Payal Kapadia’nin öte geçelerden çaldığı ıslık: Aydınlık Hayallerimiz
Aydınlık Hayallerimiz, üç emekçi kadının sessiz isyanlarını, dayanışmalarını ve kentlerdeki hayatta kalma mücadelelerini anlatan güçlü bir hikaye. Bu koca şehirlerde birbirimizi bulacağız.

Cannes Film Festivali’nde Büyük Jüri Ödülü’nü kazanan Aydınlık Hayallerimiz filmi, yaslarımızı, yitirdiklerimizi, sevdiklerimizi, uzaklardaki köy evlerine giren türkülerimizi, neşemizi, sıkıştırıldığımız kalabalık kentlerimizi, 4 bin 628 kilometre öteden tanıyan Hindistanlı kadın bir yönetmenin, Payal Kapadia’nın ilk uzun metraj kurmacası. Bu film, Prabha’nın, Anu’nun ve Parvaty’nin bizlere çok tanıdık olan hikayesini anlatıyor. Bu hikaye hepimizi birbirimize bağlayan, dünyanın bütün ülkelerinde, bütün kentlerinde ve köylerinde ortak dertleri olan bütün emekçi kadınların hikayesi.

ÜÇ KADIN, BİR HİKAYE

Ana karakterimiz Prabha hastanede çalışan bir hemşire. Görücü usulü evlendikten sonra çalışmak için Almanya’ya giden kocasıyla arasında sadece fiziksel değil, duygusal olarak da kilometreler var. Onu heyecanlandıran, belki midesinde kelebekler uçuşturan olaylar veya insanları bazen korkarak, bazen sakınarak, bazen saklanarak öteliyor kendisinden. Ne dayatıldıysa onu yaşıyor. Ta ki rahatlığı kendisinde, sıradanlığında, yan yana olmakta bulana kadar.

Öte yandan diğer ana karakterimiz Anu, genç ve enerjik bir başka hemşire, Prabha’nın ev arkadaşı. Hindu ailesinin bir an önce evlendirmek istediği Anu ve onun gizlice görüştüğü Müslüman sevgilisinin aşkı toplumsal beklentilerin arasında tedirginlik ve korkuyla yaşanıyor. Sevdiği çocuğun mahallesine sızabilmek için trende başörtüsü takan, ailesine yalan söyleyerek işten çıktığı vakitlerde kısacık da olsa sevdiği kişiyi görmeye çalışan, kendini arayan, kendini bulmak için çabalayan genç bir kadın Anu.

Bir diğer karakterimiz Parvaty, hastanede çalışan bir aşçı. Orada yaşadığına dair elinde resmi bir belge bulunmayan Parvaty, kentsel dönüşüm sebebiyle evini kaybetmek durumunda kalır, köyüne dönmeye karar verir. Kalabalık kentlerde, rantsal dönüşümle boğuşan emekçilerin bir yansıması Parvaty.

PİRİNÇ PİŞİRİCİ HEDİYESİ

Filmi izlerken Anu ve Prabha’nın ailelerini ve eski hayatlarını güney eyaletinde bırakarak buraya çalışmaya geldiklerini anlarız. Bir gün Prabha’ya Almanya’daki kocasından bir paket gelir, içinde elektronik bir pirinç pişirici vardır ve bu hediye Prabha’nın rutinini bozacak kadar onu etkiler. Çünkü Prabha bir yandan hastanede kendisinden hoşlanan doktoru, kendisi de ondan hoşlanmasına rağmen reddedecek kadar, bir yandan eve yeni gelen pirinç pişiriciye gece yarısı sarılacak kadar rutinine ve ona dayatılan gerekliliklere bağlı bir kadındır.

Bu sırada hastanede, bir Hindu kızı olan Anu’nun bir Müslüman delikanlıyla gizlice görüşüyor olması dedikodu haline gelir. Mumbai şehrinde kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bu genç kadın, toplumun ve ailesinin tüm baskısına rağmen, çoğu zaman korkarak da olsa aşkını yaşamak için elinden geleni yapar. Hindistan’da yaygın görülen ayarlanmış evlilikler, Anu’nun da peşini bırakmaz.

Hastanede aşçı olarak çalışan Parvaty ise açgözlü müteahhitler tarafından yaşadığı evden kapı dışarı edilince Prabha ile beraber avukatla görüşmeye gider. Ancak Parvaty’nin o evde yaşadığına dair bir kanıt bulunmadığından avukatın da elinden bir şey gelmez. Çünkü kocası öldükten sonra kocasının üzerinde olan tapu da onunla birlikte gider. Parvaty, inşaat firmalarının, mülkiyet haklarının bürokrasisine sıkışır.

OLDUĞU GİBİ OLDUĞU KADAR HAYATLAR

Hayatları iç içe geçen bu üç kadının sessiz isyanları ve meydan okumaları bir metropolün sokaklarında cevapsız kaldığında, sinematik bir argümanla birlikte kurtulmuş bir alana -Parvaty’nin köyüne- geçeriz. Ama buradan sonrasını anlatmayalım; bu yazıyı okuyan ve filme bir şans vermek isteyenlere bırakalım. Aydınlık Hayallerimiz filmi, muhalif bir ses olarak öne çıkıyor. Sadece birlikte sendika toplantısına gitmeleri ve birbirleriyle yoldaşlık kurmalarını anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda göçmenlerin evlerinden uzakta, kocaman şehirlerde verdikleri hayatta kalma mücadelesini de gözler önüne seriyor. Hindistan’ın dört bir yanına çöken eşitsizlik ve baskının da bir temsili haline geliyor.

Bu hayatlar ilginç, dışsal, fantastik hayatlar değil. Olduğu gibi ve olduğu kadar değerli olan hayatlar. Bu kadınların hepsi kendi arzularıyla çelişir, çatışır, kavga eder. Hiçbirinin kendi yaşamları üzerinde kontrolü yoktur ve film sonunda da bu gerçek arınmayı henüz elde edememişlerdir. Payal Kapadia tabii ki çözümlere işaret etmekten geri durmaz; sendika toplantılarından görüntüleri de paylaşır bizimle. Bu kadınlar, her yerde bulunan küçük evlerinde sohbet eder, eve gelen mutfak robotuna heyecanla bakarlar. Kamera, Mumbai’nin sokaklarını dolaşır, tren istasyonlarından geçer, pencerelerden süzülen ışıkları takip eder. Bu şehirde herkes kalabalığın içinde kaybolabilir, ama paran, evrakların, tapuların ya da kira sözleşmelerin yoksa hiç kimse de olabilirsin.

Film, yaşamlarımızın tam merkezinde olan zorunluluklarla ve bazen fark etmediğimiz, bazen üzerine düşünmediğimiz küçük detaylarla dolu. Yağmurlu bir rüzgar pencerelerin kepengini açtığında, bir köy evinde eskimiş bir içki bulunduğunda, iki kadın yan yana geldiğinde, radyoda bir müzik çaldığında, sokakta çiçekçi çiçek sattığında, bir hastanın ilaçları yutup yutmadığı kontrol edildiğinde, iş hiç bitmediğinde… Filmdeki her anda biz de varız, mütevazı yaşamlarımızdan yolda bulduğumuz yoldaşlıklara kadar biz de varız.

AYDINLIKLARDA DENKLEŞECEĞİZ

Yazının başlığı Gülten Akın’ın İlkyaz şiirinden: Ah kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya / … / Bir gün birileri öte geçelerden / Islık çalar yanıt veririz

Filmi izlerken bu şiir yankılanıp durdu kafamda. Kent kargaşasının içinde, kimselerin ince şeyleri durup anlamaya vakti yokken bir gün gelecek ve birileri konuşmaya bile gerek duymadan, bir işaretle, bir ıslıkla bize seslenecek ve bizler de yanıt vereceğiz diye. Payal Kapadia sanki kilometrelerce öteden, hiç bilmediğimiz bir dilde, bambaşka bir coğrafyada, kentin karmaşasının içerisinde durup ince şeyleri anlamaya vakit ayırmış ve üç tane emekçi kadının günlük yaşamını anlatırken bize ıslık çalıyor gibi hissettim bu yüzden.

Bu dergiyi okuyan tüm işçi, emekçi, genç, yaşlı, liseli, üniversiteli kadınlara bu sıradan ama aynı zamanda büyülü hikayelerimizin yansımasını izlemeyi önermiş olalım. Payal Kapadia’nın yaşadığımız ne varsa hepsini çok iyi bilişini, hepsiyle derdinin oluşunu, dertlerimizle ve dert oluşlarıyla da derdinin oluşunu unutamayacağımız bir an yaratıyor bu film. Prabha, Anu, Parvaty, ablalarımız, kız kardeşlerimiz, annelerimiz... Biraz önce kalplerimiz kırıktı ve bir gün bu şehirlerin bunu unutturmasına izin vermeyeceğimiz aydınlıklarda denkleşeceğiz sizinle. Bu koca kentlerin tam ortasında hem de.

Görsel: Film fragmanından ekran görüntüsü

İlgili haberler
GÜNÜN FİLMİ: Rosa Parks’ın öyküsü

Cesur bir kadının hikayesini izlemek ister misiniz? Siyahi ayaklanmanın fitilini ateşleyen Rosa Park...

GÜNÜN ÖNERİSİ: 25 günde 25 film

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününe kadar her gün izleyebileceğiniz k...

GÜNÜN FİLMİ: Küçük Kara Balıklar

Küçük Kara Balıklar “Büyümek için büyük sulara açılmak” temasıyla iki kadının kesişen yollarını ve b...