GÜNÜN PORTRESİ: Felicia Browne
Sanatçılar tarafından sanatıyla uğraşmayıp, kendisini parti çalışmalarına adadığı için eleştirilen Browne en iyi sanatsal çalışmalarını da yine aynı dava uğruna doğrudan eylem içerisindeyken verdi.

1936, barbarlığın tehdidi altındaki insanlığın tarihi için önemli bir yıldı.

Hitler ve Mussolini faşizmi, çok daha büyük dalgaların habercisi olan sınır ötesi saldırganlıklarını, işgal ve ilhaklarla göstermeye başlarken; İspanya’da ise güçlü bir toplumsal mücadele birikiminin ürünü olan Halk Cephesi, seçimlerden başarıyla çıkıyor ancak faşizm, darbe ve iç savaşla halkların yürüyüşünü tersine çevirmeye çalışıyordu.

Sosyalizm, ana vatanında temellerini güçlendiriyor, Marksizm dünya çapında etkisini artırıyor, ‘Uzun yürüyüş’ sonrası Çin’de Komünist Parti, zaferi hazırlayacak güç biriktirme dönemine giriyor aynı zamanda bir başka saldırgan güç, Japonya’nın Çin işgali ülkeyi iyice karıştırıyordu.

ABD, İngiltere ve Fransa gibi kapitalizmin motor ülkeleri ise bir yandan ekonomik buhranın etkilerinden kurtulup yeni bir atılım yapmaya çalışıyor bunu yaparken de hem ülkelerinde büyüyen işçi sınıfı muhalefetine hem de sömürgelerdeki önlenemez hoşnutsuzluğa karşı durmaya çalışıyordu.

Bu yazının kahramanı olan Felicia Browne, 3. grupta bahsettiğimiz ülkelerden İngiltere’nin başkenti Londra’da 1904 yılında, hali vakti yerinde, açık görüşlü bir ailenin çocuğu olarak doğmuş büyümüş, yetenekli bir sanatçıydı. Ve 1936 onun yaşamını yitirdiği yıl oldu. Felicia Browne bir sanatçıydı evet, ancak yaşamı boyunca bu çok büyük özelliğinin ötesinde görevler üstlendi. Bu yüzden yaşamını, İspanya’da faşizme karşı savaşırken yitirmesi de şaşırtıcı olmadı. Browne, İspanya İç Savaşı’nda cephede bulunan tek Britanyalı kadındı ve savaşta hayatını kaybeden 500 Britanyalının da ilkiydi. 1936’ya, Felicia Browne ile birlikte geri döneceğiz ama şimdi onun yaşamına odaklanalım.

Browne’ın çocukluğuna dair bilinenler, onun varlıklı bir ailede büyüdüğü, annesinin erken yaşta yaşamını yitirdiği, kendisinin bir hastalık sebebiyle aylarca yataktan kalkamadığı gibi bilgilerden ibaret. Genç yaşında sanata dair eğiliminin babası tarafından da desteklendiği ve Browne’ın prestijli Slade Güzel Sanatlar Okulu’na devam ettiği biliniyor.


DÖNÜM NOKTASI BERLİN
Sanat eğitimi aldığı yıllarda kendisini resmeden bir portreye iliştirilen notta, erkek bir akranı onun için şu ifadeyi kullanmış: “Havalı ancak yetenekli bir teknik ressam; aynı zamanda mizah anlayışı gelişkin iyi bir konuşmacı.” Browne’ın 20’li yaşlarının başlarına tekabül eden bu dönemde, onun siyasi eğilimlerine dair ipucu veren tek şey, bu konuda herhangi bir bilginin olmaması! Browne’ın yaşamındaki dönüm noktasının ise 1928’de Berlin’e gitmesi olduğu söylenebilir.

Heykeltıraşlık eğitimi almak üzere Berlin’e gelen Browne, burada metal işi ve taşçılık üzerine yoğunlaşmış. Sanatçı arkadaşlarıyla birlikte komünal bir ortamı paylaştıkları bir evde beraber yaşayan Browne’ın onları mali açıdan da desteklediği biliniyor. Browne için Berlin yıllarının belki de en önemli yanı Nazizmin yükselişine tanıklık etmesi. Bu durumdan hayli hoşnutsuz olan ve antifaşist çevrelerle ilişkiler geliştiren Browne’ın sokak çatışmalarında dahi yer aldığı aktarılıyor.

1930’un başlarında yaptığı heykelleri geride bırakarak İngiltere’ye dönen Browne, 1933’te Büyük Britanya Komünist Partisi’ne üye oluyor. Almanya’daki arkadaşlarının Nazi teröründen kaçmasına maddi destek veren Browne’ın Almanya tecrübeleri sayesinde faşist tehlikenin, İngiltere’deki yoldaşlarından çok daha fazla farkında olduğu belirtiliyor. Sanatçı arkadaşı Nan Youngman’ın aktardığı bu bilgiye göre Browne, bu dönemde kişisel savuma dersleri de almaya başlıyor.

Browne, komünist parti üyesi olduktan sonra 1933 yılında, Sovyetleri ziyaret eden bir grup sanatçı tarafından kurulan Uluslararası Sanatçılar Enternasyonali’ne (AIA) de üye oluyor. AIA, 1930’ların ortalarından itibaren, 1935 Kasım’ında Soho’da açılan Savaşa ve Faşizme karşı Sanatçılar sergisi gibi etkinlikleriyle kültür çevrelerinde bir hayli etkili oluyor.

Londra’ya dönüşü sonrası Goldsmiths Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde dersler almaya devam eden Browne, para kazanmak için Goldsmiths’ firması için de işler yapıyor. Firmanın onun özellikle çatal-bıçak, sofra takımı dizaynlarıyla ilgilendiği belirtiliyor. Browne, 1934’te Britanya’daki sendikaların çoğunluğunu temsil eden Sendikalar Kongresi’nin (TUC) “Tolpuddle Ölümsüzleri” için düzenlediği 100. yıl yarışmasına da katılıyor ve alçı dizayn eseriyle 3.’lük ödülünü kazanıyor.


Felicia Browne bu dönemde AIA’nın da önde gelen isimlerinden biri olan yakın arkadaşı Elizabeth Watson’a yazdığı mektupta yalnızca sanat çalışmalarından kazandığı parayla geçimini sürdürmesinin zor olduğunu belirtiyor. Aynı mektupta Browne, çalışmalarını fazla soyut bulduğunu ve bu yolla geniş kesimlerin ilgisini çekecek işler yapmasının zor olduğunu da belirtiyor.

1935’te Sovyetleri, Macaristan’ı ve Çek Cumhuriyeti’ni gezen Browne’ın burada aynı zamanda çok sayıda Sovyet posteri ve broşürünü de çevirdiğini biliyoruz. Bu dönemde işçileri ve köylüleri resmeden Browne’ın Çekoslovakya’da Tatra Dağları’nda köylüleri resmederken “cadı” sanılarak, neredeyse linç edilmesi onun ‘Doğu’ gezisine dair enteresan bir ayrıntı.

Bu yıllarda Komünist Parti içerisinde aktif görevler üstlenen Browne’ın, bir sanatçı olarak sokakta gazete satmaktan, bir kafede bulaşıkçı olarak çalışma ve örgütlenme faaliyetine katılmaya kadar çok sayıda parti görevini yerine getirdiği biliniyor.

Bu dönemde sanata ara veren ve parti çalışmalarına odaklanan Browne’ın, mektuplaşmalarında Elizabeth Watson tarafından “sanattan kaçmakla” suçlandığı görülüyor. Browne’ın yanıtı ise şöyle:
“Resim çizmeyerek ya da heykel yapmayarak bazı şeylerden kaçtığımı ve kaçındığımı söylüyorsun. Yapılacak bir resim ya da heykel yoksa, yapamam… Eğer resim ve heykel bana şu an devrimde yaşanan depremden daha yararlı ve acil görünseydi ya da her ikisinin talep ettikleri birbiriyle çakışmasaydı resim ve heykel yapardım. Gerçekten herhangi bir parti görevinin benim için bir kaçış olduğunu mu düşünüyorsun?... Bence yapılması gereken sendika işi ya da AI varken birisini resim yapmaktan alıkoyan birincil ve gerçek neden dünyanın içinde bulunduğu güncel koşullardır…”

Sanatçının parti içindeki rolünün ne olması gerektiğine dair ilginç bir tartışma ve Browne’ın yeteneklerine en uygun biçimde görevlendirildiği konusunda pek de hemfikir değilim ancak onun hiç şikayet etmeden bulaşıkçılık yapıp, sokaklarda gazete satmasının da altı çizilecek bir yan olduğunu belirtmek gerek.


Ve yeniden geldik 1936’ya…

Yazının girişinde hatırlattığımız senenin özelliklerinden biri de Batı’nın Nazi Almanyası’yla arayı sıcak tutma çabası olarak bahşettiği 1936 Berlin Olimpiyatlarıydı. Aynı yıl Almanya hem kış hem de yaz olimpiyatlarına ev sahipliği yaparken pek çok Batı ülkesinde yürütülen boykot tartışması başarısız olmuştu. Zaten o güne kadar Kızıl Spor Enternasyonali’nin 1928’den itibaren düzenlemeye başladığı ‘İşçi Olimpiyatları-Spartakiad’larda yarışan SSCB, 1936’yı da boykot etmişti. Halk Cephesi’nin iktidara geldiği İspanya da bir diğer boykotçuydu. Üstüne üstlük İspanya, Spartakiad’ın izinden giderek, Avrupa’da etkili SWSI (Sosyalist İşçilerin Spor Enternasyonali) ve kıta çapında sosyalist/komünist partilerin destekleriyle, 1936 Berlin’in karşısına gerçek bir halk olimpiyatıyla, 1936 Barcelona ile çıkma kararı almıştı.

Felicia Browne, devrimin görevleriyle sanatının ortak noktada buluşabileceği bir an olarak gördüğü 1936 Barcelona Olimpiyatları’nı yerinde takip etmek, İspanya rönesansının önemli figürlerinden, ressam, mimar ve heykeltıraş El Greco’nun eserlerini incelemek ve Guara dağlarını resmetmek üzere yoldaşı, fotoğraf sanatçısı Edith Bone ile birlikte İber yarımadasına doğru yola çıktı.

İkili 12 Temmuz’da önce Paris’e geldi. Fransa’daki Halk Cephesi’nin seçim zaferi uzun süreli işçi eylemlilikleri ile hareketli günler geçiren kentten sonraki durakları Barcelona idi. İspanya’da 1931 yılında 2. Cumhuriyet’in ilanıyla başlayan gergin atmosfer, 1936 Şubatında Halk Cephesi’nin iktidara gelmesiyle tavan yaptı. Ve 1936 Barcelona Halk Olimpiyatları’nın başlangıç tarihi olan 19 Temmuz’dan 2 gün önce İspanya ordusu, o dönem İspanya sömürgesi olan Fas’ta yaptığı darbeyle iç savaşı başlattı.


‘BAŞKA BİR ÜLKEDE AYNI AMAÇ İÇİN…’
Darbe ve çatışmaların duyulması sonrası Halk Olimpiyatları ertelendi ve oyunların başlayacağı gün şiddet Barcelona’ya da ulaştı. Aynı tarihlerde Felicia Browne da, her şeyden habersiz bir şekilde İspanya’ya adımını atmıştı. Vaziyetin ortaya çıkmasından sonra Browne’ın yol arkadaşı Edith Bone, Daily Worker gazetesinin muhabiri Claud Cockburn(o dönemde Frank Pitcairn şeklindeki müstear ismiyle yazıyordu) ile gelişmeleri izlemeye başladı. Felicia Browne bir anda bu iki gazetecinin yanında bir “yük”e dönüşmüştü. Bone ve Cockburn’ün 26 Temmuz’da Browne olmadan Lerida’ya gittiği ve bu sırada Browne’ın aklından gazetecilik ya da silahlı milislere katılmak gibi iki yabancısı olduğu tercih arasında karar vermeye çalıştığı anlaşılıyor. Browne’ın milislere katılma yönündeki ilk talebi yeterli silah olmadığı için reddedilirken, 28 Temmuz’da Lerida’dan halen dönmeyen Bone’u bulmak için bölgeye gitme kararı alan Browne, yolda karşılaştığı arkadaşından, gazetecilik meşgalesinde kendilerine katılma konusunda olumsuz yanıt alır ve Zaragoza’dan ileriye gitmesinin de mümkün olmadığını anlar. Browne bunun üzerine Pireneler’e gitme kararı alır. Lerida’ya bağlı Casa del Pueblo’da anarşistler tarafından sorgulanır ve nihayetinde onların konvoyuna kabul edilir. Browne, bu dönemde savaşın kanlı yüzüne tanıklık etmeye başlar. Bu sırada Browne için savaşa katılma fikri halen ikinci plandadır. Henüz amacı Aragon cephesine geçiş yaparak gördüklerini Cockburn’e aktarmak yani gazetecilik yapmaktır. Ancak yol üzerinde bir kez daha karşılaştığı Edith Bone, ona bu tehlikeli bölgeden bir an önce kaçması için sert bir uyarıda bulunur. Bone’un öfkeli çıkışı Browne’ın başlayamayan gazetecilik kariyerinin sonu olur.


Barcelona’ya dönen Browne’ın 31 Temmuz tarihli bir mektubu, onun “çok büyük gelişmelerin olduğu” İspanya’da kalma niyetinin ciddi olduğunu ortaya koyuyor. Browne, buna mukabil dil bilmediği için savaş ortamında Cumhuriyetçilere nasıl destek olacağını tam olarak bilemiyor. Kızıl Haç’a başvuruyor ancak geri çevriliyor. Daily Worker’da yayımlanması umuduyla savaşa dair çizimler yapıyor ve nihayetinde 3 Ağustos’ta komünist milislerle iletişime geçerek Zaragoza cephesinde savaşma niyetini açıklıyor. Browne’ın milislere katılabilmek için “Ben Londra Komünistlerinin bir üyesiyim ve her erkek kadar dövüşebilirim” dediği aktarılıyor. Browne’ın Elizabeth Watson’a yazdığı 7 Ağustos tarihli son mektubunda dile getirdiği bu ibareler “Hiç korku duymuyorum. Başka bir ülkede aynı amaç için savaşıyorum” cümlesiyle son buluyor.

Bu mektuptan sonra Browne’ın ölümüne kadar yaşananlara dair hiçbir haber alınmıyor. Browne, net olmamakla birlikte büyük ihtimalle 22 Ağustos’ta Tardienta’da yaşamını yitiriyor. Browne’ın faşistlere cephane taşıyan bir treni dinamitleme görevi sırasında, yaralanan İtalyan bir yoldaşına yardım etmeye çalıştığı sırada vurulduğu biliniyor. Saldırıda hem Browne’ın hem de İtalyan yoldaşın yaşamını yitirdiği ve milislerin, arkadaşlarının cesetlerini geride bırakarak kaçmak zorunda kaldığı aktarılıyor. Browne, arkasında, Daily Worker karikatüristi Gabriel’in “Duygusal nedenlerle değil çok başarılı ve disiplinli bir ustalığın ürünü olduğu için görülmeyi hak ediyor” dediği çizimleri bıraktı. Ölümünü gazeteden okuyan arkadaşları, okul yıllarında siyasetten pek de bahsetmeyen bu yetenekli arkadaşlarının ölümüne inanamadılar.

AIA, onun ölümüne ve son çizimlerine dair yayımladığı mesajda “Stüdyosunu terk ederek gerçek hayatın, sıradan insanların kalbine inmeyi tercih eden” bu ressam ve heykeltıraşa saygılarını sunuyor. Manchester Guardian’da yayımlanan bir yazıda ise son çizimlerinde resmedilen milislerin “korkunç otantik”liğine vurgu yapılıyor ve “Bu büyük genç yeteneğin yitip gitmesine” duyulan üzüntüden dem vuruluyor.

Onun ardından New Statesman’da kaleme alınan bir makalede ise Komünist hareketin Felicia Browne gibi yetenekleri safına çekebilmesinin, büyük bir başarı olduğu belirtilerek “Felicia Browne, gerçek düşmanına karşı savaşarak öldü ancak bir anlamıyla gerçek düşmanı içindeydi. Savaşı, onun derin vicdanının ve daha az mutlu olan tarafının yansımasıydı” deniliyor ve Browne’ın 20. yüzyıla ait olamayacak kadar cömert ve insancıl olduğu belirtiliyor.

Yazının sonunda ise Browne’ın yeteneklerini komünizm davası uğruna daha verimli bir şekilde değerlendirememiş olmasının asıl trajediyi oluşturduğu öne sürülüyor. Yeteneklerini işçi sınıfı davasının hizmetinde daha pratik bir devrimci iş için kullanabilmiş olması halinde hem daha yararlı olacağı hem de halen hayatta olacağı dile getiriliyor.

Gerçek şu ki genç hayatının bir döneminde bizzat yoldaşı sanatçılar tarafından sanatıyla uğraşmayıp, kendisini parti çalışmalarına adadığı için eleştirilen bu kadın, en iyi sanatsal çalışmalarını da yine aynı dava uğruna doğrudan eylem içerisindeyken verdi. Browne’ın en iyi çizimleri İspanya İç Savaşı’nda kavganın ortasında çizdikleriydi. ”Bunun bedeli bu kadar ağır olmalı mıydı”, sorusuyla birlikte Browne’ın yeteneklerini dava için seferber ederkenki verimliliği de her daim güncel ve onun kişisel tarihini aşan bir tartışma olarak varlığını koruyor.


NOT: Yazıda Tom Buchanan’ın ‘The Lost Art of Felicia Browne’ makalesinden yararlanılmıştır.

Kaynak: Evrensel Kültür Dergisi sayı 274

İlgili haberler
GÜNÜN PORTRESİ: Delal Said el Mağribi

Filistinli kadınların işgale karşı mücadelede yerleri bambaşka... Bu kadınlardan birisi Delal Said e...

GÜNÜN PORTRESİ: Karoline von Günderrode

19. yy’da “Romantik dönemin ‘Sappho’su” diye anılan Günderrode’nin şiirleri, düz yazıları ve oyunlar...

‘Kadınlar Hep Vardı: Türkiye Solundan Kadın Portre...

12 kadını hikayeleriyle, duruşlarıyla ve direnişleriyle sergileyerek belleklerimizi tazeleyen “Kadın...