Yazar Pelin Buzluk ve çok sayıda kadının yazar Hasan Ali Toptaş’ın tacizine ve cinsel saldırısına uğradığını açıklamasının ardından edebiyat ve sanat dünyasından hukuk alanına kadar pek çok mecradan kadın sosyal medyada #SusmaBitsin diyerek yaşadıkları tacizi anlattı. Yayınevlerinin yazarlarla ilişiğini kestiği açıklamaları ardı sıra gelirken, kitle örgütlerinden de kadınlara destek açıklaması geldi.
Ekmek ve Gül olarak biz de edebiyat ve sanat dünyasında patlak veren, bugün çokça mecraya yayılan taciz meselesini, edebiyat dünyasının erkek egemen yapısı içinde kadın edebiyatçıların nasıl var olmaya çalıştıklarını sorduk. Serbest kürsümüzün 4. gününde Ayşe Başak Kaban ve Nil Sakman var
AYŞE BAŞAK KABAN: EGEMENLİK TUTKUSU KADINLARIN ÖNÜNE ENGEL KOYMAYA DEVAM EDİYOR
Aslına bakarsanız söz konusu olan herhangi bir meslek alanıysa ve bir kadın olarak o gruba dahilseniz önce kadınsınızdır. Kadın doktor, kadın mühendis, kadın öğretmen, kadın tarım işçisi, kadın esnaf, kadın şarkıcı...dilediğiniz gibi uzatın. Sanırım bir tek hemşire ve ev işlerine yardımcı denildiğinde kadın olarak ayrıca tanımlanmanız gerekmiyor. Buradan yola çıktığımızda edebiyat dünyamızda eşit bir ortam beklemek anlamsız. Kadınsan ve yazı işçiliği yapıyorsan kadın yazarsın. Baştan küçümseyici bir tavır!
Şantiyede kadın olan mühendise, trafikte kadın olan şoföre nasıl bakılıyorsa yazın alanında da aynı kem gözlerle bakıyorlar çünkü tüm o alanlar eskiden boylu boyunca erkeklikti. Tarihin akmaya başladığı andan itibaren asırlar boyu erkekler bilgi transferlerini hep bu şekilde yapmış olabilir, burası benim alanım, bu bir erkek işi, bu ise erkek mesleği, tıpkı erkek köpeğin kendi alanını işaretlemesi gibi.
Çok eski zamanlarda bir başka cinsin o alana, o işe, o mesleğe girmesi buna cesaret etmesi gözlerini döndürdü, tansiyonlarını fırlattı, kan şekerlerini düşürdü, kadınların önlerine önce yasaklar, sonra cezalar, ardından engeller kondu. Günümüzde yasak yok belki ama kimisinin genlerinde ısrarla bir habis ur gibi taşıdığı egemenlik tutkusu, kudretli olma isteği, yok olduğunu iddia etmelerine rağmen sinsice ruhlarına sinmiş olan düşmanlık kadınların önüne engel koymaya devam ediyor ve biliyoruz ki engelleri aşmaya çalışan pek çok kadın bu erkek bireyler tarafından zorbaca cezalandırılıyor üstelik bu ceza tıpkı korkak bir askerin tercih ettiği şekilde yapılıyor; aşağılama, taciz, tecavüz.
Ben şanslı olan azınlıktanım, edebiyat dünyasına adım atmaya karar verdiğim ilk yıllarda Sevgili İnci Aral ile yazışmış, onun manevi desteğini almış, o desteğin verdiği güvenle ilk öykülerimi dergilere yollamıştım, sonrasında da karşıma Ayizi çıktı ve yola onunla devam ettim. O nedenle hiçbir zaman pek çok yazar kadınının erkek egemen edebiyat dünyasında yaşadığı sıkıntıları yaşamadım. Kadın editörlerle çalıştım, yayınevinin kurucuları kadındı ve bana müthiş güzel bir enerji ile rehberlik ettiler.
Ama Ayizi ne yazık ki kapılarını kapamak zorunda kaldı. Kadınların kıstırıldığı eserleri için bedenleri üzerinden bedel ödetilmek istendiği bir alanda Ayizi vaha gibiydi ama tutunamadı. Doğmak, yaşamak kısaca varolmak için çabaladığımız bir dünyada kadın kurucuları, kadın editörleri, kadın kapak tasarımcıları olan ve yazmaya tutkun kadınlara her daim kapıları açık bir yayınevinin kapanmak zorunda kalması aslında konun özeti gibi.
BİZDEN ÖNCEKİ KUŞAK, ANLAT, DEDİ, BİZLER SONRAKİLERE, HAYKIR, DİYORUZ
Bize edebiyatın kutsal olduğu söylendi, bizler de inandık. O muhteşem metinleri yazanların, şahane karakterler yaratanların da kutsal olduğu fikrine kapıldık. Oysa ne edebiyat kutsal ne eser, hele ki içinde yer alanlar hiç değil. İşte tüm bu inanç sebebiyle bugün geldiğimiz noktadayız, edebiyat dünyasında yaşanan taciz ve ayrımcılık... Taciz eden, ayrımcılık yapan kendisini dokunulmaz sanıyordu, tacize ve ayrımcılığa uğrayanın başına geleni anlatmamasının, sesinin çıkmamasının nedenlerinden birisi de bu kadim sözcük bana kalırsa, kutsal!
Taciz ve ayrımcılığa karşı pek çok dinamiğin değişmesi gerekiyor bunun için yazar adayından yazarına, eleştirmeninden edebiyat dergisinin en alt ve en üst çalışanına, editöründen ödül jürisinde yer alan isme kadar herkesin basiretli ve mümkünse erdem sahibi olması birinci şart. Ve herkesin kendisine sorması gereken temel soru şu olmalı. Ne istiyorum?
İstediğimiz şey evrensel edebiyat dünyasına küçük bile olsa bir çentik atmak mı yoksa kendi küçük edebiyat dünyamızı bir sağa bir sola arşınlamak mı, ünlü olmak mı, kendimizi, tanıklıklarımızı, kafamızın içinde dönüp duran hikayeleri hiç bilmediğimiz birilerine ulaştırmak mı, yoksa tanıdıklarımızın hatrını kırmamak için çabalamak mı? Bugün yaşayan yazarlar arasında nesilden nesile geçeceğine inandığımız kaç esere sahibiz? Tam olarak bu kağıt yığını kimin eseri?
Edebiyat dünyasının her basamağı kadına yönelik tacizi veya her türlü ayrımcılığı besler vaziyette. Haddini bilmeyen, kadınları yürüyen meme, popo gibi gören herhangi bir erkek herhangi bir pozisyondaysa veya homofobik birisi veya faşist birisi -ki bu son ikisinin cinsiyeti de olmuyor- bulunduğu koltuğu penisi veya köhneleşmiş zihni ile yönetiyorsa kadınlar illa ki tacize uğrar veya ülkenin ötekisi olan birey illa ki ayrımcılığa maruz kalır. Diğerleri yani tüm bu pespayelikten sıkılanların, başkası adına utanabilenlerin, iyi bir şeyler yapmak için çabalayanların uyanık olması gerekiyor. Yapılması gereken şey kötü zihniyetin farkına varıldığı anda ilişiği kesmek. Yapılması gereken şey herhangi bir şikâyet olduğunda, herhangi bir şey işitildiğinde, iftira atıyorlar, bizim oğlan, tanırız, yapmaz öyle kötü işler, dememek...
Söz konusu olan erkeklerin isimlerinin önlerine aldıkları usta yazar, büyük şair, süper editör, müthiş eleştirmen sıfatları ile kadınların üzerlerinden kişisel tatminlerini sağlama çabaları, bastırdıkları cinselliklerini, zamanında terk edilmişliklerinin acısını eserlerine hayran veya bir yol gösterici arayışında olan kadınlardan çıkarmayı farz edinmiş bir zavallılar sürüsü ise bu insanların yayınevine, dergiye ve çok daha önemlisi edebiyata zerre katkısı olmayacaktır, ne kadar büyük eserlere imza atmış olursa olsun o eserin -bugünün edebiyat dünyasından bahsediyorsak zaten ortada öyle bir eser yok- tek bir kadının yuttuğu çığlıktan, çıkaramadığı sesten daha kıymetli olduğunu kimse iddia edemez. Zaten duru bir su gibi, koca bir dağ gibi gerçek ortada duruyor çevrelerinin oluşturduğu o yüksek egoları, sürekli parlatılmaya ihtiyaç duydukları erkekliklerine eserlerinden daha çok bağlılar.
Ama işte değişiyor. Bir kadın çıkıyor ve söylüyor onu bir başkası izliyor sonra bir gecede onlarca kadın geçmiş zamanın içinden sesleniyor, o korkunç anları tekrar yaşama,yine yeniden bir gece daha aynı kabusu görme pahasına, her türlü aşağılanmayı, yok sayılmayı, tehdit edilmeyi göze alarak anlatıyor.
Biz kadınlar sımsıkı ağaçlarla örülü, toprağa sıfır kazılmış onlarca kör kuyunun olduğu bir ormanı gözlerimiz bağlı geçmeyi o kör kuyulara düşüp, çıkarak, kanadımız kırılıp, ruhumuz üşüyerek, ata analarımızdan aldığımız güçle öğrendik. Bizden bir önceki kuşak, anlat, dedi, bizler bizden sonrakilere, haykır, diyoruz, onların ardından geleceklerin böyle bir sorunu olmayacak çünkü en ilkel dürtüsüne sahip olamayan hiçbir erkek ne edebiyat dünyasında ne de bir başka sektörde yaşayamayacak, yaşatılmayacak.
Bundan sonra asla hiç kimse bizim üretme neşemizi çalamayacak.
NİL SAKMAN: SİSTEMİ KURAN, İŞLETEN VE DÖNDÜREN YAPININ ZİHNİYETİ ‘BÜTÜNÜYLE’ ERİL
Edebiyat dünyasında bir kadın olarak var olmak, her şeyden evvel farklı birçok alanda, aynı anda hem bir kadın hem bir yazar hem de kamusal alanda bir fail olarak belleğini, vicdanını ve dünya görüşünü yitirmeden ancak diyalog isteğini de koruyarak mücadele etme çabası anlamına geliyor. Kadınlığa dair yargıların erkek egemen inşasından ne yazarlar ne de edebiyat dünyası muaf elbette. Bunu zaten uzun süredir biliyor, dillendiriyor ve tartışıyoruz. Burada belki de pek sözü edilmeyen ancak vurgulanması elzem olan mevzu köşe taşlarını tutan eril öznelerin bu yolla kurdukları saadet zincirinin manevi açılımları olduğu kadar maddi açılımlarının da olduğu. Yani hem kadın emeğinin sömürülmesi hem de edebiyat dünyasında kurulan eril saadet zincirlerinin madde dünyada bu adamlar için neye karşılık geldiğinin de tartışmaya açılması gerekiyor.
Edebiyat dünyasının tüm dinamikleri kadına yönelik taciz ve ayrımcılığı besliyor. İstisnasız. Nedeni da gayet açık: Sistemi kuran, işleten ve döndüren yapının zihniyeti ‘bütünüyle’ eril.
Çok uzun ve zor bir mücadele, çok ufak adımlar ile de olsa kimi kazanımlar elde ediyoruz. Ancak siz de kabul edersiniz ki edebiyat dünyası içinde yaşayageldiğimiz Türkiye’den bağımsız işleyen bir mekanizma değil. Bu nedenle işler giderek zorlaşıyor; eril, erkek egemen işleyiş giderek daha da kaba daha da medeniyetsiz bir çehreye bürünürken edebiyatın eril ‘kahramanlarının’ bundan muaf tutulmaları elbette düşünülemez. Ancak biz kadınların söylemsel alanda ve/veya eril tutuma dair bir tartışmaya girebilmemiz bile mümkün olmuyor çoğu vakit çünkü şiddet gibi, kadın ölümleri gibi, taciz gibi daha yaşamsal daha öncelikli konular var gündemde. Tam da bu nedenle bir yandan kadın mücadelesi bu cephelerde sürerken diğer yandan erkek egemen ‘katıksız eril’ hegemonya kendi işleyişini yeniden üretmeye devam ediyor. Mücadeleye devam edeceğiz elbette ancak sorun hızlı kazanımları müsaade etmeyecek kadar katmanlı. Sabır, devamlılık ve yılmadan bellek inşasına mesai ayırmayı gerektiriyor.
İlgili haberler
Edebiyat dünyasından kadınlar: Değişim başladı, ta...
Taciz, ifşa, erkek egemenliği, kadınların bulundukları alanlarda var olmaya çalışmaları... 'Edebiyat...
Edebiyat dünyasından kadınlar: Edebiyat dünyasının...
Taciz, ifşa, erkek egemenliği, kadınların bulundukları alanlarda var olmaya çalışmaları... Edebiyat...
Edebiyat dünyasından kadınlar: Şimdi artık kadınla...
Edebiyat dünyası ile başlayan ve bugün pek çok alana yayılan taciz ifşaları, erkek egemenliği karşıs...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.