
Çocukken dinlediğimiz masallar bize ne öğretti?
Pamuk Prenses’in güzelliğinin onu kurtardığını, Kırmızı Başlıklı Kız’ın ormanda yalnız yürüyemeyeceğini, Rapunzel’in özgürlüğünü ancak bir erkeğin elinden alabileceğini, Uyuyan Güzel’in bir prensin dokunuşuyla uyanacağını...
Masallar, kadınlara bir ömür boyu itaati, sessizliği ve kurtarılmayı beklemeyi öğretti. Oysa gerçek hayatta, masallardaki gibi mutlu sonlar pek yoktu. Prensler her zaman kurtarıcı değildi, çoğu zaman kadınların özgürlüğünü kısıtlayan, onlara rol biçen kişilerdi. Kadınların hayatı, cam ayakkabılarla değil, ayakkabılarını çıkardıkları anda başlayan gerçek mücadelelerle doluydu.
Uğur Mumcu Sahnesi’nde izlediğimiz, Berrin Kulya Balkanlar'ın yazıp yönettiği “Masallara Sığmayan Kadınlar” oyunu, çocukken dinlediğimiz hikâyeleri tekrar hatırlatıyor ama bu kez sorgulamamızı sağlıyordu. Çünkü masallar sadece birer hikâye değildi, hayatımıza çizilen sınırların ta kendisiydi.
BU MASALLAR NASIL YAZILDI?
Oyun, masalları yazan bir kadının sahneye çıkmasıyla başlıyordu. Ona iki saat izin verilmişti. “Ne yapacağım, nereye gideceğim?” diye sordu. Eve mi? Mezara mı?
Kadınların önüne konulan seçenekler, aslında hiç de çeşitlilik göstermiyordu. Ya eve kapanacaktı, ya da toplumun yok saydığı bir ölüm sessizliğine gömülecekti. Oysa kadınlar için başka bir yol mümkün olmalıydı.
Sonra, bildiğimiz masallar sahnede tek tek değişmeye başladı.
Kırmızı Başlıklı Kız artık kırmızı değil, mor bir başlık takıyordu. Çünkü kadınlar artık yoldan çıkmaktan korkmuyordu. Yolda yürüyememekten, tehdit altında olmaktan korkuyordu. Ama bu korkunun sorumlusu kadınlar değil, onları ormanda yalnız bırakıp kurdun insafına terk eden sistemdi.
Pamuk Prenses güzelliğiyle değil, kendisiyle var olmak istiyordu. Oysa masalda kaderi, başkalarının ona biçtiği rollerle şekilleniyordu. Kadınların hayatı, onları gören bir erkeğin bakış açısıyla mı şekillenmeliydi?
Rapunzel, prense muhtaç değildi. Onun için inşa edilen kuleyi yıkıyor, özgürlüğü için savaş veriyordu. Dahası, ona dayatılan “annelik” rolünü de reddediyordu. “Prensin çocuğunu doğurmak istemiyorum.” Bu cümle yalnızca bir masalın değil, gerçek hayatta kadınlara dayatılan rollerin de reddiydi.
Uyuyan Güzel uykusundan öpülerek uyandırıldı. Ama bu kez uyandığında ilk sorduğu soru şuydu: “Sen kim oluyorsun da beni öpüyorsun?” Kadınların rızasını yok sayan, onların hayatına izinsiz dokunan erkek egemen sistemin romantikleştirdiği her şey, sahnede bir bir yıkılıyordu.
Külkedisi prensin onu yüzünden değil, ayakkabısından tanıdığını fark ettiğinde, “Ben bu adamı istemiyorum!” dedi. Kadınlar sadece güzel olduğu için mi fark ediliyordu? Ya da bir erkeğin seçmesiyle mi değer kazanıyordu? Artık kadınlar kendi değerlerini kendileri belirliyordu.
MASALLARIN ÖTESİNDE KADIN OLMAK
Oyun boyunca sahnede, kadınların kırılmışlıkları, değersiz hissetmeleri ve yalnız bırakılmaları anlatıldı. Kadınların terapiye değil, eşitliğe ihtiyacı vardı.
Ve sonra, hepimizin bildiği ama artık susmaya tahammül edemediğimiz isimler sahnede yankılandı: Özgecan Aslan, Pınar Gültekin, Emine Bulut, Münevver Karabulut, Şule Çet…
Bu isimlerin her biri, bir masal kahramanı değildi. Onlar, bu sistemin kadınları nasıl korumadığının en acı örnekleriydi.
Sahnede bir kadın, hepimiz adına özür diledi: “Umutları, gülüşleri yarım kalan; koşup oynayamayan Narinler, Şirinler, Sıla bebekler, Rojinler, çocuk gelinler… Tacizcilerden, katillerden, ‘Küçüğün rızası vardı’ diyenlerden koruyamadığımız için insanlık adına özür dilerim.”
Bunu duymak, bir cümle olarak bile boğazımıza düğümlendi. Çünkü kadınların özgürlüğü için mücadele etmek, yalnızca bir tiyatro sahnesinde değil, gerçek hayatta da devam etmesi gereken bir sorumluluktu.
SANAT DİRENİŞİN EN GÜÇLÜ DİLİ
Oyun, sadece masalları yeniden yazmıyordu. Kadınlara dayatılan kaderi de değiştirmek için bir çağrıydı. Nilüfer Kent Konseyi Kadın Meclisi’nden temsilciler, kadın mücadelesinin sanatta daha fazla yer alması gerektiğini söyledi. Çünkü sanat, yalnızca bir anlatım biçimi değil, bir direniş biçimiydi.
Bu akşam sahnede izlediğimiz kadınlar, artık masallara sığmıyordu. Kadınlar artık kurtarılmayı bekleyen değil, kendi hikâyelerini yazan, kendi kaderlerini çizen kahramanlardı.
Masallar bitti. Şimdi gerçekleri yazma zamanı.
Fotoğraf: Burcu Gülaçtı Ökdemir
İlgili haberler
Geleneklere ters düşen masalların yazarı: Astrid L...
Astrid Lindgren, geleneklere ters düşen çocuk masallarıyla bir fark yarattı... Her ne kadar kitaplar...
GÜNÜN TARTIŞMASI: Masallardaki kadınlar nasıl kurt...
Masumiyeti, iyiliği, sevgiyi öğrettiğini düşündüğümüz masallar aslında bize edilgenliği, tecavüzün m...
GÜNÜN KİTABI: Bu senin bildiğin peri masallarından...
Kurbağa öpmekle ve kurbağaların dönüştüğü prenslerle derdi olan, her yaştan kızın ilgisini çekebilec...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.