Gücünü Kirke’den alan kadınların hikayesi: Kadınlar Adası
Mitolojinin tarihle harmanlanıp üzerine bir de edebi değere taşındığı Kadınlar Adası’nda, kadınların yaşadığı işkence ve infazlara Kirsten ve arkadaşının yaşadıklarıyla tanıklık edeceksiniz.

Bir çocukluk dönemi düşünün ki aileniz size ve kardeşinize bir atlas veriyor ve atlasta parmağınızı koyduğunuz ülkelere sizi götürüyor: Ürdün, Hindistan, Çin, en küçük Kanarya Adası olan La Gomera ve nicesi. Kıran Millwood Hargrave ve erkek kardeşi, bu dönemin başkahramanları. Kendi öyküsünden yola çıkarak ve elbette yeni yerler, yeni kültürler keşfetmeye olan merakından ötürü yazar olmaya karar verse de Kıran’ın en eski arzusu “kedi olmak” idi. 1990 doğumlu Hargrave, çağdaş dünya edebiyatına şiir ve çocuk kitapları ile giriş yaptı. Şubat ayında İthaki Yayınları’nın Türkçeye kazandırdığı Kadınlar Adası adlı kitabında 1600’lü yıllardaki cadı avlarını gözler önüne serdi.

CADI AVI

Kimlere cadı denir? Cadı avı niçin gerekli görülmüştür? Cadı mahkemelerinin görevi nedir? Bu soruların cevabını öğrenmeden önce rüzgârları öğrenen kadınların yaşanmış öyküsünün usta bir anlatımla ele alındığıdır okuduklarımız.

“Kadınlar çoğu zaman, bizim gözden kaçırdığımız şeyleri görür…” (syf. 214)

Antik dönemin ilk cadısı, Homeros’un ünlü eseri Odysseia’nın kahramanlarından biri olan, Kirke’dir. Kirke, erkeklerin kadınların güçleri konusundaki korkularını simgelemektedir. Roma dönemine kadar bir efsane olarak süregelen cadılık, Hıristiyanlığın ortaya çıkmasıyla birlikte efsane olmaktan çıkmış, ete kemiğe bürünmüştür. Zamanla Hıristiyan mezhepleri, Katolik kilisesinin otoritesini sarsmaya başlayınca kilise çareyi 1231 yılında meşhur Engizisyon Mahkemeleri’ni oluşturmakta bulmuş ve bu tarihten itibaren cadılığa karşı verilen savaş nitelik değiştirmiştir.

Kiliseye göre cadılar, şeytanın dünya üzerindeki uzantısıydılar. Kadın ise, bedenine daha çabuk yenilen, onun isteklerini yerine getirmeye daha hazır ve bu yüzden şeytana uyması daha kolay olan cinsti. Kadına bu tür zayıflıkların yakıştırılması İslam dininin yayıldığı coğrafyalarda da karşımıza çıkar. İslam’a göre de kadın, duygusal tepkilerini kontrol edemeyen, bu yüzden hep erkeğin denetiminde olması beklenen cinstir.

Cadılara karşı düşmanlığın, cadı avı denilen yıkıcı sürece ne zaman evrildiği konusunda bir veri bulunmuyor ancak en büyük cadı avı 1484 yılında Papa VIII. İnnocentus’un, iki engizisyon yargıcına Avrupa’daki tüm cadıların kökünü kurutma yetkisi verdiğinde başlıyor.


HAYATTA KALMA MÜCADELESİ…

Tüm bu bilgiler ışığında tarihte yönümüzü 24 Aralık 1617’ye ve Norveç’in kuzeydoğu adalarından biri olan Vardö’ye çevirelim. Denize açılan 40 erkek beklenmeyen bir fırtınada yaşamını yitirir. Adada yalnız kadınlar kalır. Onlar da fırtınada yitirdikleri babalarını, eşlerini, oğullarını gömdükten sonra yaklaşan açlıkla karşı karşıya kalırlar. Fırtınada kocasını kaybeden Kirsten, açlıkla mücadele etmek için, yasak olmasına rağmen adadaki kadınlara denize açılmayı teklif eder. Kadınların denize açılması, balık avlaması, pantolon giymesi cadılık belirtileri olarak kabul edildiğinden çok az kadın eşlik eder Kirsten’e. Ancak Kirsten zamanla kadınlar adasındaki yaşam mücadelesini büyütecektir.

Adada yaşam kadınların eliyle sürerken adanın bağlı olduğu Finnmark eyaletinin Bey’i ve kilise, yaşanan fırtınanın cadıların eliyle gerçekleştiğini düşünür. Bu sebeple, Vardö’yü daha sıkı denetlemek üzere artık sadece kadınların yaşadığı bu adaya bir vekil atar. Adaya cadıları bulmak ve cezalandırmak üzere gelen Vekil Absalom Cornet ve karısı Ursa roman boyunca okuyucuyu iki ayrı duyguya bölecektir. Vekil adadaki cadıları tespit etmek için kiliseye bağlı kadınlardan bir kısmını dini duyguları da kullanarak kendisine hizmet ettirmeye adar. Bu sırada karısı Ursa, her sabah “balinalı düşlere” uyanan, fırtınada babasını ve kardeşini kaybeden Maren ile bir sevgiyi paylaşacaktır.

Adada Lapon ya da Sámi denilen, Norveç dolaylarında yaşayan ve kötülük yaydığına inanılan yerel bir topluluktan da bahsedilir. Bu etnik grubun kitaptaki temsilcisi, Diinna’dır. O, Vardö’de yaşayan son Sámi.

Romanda cadı avının üçüncü dalgası olan 1570-1630 yılları işlenirken, buzul çağının yaşandığı bu zorlu dönemde, kilisenin kışkırttığı halk yığınlarının öfkelerini cadılardan çıkardığı gözlemlenir. Kiliseye ve vekile hizmet eden bu kadınlar, adada cadı olduğunu düşündükleri kadınların ismini tek tek verirken vekil de bir yandan cadı izlerini sürer. Kilisenin cadılara atfettiği: şeytanla cinsel ilişkiye girme, süpürgeli gece uçuşları, gece toplantıları gibi konuların yanı sıra, evlerin kapılarına işlenen runik desenler, davul çalan, gece ormanda yürüyen, tekneyle denize açılan kadınlar da cadılıkla suçlanır. Vekil, Kirsten ile birlikte bir kadını daha cadı olduğu gerekçesiyle tarihte “Cadı Hapishaneleri” olarak yer eden zindanlara kapatır ve işkenceler başlar.

Söz konusu dönemde cadılıkla suçlananların, cadılıklarını tespit etmek için mahkûm, elleri ve ayaklarından bağlanarak denize atılır, beden suyun üzerine çıkarsa suyun arı olduğu için şeytanı içine almadığına inanılır ve cadı olduğuna karar verilir. Ardından cadı mahkemelerinde halkın önünde yargılama ve yine halkın önünde canlı canlı yakma eylemine geçilir. Beden suyun üzerine çıkmazsa zaten boğularak can vermiş olacaktır. Özetle her iki durum da cadılıkla suçlanan kadını ölümün beklediği bir süreçtir. Halka açık olarak düzenlenen bu işkence ve infazlar ile kilisenin gücünün halk karşısında geliştirilmesi amaçlanmıştır. 16. yüzyıldan önce ağır işkenceler sürecin bir parçası olmuştu.

Kirsten halkın önünde diri diri yakılırken, kalabalıktan bir ses yükselecektir.

— İçine çek!

Kısa bir zaman önce Kirsten’in adını kiliseye vererek intikam arayan kadının sesidir bu. Ateş onu kavurmadan önce, ciğerlerini dumanla doldursun, kendini boğsun diyedir bu atılış. Ve o tek sese, onu suçlayanlar da arkadaşları da eşlik eder:

— İçine çek!

— İçine çek!

Fotoğraf: wikimediacommons

İlgili haberler
Arçelik işçisi kadınlar: Ne biz görülüyoruz, ne sö...

Arçelik işçisi kadınlar, fabrikada kadın işçi olmanın zorluklarını anlatıyor. Ağırlıkla kadın işçile...

Bitcoin: Bir borç batağından diğerine…

Esenyurt’tan işçi kadınlar anlatıyor: ‘Elimizde kenarda üç beş kuruşumuz vardı, onun bir kısmıyla gi...

Sağlık emekçisi kadınların sorunları gitgide büyüy...

‘Bu süreçte kovid olmadım ama olabilirdim. Beraber çalıştığım mesai arkadaşım oldu. O kadar yoğun ça...