GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Sabun köpüğü
‘Koca ibrikle zorlaşan bu el yıkama dansının sonuna gelmek üzereyken bir sesle çıktı köpüklerin arasından.’

Gözlerini açtığında gördüğü ilk şey çardağın üzerindeki çinko çatı oldu, yattığı yerde kimse yoktu, demek ki herkes yine erkenden işe koyulmuştu. Rahatsızlık belirdi içinde, yabancısı olduğu bu evde diğerlerinden geç kalkmayı suç gibi görüyordu kendine. Yabancı bir evin ona verdiği rahatsızlıklardan sadece biriydi bu. Gerindi, uzunca esnedi gözlerini ovuşturarak çıktı yataktan, tembel adımlarla evin arkasındaki tuvalete doğru yol aldı, yol boyu bir sürü çirkin ot gördü, birkaçını yoldu. Elinde kalan kokuya baktı, ineklerin bile bunları yemeyeceğine emin olduğu kadar pis kokuyordu. Tuvalette vızıldıyan kocaman bir arı gördü, korktu, dikildi öyle olduğu yerde, boş yere bekledi gitmedi arı. Birazdan geri dönmeye karar vererek çardağa doğru yollandı. Geldiğinde yatağının toplanmış olduğunu gördü, daha doğrusu toplanmamış, yattığı ne varsa çardağın kenarına asılmıştı, bu eve geldi geleli onun yatağı hep diğerlerinkinden ayrı olarak buraya asılıyordu, diğer günler bu durumda rahatsız edici bir şey aramadı fakat bugün içinde farklı bir his uyandı. Bu sinek ilacı kokusu da neydi böyle?

Tuvaleti sonraya bırakarak bir şeyler yemek için mutfağa yöneldi, bazlama parçası ile biraz çökelek buldu, bir bardak su ile onları yedi. Bu evde kendi evlerinden farklı birçok şey vardı, burada odalar çok fazlaydı, eşyaların hepsi tertemizdi, kendi kirli halıları, kapkara tencereleri, sürekli akrep ve çekirge gezen tavanlarıyla kıyaslanamayacak kadar güzel bir evdi fakat hepsinden önemlisi bu evde bolca yoğurt, süt ve çökelek vardı. Çoğu zaman gizlice de olsa yiyordu bolca.

Evin insanları da en az evlerin farklı olduğu kadar farklıydı birbirlerinden. Annesi öldüğünden beri buradaydı ama hâlâ bir türlü alışamamıştı bu insanlara. Neredeyse hiç denecek kadar az konuşuyorlardı, ne babaları onlara fıkra anlatıyor ne de anneleri el işi yapıyordu, çocuklar oyun oynamıyor, ana babaları gibi davranıyorlardı. Herkes sürekli bahçe ve hayvanlarla uğraşıyorlar diğer kalan zamanların çoğunda da namaz kılıp tesbih çekerek mırıldanıp duruyorlardı. Hatta evin babası namazları camide kılıyordu, komşuların dediğine göre çok dindar bir adamdı, yoksa gider miydi ta köyün öbür ucundaki camiye. Hem böyle bir zamanda bu yoklukta elin çocuğuna kim baksındı, evde bi’ de işe yaramaz fazladan boğaz mı eksikti, Allah’ını bilen adamdı işte, herkes yapmazdı bu iyiliği!

Kafasındaki düşünceleri elini şöyle bir sallayıp dağıttı, şimdi sıra tuvaletteki arıdaydı, sekerek, zıplayarak yeniden gitti, vardığında arı gitmişti. Zor kapanıp açılan tahtadan kapıyı açıp giriverdi, tahtaların arasındaki çizgi gibi boşluklardan herkes onu izliyor gibi geliyordu, işini hızlıca halletti, koşarak geri eve gitti. Evin babası ile karşılaştı kapıda, neşesi kayboldu, girişte hemen sağdaki odaya giriverdi, gusülhanede ellerini yıkamaya koyuldu, iyice köpürttü ellerini, tuvaletten sonra ellerini yıkamayı çoktan öğrendiğini göstermek ister gibi uzunca devam etti köpükle oynamaya, bugüne bugün tam on yaşındaydı. Koca ibrikle zorlaşan bu el yıkama dansının sonuna gelmek üzereyken bir sesle çıktı köpüklerin arasından.

“Kız ne biçim el yıkamak o, anan baban hiç mi öğretmedi sana? Elinin kiri ibriğin içine akıyor görmüyon mu? Ben abdest alıyom o suyla, gerçi sen nerden bilecen bunları, evinizde bilen yok ki abdesti namazı. Çekil şuradan, al götür şunu da yıka koy yerine. ” Feyza’nın yediği ilk azar değildi bu.

Hızla çıktı odadan, çardağın yanındaki suyla ibriği yıkayıp olduğu yere bıraktı. Merdivenlerden koşarak inmeye başladı. Babasının çalıştığı yere doğru yollandı. Baston yutmuş gibi yürüyen o adamın bağırışları gözlerini yaşartmıştı. Gururla yaptığı el yıkama dansından utanıyordu düşündükçe. Annesine kızdı, bu kadar erken ölmek zorunda mıydı, teyzesine kızdı kendisi de o koca evlerine sığamaz mıydı, kardeşiyle olmak en azından kendini hiçbir yerde sığıntı gibi hissettirmezdi. Ama eniştesi, onu hatırlayınca içinden bir bulantı yükseldi. Koşar gibi düşünüyor, bir yandan da koşuyordu, tam köyü çıkmak üzereyken Derya belirdi bir anda karşısında, durdurdu onu, alaycı bir yüz ifadesiyle konuşmaya başladı.

“Ne o Feyza nereye koşuyon böyle, köpek mi kovalıyor arkandan?”

Her zamanki gibi alay peşinde miydi yoksa bu sefer gerçekten merak mı etmişti bilemedi, annesinin ölümünü sırıtarak söylediğinden beri nefret ediyordu ondan. Cevap vermeden durdu biraz nefesini zor topladı, tam konuşup olanları bir çırpıda anlatmaya niyetlenirken devam etti Derya.

“Bit varmış kız kafanda, yatağına sinek ilacı sıkıp atmışlar yine çardağa, evden mi kovdular yoksa ondan mı koşuyon ha ha ha! Bitli Feyza, bitliii Feyza oh ki oh, saçını da oğlan gibi keserler inşallah!”

Feyza’nın saçları, köydeki bütün kızları toplasan kıyas bile edilemezdi, öyle güzeldi ki. Köydeki bütün kadınların en az bir kere eli değmişti o upuzun siyah saçlara. Kadınlar yanlarına çağırırdı onu, yıkarlar, tararlar bir örer bir salarlardı saçlarını. Onu değil de saçlarını severlerdi daha çok bilirdi. Annesi öldü öleli kimse dokunmamıştı o saçlara, gerçekten bitlenmiş miydi acaba, kafasında karınca gibi bir şey görmüştü birkaç kez, ya gerçekse, saçlarının kesileceğini düşündü, delirmiş gibi bağırmaya başladı, "Kestirmemmm, saçlarıma dokundurmam, annem severdi saçlarımı, söz verdim ona kestirmem."

Derya korkuyla uzaklaştı hemen oradan. Feyza’dan çok defa dayak yemişliği vardı.

Yorgunluk falan bilmeden köyün çıkışını geçti, şimdi koca bir yokuş vardı babasının ulaşması için aşması gereken. Öyle acıyordu ki içi annesi bir kere daha ölmüş, o yabancı eve ilk adımını yeniden atmış gibi ezildi yüreği. Babasına bir an önce olanları anlatmak için son gücünü de kullanarak çıktı yokuşu, onu gördü hemen, küçük odanın içinde koca dürbünüyle ormana bakıyordu. Söylediğine göre o ağaçları izlemeyi bıraktığı küçücük bir anda çok büyük bir yangın çıkabilir, bu güzel köy kapkara olabilirdi, yazları çok daha dikkatli olmaları gerekliydi. Son düşünceleri kafasından geçtiği anda babasının kollarındaydı, baba dikkatle baktı kızına, dinlemeye hazır halde duruyordu.

“Baba, saçımı keseceklermiş bit varmış kafamda, anneme söz verdim ben kesmeyecem hiç saçlarımı. Baba n’olur beni o eve gönderme.”

Biraz önce yüzündeki neşesi silinen baba yeniden aydınlatmaya çalıştı yüzünü, eğildi kızının ellerinden tuttu.

“Sakin ol kızım, dur hele anlat bakalım ne oldu, hem söz vermiştin hani kış gelene kadar dayanacaktın.”

“Baba, çok tuhaflar, hem bugün bağırdı bana o uzun adam, kızdı, hep yapıyor bunu. Çok üzüldüm bu kez baba, ağlamamak için dudaklarımı ısırdım. Bi’de her gün yatağımı çardağa asıyorlar, hep benden uzak duruyorlar, yatağıma da sinek ilacı sıkmışlar, ben bir daha yatamam ki zaten o yatakta n’olur baba burada kalayım, sen yorulunca ben bakarım dürbünden hem.

Çaresiz baba derin bir iç geçirdi, düşünmeye koyuldu, daha biricik hayat arkadaşının acısı geçmeden iki kızının telaşı sarmıştı onu, işten izin alması mümkün değildi. İnsana acısını yaşamak için bile fırsat vermiyorlardı. Yine de kızını o eve geriye göndermeyecekti. Çok bile dayanmıştı Feyza o evdekilere. Düşüncelerini bir kenara bırakıp konuşmaya başladı.

“Tamam, canım kızım. Güzel Feyzam, sen şurada otur, birazdan Hüseyin amcan gelecek ona dürbünü devredeyim ondan sonra bakarız bir çaresine, şimdi ağaçlara bakmam lazım.”

Babası yeniden dürbünle bakmaya başladığında Feyza biraz rahatlamıştı, aklına kafasındaki karıncalar geldi, belki de bitlenmişti, onlardan kurtulması gerekiyordu ama önce kardeşini teyzesinden almalıydı. Kardeşi eniştesi ile aynı evde kalamazdı, o iğrenç bir adamdı, kendine yaklaştığı anlardaki sıklaşan o pis nefesini, kendine dokunmasını hatırladı, evet eniştesi iğrenç bir adamdı. Keskin bir şeyin üzerindeymişçesine bir anda fırladı yerinden “Baba ben Zeynep’i de alıp gelecem, kardeşim orada kalamaz.” Cümlesi bittiğinde çoktan uzaklaşmıştı.


İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kendine ait bir oda ve daha başka şe...

Mutfak masasında yazı yazan, başka gezegenden gelen birine bir gazete sayfasından dünyayı anlatan ka...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Dokunuş

Bugün bir başka dokunuşla yeniden can bulmuştu. Işıldamıştı günden güne solan gözleriyle küskün kalb...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Mektup

Ben kalkmak zorundayım. Büyüğün saçını kurulayıp, küçüğü emzireceğim. Mektubuma burada son verirken...