GÜNÜN ÖNERİSİ: Susan Sontag okunması gereken bir yazardır
Sennur Sezer’in kaleme aldığı yazılar hala çok önemli şeyler öğretiyor bize... Yeri geliyor bir fikri, bir şiiri, bir yazarı içimizde yeşertiyor yeniden... Senur Sezer’in kaleminden: Susan Sontag.

Çok az yazarın sansürden alaysılıkla söz edebileceğine inanırım. Önce, hem kendi, hem edebiyatın gücüne inanacak. İnsanlığın, dayanışma ve yaratıcılıkla edindiği o sonsuz güçle. Ve durup dayanabildiği son nokta neresiyse orada kalıp dövüşmeyi sürdürecek... İnsanlık karşıtı her şeyle.
İşte o zaman, hangi dilde olduğu pek önemli değil, şu sözcükleri bir kahkaha uyumuyla fırlatıverir ortaya: “Sansürün olmadığı yerde yazarın bir önemi yoktur. Bu nedenle sansüre karşı çıkmak çok kolay bir şey sayılmaz.”

Evet, doğru tanıdınız bu cümleler Susan Sontag’ın (16 Ocak 1933-28 Aralık 2004). Aydınların olup bitenlerden kendilerini sorumlu görmemelerinin ipucunu “Başkalarının acılarını sadece seyrederek, onlarla gerçek dışı bir bağ kuruyoruz aslında. Ne kadar çok sempati duyarsak, acılara yol açan gelişmelerde bir suçumuz olmadığı hissine kapılmamız da o kadar kolaylaşıyor” cümleleriyle veren gerçek bir aydın.

Susan Sontag’ın Can Yayınları arasında Amerika’da (ilk yayınlanışı 1999) romanı yayımlandı. Daha önceki yıllarda da baskısı yapılan kitabın konusu epey yalın: Polonya’nın büyük aktristlerinden Maryna’yla bir grup Polonyalı, 1876’da ABD’ye göçerek Kaliforniya’ya yerleşirler. Hayali bir komün hayatını pratiğe geçirmek amacıyla kariyerinden vazgeçmeyi göze alan Maryna’nın yanında, ailesine baş kaldırmış bir asil olan kocası, küçük oğlu ve ona tutkuyla aşık bir genç yazar da vardır.

Çok geçmeden komün deneyi başarısızlığa uğrayınca göçmenlerin çoğu çareyi Polonya’ya geri dönmekte bulur. Maryna Amerika’da kalacak, İngilizce öğrenecek, adını değiştirerek sahneye çıkıp kendini kabul ettirmeyi başaracaktır.

Susan Sontag’ın 1876’da Polonya’dan Amerika’ya göçen Aktrist Helena Modrzejewska’nın yaşamından, Qua Vadis’in yazarı Henryk Sienkiewicz’le ilişkisinden ve sonra da Helena Modjeska ismiyle Amerikan tiyatrosunda kazandığı başarıdan esinlendiği belirtilir.

İnsanların yurtlarını bırakıp, yaşamak için seçtikleri ya da seçmek zorunda bırakıldıkları göçmenlik zor bir durumdur. Ama oyunculuk da bir çeşit göçmenlik değil mi? Oyuncuların göç etmek için terk edemeyecekleri tek yer sahnedir.

Bir göçmenler ülkesi olan Amerika, herkesi topraklarına çağırmayı sürdürüyor, yeşil kart dağıtıyor. Ancak 2003 yılının ekim ayında Alman Yayıncılar Birliğinin Geleneksel Barış Ödülü’nü alırken şunu söyledi: Büyükelçi Coats, burada olmamayı seçti, gazetelerde, televizyonlarda yayımlanan röportajlarımda ve bazı makalelerimde, Irak’ın istilası ve işgaline, Amerikan dış politikasının yeni radikal eğilimine dair eleştirilerim yüzünden böyle bir karar aldığını düşünüyorum.(...) bir ABD büyükelçisi, ülkesini temsil etmekle yükümlüdür, ülkesinin belli bir kesimini değil, tamamını. Ben, elbette ki ABD’yi temsil etmiyorum, Bay Bush’un ve danışmanlarının emperyal programını desteklemeyen o hiç de azımsanamayacak azınlığı bile.

Edebiyat dışında hiçbir şeyi temsil etmediğimi düşünmek isterim; belirli bir edebiyat düşüncesini ve vicdanını, belirli bir vicdanı ya da görevi.”

Susan Sontag’ı insanlığın vicdanı olmayı deneyen bir yazar olarak okuyun. Onun öykü tanımını anımsayarak: “Yazmaya değer görünen tek hikaye bir haykırış, bir silah sesi, bir ağlayıştır. Bir hikaye okurun kalbini kırmalıdır”. Ve kalbinizin kırılmasını göze alarak elbette.

Kaynak: Evrensel.net

İlgili haberler
GÜNÜN YAZARI: Leyla Erbil

Edebiyatın en üretken kadın yazarlarındandır Leyla Erbil. Arkasında birçok birikim bırakan bu cesur...

GÜNÜN YAZARI: Azra Erhat

Edebiyatın ‘Mavi Kadın’ı Azra Erhat’ın ölüm yıl dönümü bugün. Eski Yunan klasiklerinden yaptığı çevi...

Tıpla edebiyatın mutlu birlikteliği

Jane Austen’dan Susan Sontag’a, Veremden Kansere... Tarih boyunca edebiyatın değişmez öğelerinden ha...