olmamak ve köydeki ailesine para gönderebilmek için de evlerinin alt katındaki markette 12 yıl sigortasız çalışmak zorunda kalmış: “Babam çalışmak için kaçak yollarla İsrail’e gitti. Bir süre sonra para göndermeyi de aramayı da kesti. En son aradığında ‘Benden umudu kesin. Orada yarım kalan sigortamı da ister yatırıp emekli olun; isterseniz yatırmayın. Siz bilirsiniz’ diye kapattı telefonu.” Ablasının yanında kalmaya devam ederken gündüzleri markette çalışarak, akşamları da ek işlere giderek hem ailesini geçindirmiş hem de babasının yarım kalan emeklilik ödemesini tamamlamış.
‘PATRON MECBURİYETİMDEN FAYDALANDI’
Ülkeye geri dönüş yapmak zorunda kalan babasının kanser hastası olduğunu öğrenince beş yıl boyunca hem çalışmış hem babasına bakmış: “İzin günlerimi babamın hastane kontrollerine göre ayarlıyordum. Gideceğim gün izin yapıp sonrasında tüm hafta çalışıyordum. Bazen izinsiz çalışmama rağmen maaşımdan kesildiği oluyordu. Mecburdum. Patronum da mecburiyetimden faydalanıyordu.” Uyku uyumadan, eksik maaşla çalışmak zorunda kalmış bu koşullarda. Beş yılın sonunda babasını kaybeden Ayşe bir yıl sonra da annesinin rahim kanseri olduğunu öğrenmiş. Bunun üzerine 12 yıl çalıştığı iş yerinden hiçbir hakkını almadan ayrılıp annesiyle bakıma ihtiyacı olan kız kardeşinin yanına geçmiş: “Tüm yaşamımı aileme adadım, ailenin fedakarı ben oldum anlayacağın. O yüzden evlenip kendime bir yuva da kuramadım. Ama evlenmemekten pişman değilim. Bana ‘Çocuğun olmadığı için bizi anlamazsın’ diyor bazıları. Evlat emek verildiği için kıymetli değil midir? Ben de aileme emek verdim.”
‘İŞSİZ KALMA LÜKSÜM YOKTU’
Bu süreçte 3 ay işsiz kaldıktan sonra Yönsel Sanayi’de iki vardiyalı bir plastik fabrikasında işe başlayan Ayşe, “Plastik kokusu ve 12 saat çalışmaktan sırtımda morluklar çıkmaya başladı. Banttan çıkan sıcak bardaklar, kalın eldivenlerimiz olmasına rağmen ellerimizi yakıyordu. Sıcaktan ayağımızdaki çorapları ıslatıp başımızın üstüne koyarak çalışmaya çalışıyorduk. Cumartesi akşamı eve geliyor, pazar akşamı işe gidiyordum. Bir yıl dayanabildim bu şekilde çalışmaya, sonra çıkmak zorunda kaldım” diye anlatıyor çalışma koşullarını.
Sonraki süreçte komi olarak bir buçuk yıl, restoranda da iki yıl garson olarak çalışmış. Oradan da ayrıldıktan sonra kozmetik ürünleri üreten bir fabrikada üç yıl çalışmış. “İşsiz kalma lüksüm yoktu. Kira, faturalar evin masrafları, abimin iki çocuğunun okul masrafları bile benim sırtımdaydı. En fazla üç hafta işsiz kalıyor sonra yeni iş buluyordum. Abim boşanmış ve yanımıza taşınmıştı. O da çalışıyordu ama aldığı bütün parayı içkiye ve kumara veriyordu. Annemin emekli maaşını da alıyordu. ‘Yok’ dediğimizde evde kıyamet kopuyordu. Komşular sesimizi duymasın diye sesimizi çıkarmıyorduk. Şimdiki aklım olsa öyle mi yaparım? O zamanlar korkuyordum. Ama şimdi öyle değil” sözlerini tatlı bir gülümseme ile sarf ediyor.
Çalıştığı kozmetik fabrikasında işçiler düşük ücretlere karşı birleşip toplu çıkış verme kararı almış. Arkadaşlarının aldığı kararla istifasını imzalayan Ayşe, “35 kişiydik, hep beraber gittik. Ben istifamı verdim. Arkamı dönüp baktığımda ne olsa beğenirsin, tek çıkan bendim. Benden sonra giren herkesi ikna etmişler. Annem o zaman da üzülüyordu, bugün de üzülüyor. Ama ben yapacağım dediğim şeyi yaparım, sözümün arkasında dururum” diyerek anlatıyor yaşadığı süreci.
Daha sonra Eurotab Avrasya’da üç buçuk yıl çalışmış, buradan da kendi sağlık sorunlarından kaynaklı ayrılmak zorunda kalmış: “Yaşadığım stres, abimin baskısı, çektiğimiz ekonomik sorunlardan kaynaklı vertigo olmuştum. Dengemi kaybediyor, çalışırken oturduğum yere düşüyordum. İnsan kaynakları ile görüştüm. Bütün haklarımı verip beni çıkardılar ve işsizlik maaşı da almaya hak kazandım.” İşsizlik maaşı kesilmesin diye de kız kardeşinin çalıştığı konfeksiyon atölyesinde sigortasız sekiz ay çalışmış.
“Çok uzak değil bundan beş yıl önce kaşar peyniri alamadığım için ağladım ben” diyerek dolapta ertesi gün yiyebilecekleri hiçbir şeyin olmadığı günler olduğunu anlatıyor.
‘İÇERİDEKİ ARKADAŞLARIMIZI DÜŞÜNMEMİZ GEREKİYOR’
Çalıştığı atölye kapandıktan sonra annesi kızına iş arayışına girmiş ve Ayşe’nin TKIS serüveni böylece başlamış. Sendikaya dair hiçbir fikri olmayan, yaşadığı deneyimden sonra böyle şeylere kalkışmayı aklının ucundan geçirmeyen Ayşe, bir süre çalıştıktan sonra iş yerinde yaşadıkları baskı ve düşük ücretlere karşı sendikalaşma faaliyetine dahil olmuş: “Arkadaşlarım ‘Hakkımız olanı istiyoruz, sendikayla daha güçlü oluruz’ dedikten sonra verdim telefonu, ‘Ne yapıyorsanız yapın’ dedim. Sendikalı olmanın ne demek olduğunu; çadır, direniş, slogan atma, soğukta yağmurda gelip burada durma bu kadarını bilmiyordum. Bilseydim bu kadar üşüyeceğimi hayatta gelir miydim?’ diyerek basıyor kahkahayı.
Bu süreç annesini üzdüğü için bir taraftan vicdan azabı çektiğini söylerken bir taraftan da onu burada tutan şeyi anlatıyor: “Biz kendimiz için bir yola girdik, mücadele etmeye başladık. Kazanmak istiyoruz. ‘Bir iki gün bağırıp çağırdılar, sonra yıldılar gittiler’ dedirtmek olmaz. Bırakırsak bizi daha çok ezecekler, daha çok sömürüp daha çok üstümüze gelecekler. İçerideki arkadaşlarımızı da düşünmemiz gerekiyor.”
NEŞELİ OLMADAN HAYAT ÇEKİLMİYOR
Çadır ziyaretlerini ilk başlarda anlamlandıramadığını söyleyen Ayşe, “Dayanışma için geliyorlar ve onurlanıyorum. İçerideki arkadaşlarımız da yemeğe çıktıklarında slogan atınca insan daha çok umutlanıyor” diyor. Kazanacaklarına olan inancını nasıl kazandığını “Biz bugün olmasa yarın sendikayı o fabrikaya sokacağız ve hakkımızı alacağız. Bir gün kızıp çadıra gelmedim, sonrasında içim el vermedi. Arkadaşlarım da bütün gün aradı, ertesi gün dayanamadım çıktım geldim” sözleriyle anlatıyor. Tüm bu yaşadıklarıyla Ayşe’nin neşesi, mücadeleye ve arkadaşlarına olan inancı, yaşamında da fabrikasında da zorluklara karşı dik duruşu onun en önemli özelliklerinden. Nasıl bu kadar neşeli olduğunu sorduğumda “Neşeli olmak zorundayım, hayat başka türlü çekilmiyor” diye cevap veriyor.
8 MART’A GİDERKEN…
Son olarak 8 Mart’ a giderken kadınlara söylemek istediği bir şey olup olmadığını soruyorum. Yanıtı, “Markette güvencesiz çalışırken 8 Mart günü parmağımı kestim, 7 dikiş attılar. 8 Mart’ın izini baş parmağımda taşıyorum. İşçi ve emekçi kadınlara söylemek istediğim tek şey; yılmasınlar, mücadele etsinler. ‘Kocamız, babamız, abimiz yok’ diye korkmasınlar. Çalışsınlar, çabalasınlar. Kendilerini ezdirmesinler” oluyor.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Made in Dagenham: Eşit işe eşit ücret grevinin hik...
‘Kadınlar kendilerine bir çıkış yolu ararken grevle temas ediyorlar bir şekilde. Greve en küçük katk...
Kaynak Tekniği'nde işçiler grevde!
Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu Kaynak Tekniği’nde yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde...
BORKAD’dan Temel Conta işçilerine ziyaret | 'Grevi...
Bornova Kadın Dayanışma Derneği ve Ekmek ve Gül’den kadınlar kararlılıkla grevlerini sürdüren Temel...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.