kendimize ihanet etmeyelim illâ ki…
‘... belki de hayatın içinden çıkarttığımız taşlardadır keramet. belki yaşamayıp gelmeyecek bir çarşambaya ertelediklerimizdedir hayatın suyu.’

bazı zamanlar dört bir yanımızı çelişkiler sarar. sevmekle usturubuna göre sevmek arasında kalır kalbimiz. ihanetleri düşünür buluruz kendimizi. bizden beklenen gibi sevmek isteriz. diğerlerinin sevme şeklimize izin verdiği gibi. çünkü o zaman yaşam tehlikesizdir. o zaman günlük işleri çözer, hayat mesaisini sorunsuzca doldurabiliriz. sevdiklerimize ihanet edersek, kötü biri oluruz da; kendimize yaptığımız ihanete hakkımız varmış gibi gelir.

oysa el ayak çekilip yalnız kalındığında, gece yarısı kâbuslarında, hiç yoktan yere çıkmış görünen öfkelerde dalga dalga büyüyen, o ihanet değil midir aslında? sessiz ama derinden gelen çığlıklarına kulağımızı tıkayıp yola devam ettiğimiz ihanet; canımızı yaksa da yokmuş gibi yapmayı tercih ettiğimiz ihanet; her şey yolundaymış da ara sıra içimizde bir garip his duyarmışız, o da gelip geçermiş sandığımız ihanet.

şimdi tepsinin tepesine oturup, kurtlanmış pirinçleri ayıklama zamanı. belki de hayatın içinden çıkarttığımız taşlardadır keramet. belki yaşamayıp gelmeyecek bir çarşambaya ertelediklerimizdedir hayatın suyu. belki aşk da yalandır; ama belki de değil...

bir öykü okudum geçenlerde. süzülerek göklerde uçan bir kuşa aşık olan adamın öyküsü… adam kuşun uçuşuna vurgun ama ya günün birinde uzak dağları, ovaları, denizleri de keşfetmek de isterse korkusuna kapılıp onu bir kafese kapatıyor. nasılsa, kuş elinin altında olduğu için de daha seyrek geliyor kafesin yanına. öyle ki; sadece temizlemeye uğrar oluyor günün birinde. bu arada zamanla kuşun rengi soluyor, çirkinleşiyor, kanatları paslanıyor sanki. bir gün ölü buluyor adam kafeste kuşu. son derece üzülüyor buna; aklından çıkaramıyor bir türlü. ama üstünden zaman geçtikçe kafesteki görüntüleri hatırlamıyor bile… kuşu ilk gördüğü günde olduğu gibi bulutlarla yarışan hâli kalıyor sadece zihninde. anlıyor ki; kendisini heyecanlandıran kuşun dış görünüşü değil, hareket eden kanatlarının enerjisi imiş, meğerse.

ve kuşa tekrar kavuşabilmenin son yolu olarak, ölümden yardım istiyor. diyor ki ölüm; "her seferinde gidip sana dönmesine izin verseydin, ona olan sevgin ve hayranlığın iyice artardı, şimdi ise ona kavuşabilmek için bana muhtaçsın."

sanırım, kimsenin kimseye sahip olmamasının güzelliğinde yatıyor aslında "aşk"ın gizemi. onu ehlileştirmek, kalıplarda biçimlemek istiyor; hem de adı halâ aşk olsun diyoruz inatla. ama kazın ayağı öyle değil. "değil" diyor hayat bize. öyle ya da böyle; söylüyor günün birinde.

Not: Yazar Aynur Uluç yazılarında büyük harf kullanmamayı tercih etmektedir. Çizim Aynur Uluç'a aittir.

İlgili haberler
İçinde renkler yüzen bir mektup

“içine koca bir dünya sığdıran bu mektup düştü yoluma bugün. heyecandan konuşamadan aradım selma’yı…...

korku çiçeği

sal kendini… bilemezsen bileme...

simurg’u beslemek için…

‘aklınıza ne geliyorsa bu renklilik içinde; hepsi ama hepsi, bu büyük enerjinin dışa vuran semboller...