Yaşamını ve servetini eşitlik mücadelesine adayan Lida Gustava Heymann
Alman burjuva kadın hareketinin radikal kanadından Lida Gustava Heymann ‘Mülkiyet ve varlıklarımız çalınmış olabilir, ancak özgürlük, adalet ve barış mücadelesindeki çalışmalarımız asla’ diyordu.

Lida Gustava Heymann 15 Mart 1868’de Hamburg’da dünyaya geldi.

Heymann, Nazi rejimine karşı açık ve kararlı bir şekilde mücadele eden biri ve ikna olmuş bir pasifist olarak, 1933’te Anita Augspurg ile yurtdışına yaptığı geziden sonra Almanya’ya dönmeyerek mücadelesini sürgünde sürdürdü. Augspurg ile 40 yıllık çalışan ve beraber yaşayan bir Heymann, burjuva kadın hareketinin radikal kanadının en belirgin temsilcilerindendi ve ödün vermeden kadınlara oy hakkı talep etti. Lida G. Heymann, hatırı sayılır mirasını, kadınların erkek egemenliğinden kurtulmaları için kullandı.

Bugünün anlayışına göre, bir tür feminist kadın merkezi kurdu. Çalışan kadınlar ve kadınları bilgilendirmek ve mücadeleye sevk etmek için yapılan etkinliklerde kullanılmak üzere ucuz bir öğle yemeği masası sundu; çocuk bakım merkezleri ve bir danışma merkezi açtı. Kız ve erkek çocuklar için bir ortak eğitim lisesi ve kadın ticari çalışanlar ve genç sahne sanatçıları için profesyonel temsilcilikler kurdu.

Hamburg ahlaki polisi ile tartışması bir sansasyon yarattı: fahişelere yönelik aşağılayıcı muameleyi protesto etti ve ona “çılgın kadın” adını kazandıran fahişelerin devlet şiddetine maruz bırakılmasının kaldırılmasını istedi.

Lida G. Heymann, Kadın Oy Hakları Derneği’nin kurucularından biriydi ve Anita Augspurg ile birlikte 1919-1933 yılları arasında Die Frau im Staat/Devletteki Kadın dergisini yayınladı. Bugünkü özerk kadın hareketi gibi, her ikisi de, erkek egemen partilere şüpheyle yaklaştı. Ancak her ikisinin kabullendiği, kağıt üzerindeki eşit siyasi hakların kadınlara eşit toplumsal statü sağlayacağı yönündeki iyimser düşüncelerin sistem var olduğu sürece gerçekleşmeyeceği şimdilerde açıkça ortaya çıktı. Kadınların eşit haklara sahip bir yaşam sürdürebilmeleri eşitsizliği her gün yeniden, üretim ve işgücünün yeniden üretimindeki sömürü, her türlü gelenek, görenek, değer yargısı, tüketim alışkanlıkları, bağımlılık ilişkileriyle üreten sistem var oldukça belli bir elit kadının ayrıcalığı olmaya devam ediyor. Zaten burjuva kadın hareketiyle proleter kadın hareketi arasındaki belirgin fark da burada(ydı)...

“Çok genç bir insan olarak bile [...] erkeklerin aşırı güveni ve kibirli küstahlığından öfke duydum. Onların kadınları aşağılayan, kendilerini onların üzerinde gören -özellikle eşleri- tavırları beni tiksindirdi. Büyüdüğümde, kendimin bilincinde olarak, insanların kişisel özgürlüğümü kısıtlamasına asla izin vermemeye yemin ettim; erkek egemen devlette sunulan koşullar altında bu mümkün olduğunca tabi ki... Yeminimi sürdürdüm, bunu büyük bir zorluk çekmeden yapabildim, çünkü babamın ölümünden sonra varlıklı ve tamamen bağımsızdım.”