GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Yara
Derin bir iç çekip gözlerini kızının ayak parmaklarından lime lime edilmiş kendi el bileklerine çevirdi. Sol el bileği daha az acı veriyor ama sağ el bileğine oranla daha çirkin görünüyordu.

Tepemde bir akbaba 

hırsla ölmemi bekliyor

ben ise düşünüyorum

nasıl bir tuzak kurayım ki

bana yaklaşsın da

onu vurayım

soluk almak için

oturmaya kalksam

işte yıkıldı diye

saldırıyor yüzüme

onu vurmak için

anlayınca fırsat beklediğimi

hızla dönüyor gökyüzüne*

Derin bir iç çekip gözlerini kızının ayak parmaklarından lime lime edilmiş kendi el bileklerine çevirdi. Sol el bileği daha az acı veriyor ama sağ el bileğine oranla daha çirkin görünüyordu. Haftalar geçiyor yaraları iyiye gitmesi gerekiyorken kötüye gidiyordu. Bir an unuttu çocuklarının ateşlenmesini ve haftalar önce yakasına yapışıp bedenini kanlar içinde bırakan ölüm korkusu yeniden aklına düştü. Gözlerini yaralarından kaldırıp bakışlarını biri sağında diğeri solunda boylu boyunca uzanmış iki küçük çocuğunun yüzlerinde gezdirdi. O olmasa kimse çocuklarına bakamazdı. Aklına bu yargısı üzerinden daha fazla kötü fikir getirmeyip oturduğu eskiden siyahken silinmekten grileşmiş koltuğun üzerinde yavaşça doğruldu. İçinden “Keşke onun öfke saçan gözleri de zamanla aşınıp merhametle baksaydı.” diye geçirdi. Onun gözü, kulağı, kolları, neresi aşınırsa aşınsın merhametli bir adam olamayacağını adı gibi biliyordu ama beklenti işte, hiç bitmiyordu. Ona dair düşüncelerinin kafasında uzayıp gitmesine izin vermeden koltuktan doğruluşu gibi yavaşça ayağa kalktı. Sağ köşedeki uzun masanın üstünde bulunan bilgisayarın önünde oturmuş siyah saçlı ve gözlüklü doktora doğru yöneldi. Onun doktora olan yolunu yarılamasıyla doktor masasının başındaki işini bitirip ayağa kalktı. Ayağa kalkınca ne kadar uzun boylu olduğu da ortaya çıktı. Kendisinden oldukça uzun boyluydu ve siyah kemik çerçeveli gözlüklerinin altındaki gözlerinin rengi o kadar yüksekte olduğundan dolayı seçilemiyordu. Gerçi alçakta olsa ne olacaktı, doğduğunda yüzüne yapıştırılmış gibi duran gözlüklerinin altındaki gözlerin rengini seçmek ona ilk kez bakan birinin aklına gelmezdi.

Gözlüklerin camına gizlenmiş göz bebekleriyle kadının ona bakarak yaklaştığını fark eden doktor beş adım attıktan sonra olduğu yerde kaldı ve kadının ona daha çok yaklaşmasını bekledi. Kadın, doktora yaklaştıkça koyu renkli ve desenli jarse bluzunun kolları altında kalmış el bileklerini görünür hale getirdi. Bu hareketiyle o tek kelime etmeden doktor bütün olan biteni anlasın istiyordu. İsteği olmadı ve doktor anlamamış bakışlarla gözlüklerini kadının yüzüne dikti. Kendini toparlayıp açıklama yapmaya hazırlanan kadın bluzunun kollarını biraz daha sıyırıp sağ bileğini doktorla arasında bulunan boşluğa doğru uzattı.

— Hocam bileklerim çok ağrıyor. Şimdiye kadar iyileşmesi gerekmez miydi?

— Ne zaman dikiş atıldı?

— Bir ay oldu.

Gözlük camlarını dikkatle kadının sol bileği üzerinde gezdiren doktor büyük bir hassasiyetle başparmağını da kadının sol el bileği üzerinde gezdirmeye başladı. Bu hareketle canı daha çok yanan kadın bileğini doktorun başparmağından kurtarmak için sağ bileğini de doktorun önüne uzattı.

— Bu daha az acıyor ama daha yavaş iyileşiyor.

— Evet, bu daha kötü olmuş. Dikişlerin enfeksiyon kapmış, yan tarafta travma odası var, oradaki doktorlara göstersen daha iyi olur.

— Doktor açıklayıcı bir cevap verememişken muayene odasından ergenlikten yeni çıkmış tok bir erkek sesi doktoru yanına çağırdı. Doktor kadını başından savmış gibi gözükmemek için cevabını tekrarlayarak onu çağıran sese yöneldi. Kadın bu cevabın yetersizliğinden dolayı ‘Belki başka birinden yardım isterim’ diye çaresizce etrafına bakındı ama içerideki tüm görevliler oraya buraya koşturdukları için kimse onun farkında bile değildi. Bileklerindeki sızıyla yeniden koltuğuna yöneldi. O esnada sol tarafında uzanmış olan oğlunun yatağının yan tarafında ağlayan bebek gözüne çarptı. Bebek çıldırmışçasına ağlamaktaydı ve onu kucağına almış annesi çaresizce bebeğini sağa sola sallayıp susmasını beklemekteydi. Ayakta duran bir adamsa arada kadının kucağından bebeği alıyor ama o da bebeği susturma konusunda başarısız oluyordu. Bir iki dakikalığına da olsa bu sahne kadının dikkatini dağıtmış ve el bileklerinin sızısını unutturmuştu. Ama dikkatini yeniden yaralarına verdiğinde bu defa bütün vücuduna yayılan bir sızı hissetti. Bu sızıyı en çok da göğüs kafesinin altındaki boşlukta hissediyordu. Gözlerini yeniden ağlayan bebeklerini susturmaya çalışan ailenin üzerine dikecekti ki kızının tiz çığlığıyla irkilip başını sağına doğru çevirdi. Hemşirenin elindeki içi dolu şırıngayla yaklaşması kız çocuğunun tıpkı hastaneye getirdikleri esnada kopardığı feryadın daha cansızını koparmasına neden olmuştu. Hemşire çocuğun sakinleşmesi için bir şeyler söylüyordu ama kız çocuğu bana mısın demiyordu. Ancak hemşire işini bitirip yanından uzaklaşınca sakinleşebildi. Kız çocuğunun susmasıyla birlikte sanki kızını teselli etmeye hiç mecali yokmuş gibi donuk bakan kadının gözlerinden yaşlar damlayıp bluzunun rengini koyulaştırdı. Elindeki ikinci şırınga ve ilaç şişesiyle kadının solundaki yatağa yönelen hemşire, kadının ağladığını fark edince formasının üstüne acemice iliştirilmiş iki cepten birinden sanki az önce kullanılmak için katlanıp cebe sokulmuş da kullanılamamış gibi görünen peçeteyi çıkarıp kadına uzattı. Kadın hemşirenin elindeki peçeteyi onunla göz teması kurmamaya özen göstererek alıp önce gözlerine sonra burnuna götürdü.

— Neden ağlıyorsun? Üzülme çocukların sadece ateşi var.

Kadın gözlerini kaçırmaya devam etti ama ne soruya ne de teselli cümlesine herhangi bir cevap vermedi. Zaten hemşirenin de onun ne cevabını ne de derdini dinleyecek vaktinin olmadığı cümlesini kurup işini bitirir bitirmez başlarından ayrılmasından belliydi.

Hemşirenin yanlarından ayrılmasıyla gözlüklü doktor yeniden kadının başında bitti. Bu defa elinde iki kâğıt vardı.

— Bunlar çocukların reçeteleri, ateşleri düşünce gidebilirsiniz. Yalnız ilaçları bu gece temin edip kullanmaya başlarsanız iyi olur. Çünkü ikisinin de yeniden ateşi yükselebilir.

Kadın tıpkı hemşirenin elinden peçeteyi aldığı gibi reçeteleri de doktorla göz teması kurmadan ve herhangi bir karşılık vermeden aldı. Tepkisizliği pek umursamayan doktor kadının reçeteleri almak için uzanan el bileğindeki dikişleri görünce yeniden söze başladı.

— Dikişlerini de çıkarken sana tarif ettiğim yere göstermeyi unutma. İhmal edersen daha kötü olabilir.

Kadın kendisiyle ilgilenildiği için mutlu olmuştu, ancak tek kelime etmeden onaylarcasına başını öne ve geriye sallamakla yetindi. O esnada ağlayan bebeği annesi hâlâ susturamamıştı. İçinden “Çocuk sussun diye hırsla sallıyor oysa dizine yatırıp dizinde sakince sallasa belki çocuk da sakinleşecek” dedi. Yerinden doğrulup içinden geçenleri söylemek için bebeğin annesine yönelecekti fakat az önce ona peçete uzatan hemşire elinde ateş ölçerle gelip çocukların ateşini ölçüp de artık gidebileceklerini söylediğinde yapmak istediğinden vazgeçti. Ağlama sesini duymazdan gelip önce sağındaki yatakta yatan kızını kaldırıp ona pek yeni sayılmayacak siyah ayakkabılarını giydirdi. Soluna döndüğünde oğlunun çoktan hazır bir şekilde yatağın ucunda beklediğini gördü. Kadın iki çocuğuyla birlikte hazırlanmış beklerken içeriye başörtüsünü gevşek bir şekilde bağlamış başka bir kadın girip onları dışarı çıkardı. Koridora çıkar çıkmaz karşıda ve sağda kalan başka bir odaya girdiler. Başörtülü kadın bir eliyle kız çocuğunun diğer eliyle de erkek çocuğunun ellerinden kavrayıp kadına odaya yalnız girmesini söyledi. Kadın odaya adımını tam atmamıştı ki ne olduğunu bilmediği ama kısa süre öncesinde karşılaşmış olduğu kokunun yüzünü yalayıp burnuna dolmasından rahatsız oldu ve kendini odanın dışına atmak istese de bunu yapmadı. Ne olursa olsun çocuklarının onun için daha fazla endişelenmesini istemiyordu. Odanın sol köşesinde oturan hemşireye yönelip el bileklerini uzattı. Yine hiç konuşmadan birinin onun başına gelenleri anlamasını istiyordu ve bu defa istediği oldu. Hemşire onu duvar dibindeki sedyeye oturtup beklemesini söyledi. Bunun üzerinden dakika geçmemişti ki hemşire yanında orta boylu zayıf bir doktorla içeri girdi. Doktorun yaşından küçük görünüşü onda güvensizlik duygusu yaratsa da bunu odadaki kimseye yansıtmadı. Yine de bakışları doktora olan güvensizliğini ele veriyordu. O da sık sık bakışlarının onu ele verdiğinden söz ederdi. Hatta o son gece bile bağırarak “Beni bırakmak istemiyorsun sen de çok seviyorsun. Bakışlarından belli!” diyen kaba ve korkunç sesi hâlâ kulaklarındaydı. Bu sesi susturmak için elleriyle kulaklarını kapatmak istiyordu ancak her iki bileği de hemşirenin parmaklarının arasındaydı. Elleriyle sesi susturamayacağını anlayınca zihnindeki düşünceleri kontrol altına almaya çalıştı ve yeniden dikkatini güvensiz bulduğu doktorun üzerinde topladı.

— Dikişlerin enfeksiyon kapmış, sana biri antibiyotik olan iki ilaç yazacağım. Onları on gün boyunca günde bir defa kullan. İyileşmezse yeniden gelirsin. Bu dikişleri burada atmıştık değil mi?

Soru kendisine yöneldi sanıp hatırlamak için hafızasını yoklamaya çalıştı ama o hafızasını yormadan hemşire “Evet” cevabıyla yardımına yetişti. Doktor bu cevaptan sonra daha fazla vakit harcamak istemezcesine hızlıca yazılmış bir reçeteyi kadının eline tutuşturup “Geçmiş olsun” demeyi bile kadına çok görerek odadan çıktı. Doktorun odadan çıkmasıyla kadın da bluzunun kollarıyla dikiş yerlerini kapatmaya çalışarak kendini odanın kapısında buldu. Ancak hastanenin çıkış kapısına doğru adım attıkça derisini kemiren bir sivrisineğin yarattığı sızı misali beyninin içindeki sesler başını sızlatıyordu. Önce küçük cihazdan çıkan tiz bir sinyal sesi ardından daha güçlü cihaz sesleri ve paniğini gizlemeye çalışan bir kadın sesi “Acil B Rh pozitif eritrosit süspansiyonuna ihtiyacımız var!”

Beyninin içinden bir yerlerden gelen ve susturamadığı bu cihaz ve insan sesleri ancak hastane kapısından dışarı çıkıp da temiz hava ciğerlerine dolduğu zaman peşini bıraktı. İçindeki seslerden dolayı yaşadığı huzursuzluk tam geçiyordu ki hastane girişine hızlı bir dönüş yaparak park edip kapılarını açan ambulanstan çıkarılan sedye üstündeki ve kanlar içindeki yüzü tanınmayacak hale gelmiş kadın bedeni huzursuzluğunun daha da artmasına neden oldu. Çocuklarının dikkatini ambulanstan çıkan kadına yöneltmesinden korkarak başını önüne çevirdi ve adımlarını hızlandırıp (onlara refakat eden başörtülü kadını da geride bırakmayacak şekilde) az ileride çocuklarını ve onu bekleyen arabaya kendini attı. Araç ilerledikçe ambulansın da içindeki kadının da zihninden uçup gitmesini diledi. Beyninin içindeki sesler de onu sık sık ziyaret etmesin istiyordu. Kadının zihnindeki bu isteklerle araç yamalı asfaltta kadına ait olmayan ama onunla birlikte onun gibi birçok kadını ve çocuğu da barındıran eve doğru büyük bir belirsizlik içinde ilerdi.

*Füruğ Ferruhzad’ın Akbaba şiirinden


İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Zamansız ölüm

Okurumuz Heidi Korkmaz'ın koronavirüs sürecinde ölen bir annenin kızları üzerindeki etkisini kaleme...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Çok Kısa Bir Mektup

‘Ne olduysa, o sıra olmuş. Atmış kalemi elinden. Tutmuş mektubu, Bir iyice buruşturmuş. Sımsıkı kapa...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kafes

Başlarındakine yol veriyor kapının ağzında durarak. “Yakın” diye bağıran bir ses duyuluyor arkalarda...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Yılan

Akşam olunca öfkemin yerini merak ve acıma duygusu aldı. Sema’ya ne yaptıklarını merak ediyordum ve...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Son Uyku

‘Her yeni güne sevgiye başlarsın, annem sen benim yanıma kalansın...’ başımı yavaşça önüme eğdim ve...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Otobüs yolculuğu...

Erkeklerin çok normal karşılanan yüksek sesli konuşmalarını, kahkahalarını, kadınlar aynı rahatlıkla...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Sabun köpüğü

‘Koca ibrikle zorlaşan bu el yıkama dansının sonuna gelmek üzereyken bir sesle çıktı köpüklerin aras...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Papatya sırası...

Bugün 8 Mart’mış, kadınların günü müymüş, neymiş, sen git bir demet papatya al, parası daha fazlasın...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Nasır

Hayat sonunda yolunu değiştirmiş, farklı bir tarafa akmaya başlamıştı. Tarihini de kaderini de kendi...