Bir süredir tüm dünyanın gündeminde olan Filistin-İsrail çatışması uzun yıllara dayanan işgale karşı direnen Filistin halkının hikayesinin devamı.
Gazze Şeridi’ndeki Filistin Sağlık Bakan Yardımcısı geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada İsrail’in Gazze’ye saldırılarında ölen ve yaralananların yüzde 60’nın kadınlar ve çocuklar olduğunu söylemişti. İnsan hakları örgütlerine göre 2008’den şu an süren çatışmanın öncesine kadar yaklaşık 150 bin Filistinli öldürüldü ve yaralandı. Bunlardan 33 bini 18 yaşın altındaki çocuklardı. Uluslararası Af Örgütüne göre İsrail yetkilileri 1967’den bu yana 800 binden fazla Filistinli kadın, erkek ve çocuğu rehin aldı. Tutukluların çoğu İsrail güvenlik güçleri tarafından işkenceye ve cinsel saldırıya maruz kaldıklarını bildirdi. Bugünlerde tanık olduğumuz çatışma ve akabinde korkunç görüntüler kaçınılmaz olarak yıllardır İsrail devletinin Filistin halkına yönelik uyguladığı sistematik saldırı, yıkım ve baskının sonucu. Ancak savaş ve yıkım kıskacında her iki taraftaki sivillerin mağdur olduğu gerçeğine göz yummamız doğru olmaz. Devam eden savaş ve işgalin faturası ise her zamanki gibi yine çocuklar ve kadınlara kesiliyor.
KADIN BEDENİ SAVAŞIN BİR PARÇASINA DÖNÜŞÜYOR
Örneğin, İsrail ile Hamas arasındaki son çatışmanın daha ilk gününde, İsrailli bir kadının Hamas güçleri tarafından “esir” alındığı ve yarı çıplak şekilde aracın arkasında vücudunun teşhir edildiği bir video internette yayıldı. Bu görüntüler yalnızca birkaç kişinin esir alınması değil, aynı zamanda işgale karşı kin, öfke ve nefretin evrildiği noktayı da gösteriyor. Bir yandan bu görüntüler yıllardır Filistinli kadınların yaşadığı hikayeler ve görüntülerle aynılaşıyor. Tarih boyunca kadınların bedenleri kapitalizm ve onun ayrılmaz parçaları olarak din ve ataerki kuralları tarafından kontrol edilmiş ve şiddete maruz kalmıştır; bu durum savaşlarda yaygın olarak görülen şeylerden biri. Böylece özellikle de kadın bedeni savaşın bir parçası haline dönüşmesi kaçınılmaz. Kadın bedeni üzerinden düşmana “darbe vurma” yöntemi ise savaşların en ayrılmaz halkalarından biri hiç şüphesiz. Savaş sürecinde bir yandan yıkımın yükünü sırtlayan kadınlar, savaş koşullarının yarattığı eşitsizlikle de cebelleşiyorlar.
İŞGAL EŞİTSİZLİĞİ VE ATAERKİYİ BESLİYOR
Kadın hakları üzerine çalışan Filistinli kadınlardan oluşan Miftah grubu yaptığı bir açıklamada önemli bir noktaya dikkat çekmişti: “İşgal erkekler tarafından yaratılır, erkekler tarafından yönetilir ve büyük ölçüde erkekler tarafından sürdürülür”.
Bu noktayı Filistin işgali tarihi boyunca belki şöyle yorumlayabiliriz; İsrail devletinin işgal politikası ile Filistin toplumunun ataerkil yapısı arasında inkâr edilemez bir ortaklık vardır ve bu kaçınılmazdır.
Burayı biraz açabiliriz. İsrail devleti yapısı gereği savaş sürecinde ataerkiyi araçsallaştırdığı ve güçlendirdiği bariz. Filistinli kadınların üzerindeki baskı ve eşitsizliğin kaynağı çoğu zaman “o bölgedeki kültür”, “din”, “gericilik” olarak tahlil edilir. Ama bu tahlil çoğu zaman eksik kalır. Çünkü Filistin üzerindeki abluka, Filistin toplumunda mevcut ataerkilliğin güçlendirilmesine yardımcı olan bir unsur olarak önümüze çıkıyor. Filistinli kadınların ve kadın örgütlerinin çoğu zaman anlattıkları hikayelerden ve aktarımlardan öne çıkan şeylerden biri genelde “Şiddete uğradığımızda, tecavüze ve tacize uğradığımızda ‘şimdi ses çıkarmanın zamanı değil. Savaş koşullarındayız ve erkekler stresli’ yanıtını alıyoruz” gerçeği oluyor. Savaş koşullarında her türlü yıkımın öznesi olan kadınlar, işgalin Filistin toplumunun içinde yeniden ürettiği şiddetin ve baskının da öznesi haline geliyor.
FİLİSTİN’DE KADINLAR HER ALANDA MÜCADELE VERİYOR
Öte yandan tüm bu savaş sürecinde Filistinli kadınların bedenleri hem işgalciden yana istismara maruz bırakılıyor hem savaşa yeni askerler üretmekle mükellef. Bu meselenin kendi de şiddeti yeniden üreten bir zincirin parçası. Milliyetçi yaklaşım veya İslami ideolojiye göre Filistin’de kadınlardan “vatan annesi” ya da “şehitlerin yaratıcısı” olarak bahsedilir. Bu mesele de yine uzun yıllardır işgal ve savaş ortasında kalmış Filistinli kadınların sürdürdüğü yaşam mücadelesinin bir parçası. Öte yandan savaş atmosferinin yarattığı toplumsal koşulların kendisi bile kadınlara ek yük olarak geri dönüyor. Örneğin şehrin alanlarında güvenliği sağlayacak güvenlik güçleri bulunuyor ancak bu durum kadınlar için daha fazla hareket kısıtlamasına neden oluyor.
Tüm bu yaşananlar bir yandan Filistin’de kadınların yaşadığı sorunların dile getirilmesinin önüne geçen bir süreci de ortaya koyuyor.
BİRİNCİ İNTİFADA DÖNEMİNDE YÜKSELEN KADIN HAREKETİ
Filistin’de kadın hareketi tarihsel açıdan da zengin bir sürece sahiptir. Kısaca değinirsek; Filistin Kurtuluş Örgütü, kuruluşundan kısa bir süre sonra, 1965 yılında Filistinli Kadınlar Genel Birliği kuruldu. O günden bu yana kadınların mücadele süreçlerine yoğun katılımı ve 1960’lardaki silahlı çatışmalarda aktif rol almasına yol açtı. Bu dönem Filistin’de kadın hareketi açısından “altın çağ” olarak anılır. 1970’lerde kadın işçi komitelerinin kurulmasıyla birlikte daha radikal bir kuşağın ortaya çıkmasına da şahit olduk. Birinci İntifada- İsrail işgaline karşı Filistin halkının isyanının karakterini taşıyan birinci İntifa 1987’de başladı. 1991’de gerileyen direniş, 1993 Ağustos ayında Norveç‘te ‘Özerk Filistin Yönetimi’nin kabul edildiği Oslo Anlaşmasının imzalanması ile sona erdi- kadınlar, taleplerini işgale karşı süren isyanın içinde dile getirdiler. Daha sonra bu süreçte halk komiteleri çerçevesinde kadın komiteleri de oluşturuldu. İşgalci İsrail’in yaptırımlarına rağmen, kadınlar eylem ve gösteriler gerçekleştirerek, sosyal yaşamı örgütlemeye çalıştılar.
‘PRANGALARDAN KURTULMALIYIZ’
Kadınların inisiyatifiyle ortak sebze bahçeleri, öz yönetimli klinikler ve okullar kuruldu ve aynı zamanda bu süreçte partiler, sendikalar ve diğer kuruluşlar da oy kullanma hakkını talep eden kadınlar için bir araya geliyordu. Bu süreçte “Kadınlar, ataerkilliğin prangalarından kurtarmadan, vatan tam özgür olmaz” sloganıyla hareket eden bu kadınlar, savaş sürecinde kendi toplumunun erkeklerinin dayattığı mücadele hiyerarşisine de uymamaya kararlılardı. Ancak mücadele sürecinde sol kanadın aldığı darbe ve dağılma sonucu kadın hareketi de zayıflamış oldu. Kadın hareketi savaşın ve işgalin yarattığı dinamikler gereği geriye gitse de ilerlemeye dönük çabası da sönmedi. Örneğin eylül 2019’da kendi kendine başlayan bir hareket sayesinde genç kuşak kadınlar meydanlara çıktı ama bu meydana çıkma sürecini kendi mücadele hafızası gereği bir harekete dönüştürdü. “Teliye” hareketi. “Evden çıkıp sokağa çıkanlar” sloganıyla meydanlarda yan yana gelen kadınlar genç bir kadının (Esra Gharib) öldürülmesine ilişkin duyulan öfke dalgası üzerine kuruldu. Sokağa çıkan kadınların bir değer isteği tüm toplumsal baskıya rağmen yıllardır Filistin Yasa Konseyi masasında tozlanan “Aileyi koruma” yasasının onaylanmasıydı. Bu yasanın ismi “Aileyi Koruma” yasası olarak geçse de esas aile içerisinde kadını korumaya yönelik yaptırımlar uyguluyor. Bu ve bunun gibi hareketler eskiye nazaran daha kısıtlı olsa da tüm ileri ve geri yönleriyle birlikte toplumsal olarak kadınların dinamikleşmesine de neden oluyor.
Ayrıca savaş ve işgal sürecinde LGBTİ’lerin hem toplumsal hem dış faktörlerden dolayı uğradığı baskı ve şiddet üstünden geçilmemesi gereken bir mevzu. Ancak diyebiliriz ki kamuoyu açısından Filistin’de LGBTİ’lerin yaşadıkları ve söylemleri daha duyulmaz ve daha görünmez halde ilerliyor.
SAVAŞA KARŞI ‘BARIŞ’ DİYEN KADINLAR
Tüm bu yıllarda kadınlar mücadelenin bir parçası olurken savaştan yana değil barıştan yana aldıkları tutum ve birlikte mücadele örnekleri de az değildi. Özellikle İsrailli kadınların Filistinli kadınların yaşadıklarını teşhir eden, Filistin halkının haklı mücadelesini savunan ve barışı talep eden örgütlenmeleri kadın dayanışmasının sınırlara bağlı olmadığının en önemli örneklerinden biriydi.
Yine Birinci İntifada’nın başlarında kadınların tatil günlerinde siyah giyip şehir meydanlarına giden, işgale karşı çıkan İsrailli kadınlardan oluşan bir grup olan “Siyah Giyen Kadınlar’ın”- Women in Black- işgale karşı Filistinli kadınlarla birlikte mücadele veriyordu. Tutuklu Filistinli kadınların kaldığı hapishanelerin önünde toplanan, orada protesto örgütleyen eylemleri de vardı. Genel olarak İsrailli kadınlar o dönemde işgale karşı oldukça aktifti. Şimdiki süreçte de benzeri eylemleri İsrailli kadınlar açısından daha kısıtlı olsa da görmemiz mümkün.
Tüm bu savaş ve yıkım sürecinde kadınların diğer yolu da zorunlu göç oldu. Eşi, babası, ailesi savaşta ölen, kendisi İsrail güçlerinden kaçan kadınların ilk rotası kendi sınırı olan Lübnan oldu. Tüm bu yıllarda bir yandan hamaset ve yeni yerleşim planında pay edinmek isteyen Hizbullah, Al-Ḥashd ash-Sha’bi ve İran rejimi gibi radikal İslamcı örgütler ve devletler Filistin halkının iradesinin ötesine geçmeye çalıştı. Ancak halkların birbiriyle kurduğu bağ hep direnişin önemli bir noktasında durdu.
‘KADINLAR FİLİSTİN’İN TARİHSEL HAFIZASI’
Lübnan Komünist Partisinden Yana Samarani bu süreçte savaşın alevlenmesiyle Filistinli kadınların Lübnan’daki koşullarını Ekmek ve Gül’e şöyle anlattı:
“Filistin meselesi özellikle Lübnan’daki halk tarafından sürekli tartışılıyor. Özellikle kadınlar bu tartışmayı çok önemsiyor. Filistinli kadınlarla ortaklaşan, birbiriyle örtüşen çok fazla hikayemiz var. Şu an yaşanan şeyler uzun bir direniş tarihinin görünümü. Son yaşanan süreç ise çok kritik çünkü bizlerde Lübnan’da bölünmüş ve kutuplaşmış bir ülkenin içinde yaşıyoruz. Filistin’de yaşanan süreçler Lübnan’ı doğrudan etkiliyor. Birincisi sınırı paylaşıyoruz ikincisi ise buraya dair sağ ve sol kanadın tartışmaları birbirinden etkilenen bir yerde duruyor. Özellikle sağ kanadın birbiriyle “birleşik cephe” kurma hayali hep Filistin’deki süreci etkilemeye çalışmıştır. Büyük ölçüde de müdahaleci olmuştur bu yüzden Hizbullah’ın ne tutumunu ne de ideolojik düşüncesini destekleyemeyiz. Ancak bunu söylerken bile üzülüyoruz çünkü biz sol kanat, halkın yanında olan taraf maalesef çok güç kaybettik. Müdahalelerimizi yeterli değil. Karşımızda olan taraf ise güçlü ve meydan da savaşan taraf. Bu çelişki ve özeleştiriyi de vermeden tek taraflı konuşmak doğru olmaz.
Şimdi kadınlar açısından bu süreci izleyen, inceleyen ve hatta raporlayan kişi sayısı çok az. Lübnan’da Filistinlilerin kaldığı 8 kampımız var ve bu kamplarda özellikle kadın sayısı çok fazla. Özellikle eşini, ailesini kaybeden kadınlar bu kamplarda çok yaşıyor. Yıllardır bu kamplarda yaşayan kadınların her biri aslında Filistin halkına olup bitenin tarihsel hafızasını taşıyor. Şarklıları, yazıları, hikayeleri aslında kadınların toplumsal hafızının aynası. Bizimle aynı toplumdalar ve tek istedikleri kendi topraklarında özgürce yaşamak.
Biz kadınların ve halkların da mücadele ve dayanışmadan başka şansı yok. Çünkü bizler Orta Doğu’da “din” üstyapısıyla karşı karşıyayız. Bu halkın sistemin içinde yedeklenmesinin en kolay yöntemlerinden biri. Ancak sonuç olarak siyasetin tamamen dinden arınmış bir biçime bürünmesi bizim daha eşit ve özgür bir dünya hayalimiz için giden ilk adım olacak.”
Fotoğraf: Pixabay
İlgili haberler
Rızaları dışında doğum kontrolü uygulanan Grönland...
Rıza dışı doğum kontrol uygulamasının mağduru olan kadınların şu an 70 ve 80’li yaşlarında olduğunu...
ABD'de üç fabrikada binlerce otomotiv işçisi greve...
ABD'de General Motors, Stellantis ve Ford fabrikalarında 12 binden fazla işçi, toplu iş sözleşmesi g...
Meksika’da kadınların zaferi: Kürtaj suç kapsamınd...
Meksika Ulusal Adalet Yüksek Mahkemesi, kürtajı federal düzeyde suç olmaktan çıkardı. Meksika Ulusal...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.