1914 8 Mart’ı: Güneşimizin ışığını kesen kayaları, parçalayacak gücümüz var!
7 Mart 1914’te Leipziger Volkszeitung gazetesinde yayımlanan ve işçi kadınların yaşam koşullarına ışık tutan bu yazı 8 Mart tarihi için de önemli bir tarih sayfası…

Leipziger Volkszeitung, Almanya işçi hareketinin son derece önemli bir yayın organıydı. Yerel günlük gazete olarak 1894 yılında başladığı yayın hayatını 1933 Hitler faşizmi tarafından yasaklanana dek sosyal demokrasinin organı olarak sürdürdü. Çeşitli yıllarda Franz Mehring, Rosa Luxemburg’un yayın yönetmenliği yaptığı ve yazarları arasında Karl Liebknecht ve Clara Zetkin’in de bulunduğu gazete 1922’ye dek sosyal demokrasinin sol kanadının görüşlerini yansıtan başlıca gazeteydi. Aşağıdaki yazı, 7 Mart 1914’te Leipziger Volkszeitung gazetesinde 8 Mart öncesinde yayımlandı. 8 Mart’ın tarihine not düşmek için, yazıyı Olcay Geridönmez’in çevirisiyle okurlarımızla paylaşıyoruz…

KADINLARIN GÜNÜ

Leipziger Volkszeitung 7 Mart 1914

Bugün kadınların ve annelerin sırtına bindirilen yükler dayanılmayacak kadar ağır. Fakat erkeklerin de özgür olabilmek için önce daha birçok kayayı parçalamaları, çokça önyargıyı aşmayı öğrenmeleri gerekmiyor mu? Bugün, her ikisi, kadını da erkeği de eskiyi alt etme, sosyalizmin işaret ettiği yeni, büyük hedeflere birlikte ulaşma göreviyle, bunu yapabilmek içinse önce büyük bir bütün olarak birleşme göreviyle karşı karşıyadır!

Başka, yeni bir çağ; insanlığın bir yarısına sadece yükümlülükler yüklerken diğer yarısına haklar ve öncelikler tanımayı reddeden bir çağ gelmekte.

Bu yeni çağ yeni bir ahlak yasası yaratıyor: Yalnızca kendi haklarını kazanıp korumakla kalmamak, başkalarının da haklarını sağlayıp korumak. Peki modern insanın tüm haklarından, en yüce hakkından, oy hakkından mahrum olanlar kimlerdir?

Onlar, binlerce yıldır insanlığa hizmetlerin en yücesinde bulunan kadınlardır. Bu hizmet, toplumun varlığını sürdürebilmesini sağladığı gibi aynı zamanda kadınların ezilmesinin ve hak yoksunluğunun da kaynağıdır. Kadının işte bu asli vazifesi –çocuk doğurmak ve yetiştiricisi olmak– binlerce yıl içerisinde onun ekonomik gücünü ve yeteneğini zedelemiş, onu bastırıp ekonomik olarak bağımlı olduğunu erkeğin iradesiz hizmetçisi ve kölesi haline getirmiştir. Söylemde ve imgede göklere çıkarılan kadın işte bu şekilde güçten ve haklardan yoksun bırakıldı. Soğuk ve katı gerçeklik kadınları çocuklar, suçlular ve akıl hastalarıyla aynı konuma yerleştirip onu tüm politik haklardan mahrum etti.

Fakat geçmiş dönemlerde bir nebze haklı gibi görünebilen şey, bugün çoktan her türlü geçerliliğini yitirmiştir. Bugün kadınlar oy hakkını talep ediyorsa, bunu, bütün insanların doğal olarak eşit oldukları, eşit haklarla doğdukları için bir doğa kanunu olarak talep etmiyorlar. Hayır, bu hakkı, son yüzyılda gerçekleşen ekonomik gelişmelerden doğan ekonomik ve sosyal bir hak olarak talep ediyorlar.

Kadın cinsinin geniş kitlelerinin sömürülmesi ve sefaleti; oy hakkı talebinin dayanakları işte bunlardır. Kadını evin dört duvarından dışarı çıkarıp makinelerin başına sürükleyen, onlara evle sınırlı dar yükümlülük çerçevesinin yerine yeni bir etkinlik alanı tayin eden ve onu tıpkı erkekler kadar ekmek parası kazanmaya iten nedenler neyse, işte bu aynı nedenler, onun hayatına yeni değerler katıp yeni hedefler koymuştur. Kadının kaderi artık onun kişisel kaderi olmaktan çıktı, bütün mülksüzlerin ve haklardan yoksun bırakılanların büyük kitlesinin kaderi haline geldi. Kadınların aynı erkekler gibi ekmek kavgasına dâhil edildiği andan itibaren onun, kendisini erkeğe ekonomik bağımlılıktan kurtaracak ve ekonomik olarak bağımsız bir insan kılacak kurtuluş mücadelesinin çağı da başlamış oldu. Kadının erkeğe bağımlılığı eski görünümüyle hâlâ varlığını sürdürmektedir ne var ki içeriğini kaybetmiştir, çünkü milyonlarca kadın ve kız ekonomik bağımsızlıklarını çoktan elde etmiştir. Ne var ki bu eski bağımlılık biçimini tamamen kırmak için, kadınların güçlü araçlara ihtiyacı var. Bunlardan biri de oy hakkıdır. Bu hak sayesinde kadın, tam politik eşit haklar kazanma olanağını elde eder.

Buna hakkı yok mudur?

1907 yılında yapılan son meslek ve istihdam sayımına göre Almanya’da 9¼ milyon ücretli çalışan bulunuyor ve bunların yüzde 45,5’ini kadınlar oluşturuyor. Fransa’daki oran daha da yüksek, burada 4⅔ milyon çalışanın yüzde 53,3’ü, yani yarısından fazlası kadın. Avusturya’da da çalışan kadınların tüm çalışanlar içindeki payı yarıyı aşıyor: 5⅔ milyon çalışanın yüzde 51,1’i kadın.

Bu sayılara rağmen kadınlar oy hakkından mahrum durumda! Emeğin toplamındaki payına rağmen kadının elinde kendi çıkarlarını savunacak bir silahı yok. Onun tam hak eşitliğini savunan sadece tek bir parti, sosyal demokrasi var!

Çalışan kadın sayısı daha az olsaydı bile, anne olma, çocukların eğitmeni olma vasfı nedeniyle bile kadınlara politik hak eşitliğinin tanınması gerekir.

Tüm kapitalist ülkelerdeki doğum oranlarında gözlenen genel düşüş, yüksek bebek ve çocuk ölümü oranları, gençliğin ihmali ve sefilleşmesi, kadınların geçmiş devirlerdeki paha biçilmez hizmetini ortaya koyuyor. Kadının gerçekleştirdiği bu toplumsal hizmetini değersizleştiren, onu özel bir meseleye indirgeyen kapitalizm olmuştur ama kapitalizm, kendisinin sebep olduğu kadın emeğinin istismarının sorumluluğunu üstlenmekten kaçınmaktadır.

Kapitalizm bu meselede de “daima kötüyü isteyen, buna rağmen iyiyi yaratan gücün bir parçası” olduğunu gösteriyor. Doğum, bebek ölümleri ve eğitim, giderek özel bir mesele olarak görülmekten çıkmakta, bir “kamu hizmeti”, yani halkın tamamın meselesi haline gelmektedir. Ve kadınlar, bu meselenin düzenlenmesi ve şekillenmesinde, oy hakkı sayesinde söz ve etki sahibi olmayı talep ediyor. Yani kadınlar oy hakkını, sadece kadınların mevcut ekonomik düzen içerisindeki üretken katılımı nedeniyle değil, vazgeçilmez olduğu gibi kapitalizmin egemenliği altında özel olmaktan çıkarak kamusal bir nitelik kazanan sosyal faaliyetlerine dayanarak da talep ediyor.

Ancak halkın her iki cinsinin temsili sağlandığı zaman gerçek anlamda bir “halk” temsilinden bahsetmek mümkün olacaktır. Ancak kadının karakteristik özelliklerinin erkeğinkilerle bir araya gelmesiyle kamusal yaşamda uyumu [uyuşmayı] getirebilir.

Kadınlar hâlâ her yerde erkeklerle eşit eğitim olanaklarına sahip değildir. Köhnemiş yasalar hâlâ birçok mesleği icra etmelerine engel olmaktadır. Fakat sınıf bilinçli proleter kadınların mücadelesi erkekleri hedef almaz, aksine bir sınıfın ayrıcalıklarını sonsuza dek korumaya çalışan bir toplumsal düzeni hedef alır. Bu toplum, temellerinin sarsıldığını hissettikçe egemenliğini yıkmaya çalışan her türlü girişimi o kadar büyük bir şiddetle bastırmaya çalışmaktadır. Reichstag’ta kısa bir süre önce kadınların seçme hakkının tanınması konusunda yürütülen görüşme ve tartışmalar bunu bir kez daha göstermiştir. Görüşmeler 13 Ocak 1914’te gerçekleştirildi. Bu konuda yapılmış daha önceki görüşmelerle kıyaslandığında, ilerleme olarak adlandırılabilecek tek şey, bu kez hiçbir konuşmacının, kadınlara oy hakkının tanınmaması yönündeki görüşlerinin gerekçesi olarak o eski uydurma safsatayı dile getirmemiş olmasıdır: “Kadının yeri evidir.” Sadece muhafazakâr parti kadınların seçme hakkına kategorik olarak karşı çıktı ve bağımsız muhafazakârlarla beraber olağan gündeme geçilmesini talep etti. Merkez parti, kadınların kamusal yaşama katılımına sempatisini belirtmekle yetindi; Reich partisi, kadınlara oy hakkının tanınmasının zamanının henüz gelmediğini öne sürdü; ilerici halk partisi, bütünsel bir fikir ortaya koymakta acizdi. Konuşmacısı, Dr. Haas, kişisel olarak kadınların oy hakkından yana olduğunu ilan etti. Sadece sosyal demokrat parti, kadınlara sınırsız oy hakkını savundu ve elbette daha önce Erfurt Programında yer aldığı şekliyle, “cinsiyete bakılmaksızın 20 yaşını doldurmuş tüm kişilere oy hakkı” önerdi. Sosyal demokratların konuşmacısı, Dr. Cohn yoldaşın kusursuz gerekçelendirmelerine rağmen, sunduğu önergenin tartışmaya açılması reddedilirken sadece talebin “dikkate alınması” tavsiye edildi; yani önergenin cenazesi kaldırıldı. Burjuva konuşmacıların öne sürdüğü bütün gerekçeler, özellikle de, “kadınların” kendilerinin bile oy hakkının biçimi konusunda henüz fikir birliğine varamamış olmaları –ki bu sadece bir takım burjuva oy hakkı derneği için geçerliyken proleter kadınlar için asla geçerli değildir– oy hakkının aleyhine bir kanıt oluşturmamaktadır. Erkekler oy hakkının en iyi biçimi üzerine tartışadursun! Prusya’da on yıllardır üç sınıflı oy hakkına karşı yürütülen mücadele asla durmayacaktır.

Nasıl ki Prusya halkı genel, doğrudan ve gizli oy hakkının, kralın ya da junkerlerin bir lütfu olarak ‘gelmez kutsal yortu gününde’ kucağına düşüvermesini sabırla beklemeyeceği gibi proleter kadınlar da burjuva kadın hakçıları az ya da çok gerici bir oy hakkı üzerinde anlaşmaya varıncaya kadar sabır göstermeyecek. Çünkü sınıf bilinçli proleter kadın, oy hakkının toprak mülkiyetine ya da gelire bağlı kılınmasını reddetmektedir; çünkü bu, sınıf egemenliğini yıkmak yerine onu pekiştirmek anlamına gelir.

Tek tek her proleter kadın, her kadın ve anne, ne uğruna mücadele ettiğinin giderek daha çok ayırdına varmaktadır. Politik söz ve karar hakkı, kendileri için, tüm yaşamlarının biçimlendirilmesi üzerinde nüfuz kazanmak anlamına gelmektedir. Oy hakkı uğruna mücadele ederken aynı zamanda daha iyi ücretler için, daha kısa çalışma saatleri için, daha insanca bir yaşam için de mücadele etmektedir. Reformlar ve her türden koruyucu yasalar, sekiz saatlik iş günü ve cumartesi öğleden sonralarının tatil edilmesi, hamileler, lohusalar ve bebekler için daha fazla koruma önlemleri, kreşler ve anaokulları, beceri kursları ve zorunlu meslek geliştirme okullarının kız çocuklarına da açılması; tüm bunlar ağır yükler altında ezilen proleter kadınların, zihinsel gelişimlerinin, dolayısıyla da kamusal yaşama daha etkin katılabilmelerinin önünü açar ve bunlar için daha fazla zaman kazanmalarına hizmet eder. Böylelikle proleter kadın toplumsal yaşama etkin katılmaya daha çok ihtiyaç duyacak ve işçi sınıfının çabalamalarına olan kişisel ilgisi şimdikinden daha fazla uyanarak onun kurtuluş mücadelesine bizzat katılma isteği kamçılanacak.

Almanya’da ve Avusturya-Macaristan’da, İsviçre’de ve Hollanda’da, mutlakıyetçi Rusya’da ve birkaç gün sonra Amerika’da da yüzbinlerce kadın siyasal hak eşitliği talebiyle yürüyor olacak; İskandinavya ve Finlandiya, İngiltere ve İtalya’da da kız kardeşleri aynı gayelerle sokaklarda olacak. Şu koca dünyanın her neresinde bugün yorgun düşmüş, cesareti kırılmış, kaderlerinin ağırlığı altında ezilip mücadeleyi ve umutlarını terk etmiş kadınlar varsa, işte orada bugün binlerce kız kardeşleri, berikilerin belki kullanmayı hiç öğrenmedikleri ya da ellerinden düşürdükleri kılıçları yerden kaldıracak ve onlara şöyle seslenecek:

Yoksul olsak da güçsüz değiliz

Kazanacağımız bir iktidar, bir dünya var.

Ve güneşimizin ışığını kesen kayaları

Parçalayacak gücümüz var.

Görsel: Wikimedia Commons


İlgili haberler
Clara Zetkin - Eleanor Marx: Sosyalist karşılaşma...

Clara Zetkin’in tarihi konuşmalarından biri olan Gotha Kongresi konuşması, Eleanor Marx’ı da çok etk...

Clara Zetkin bugüne hala ışık tutuyor...

Marksist, teorisyen, gazeteci, kadın mücadelesi ve işçi sınıfı mücadelesinin köşe taşlarından Clara...

8 Mart: Mitler ve gerçekler

‘8 Mart’ın kökenine ilişkin eskiden beri yürütülen ama 8 Mart’ın son yıllarda ‘feminist grev günü’ i...