Bu damızlık kızın öyküsü çok tanıdık!
Sıkıyönetim ilan ediliyor; anayasa askıya alınıyor, gazeteler kapatılıyor. Kadınların okuması, eğlenmesi, mülkiyet edinmesi yasak. Durun, Damızlık Kızın Öyküsü ne zaman yazılmıştı?

Ankara’da, bir meslek lisesinde ücretli edebiyat öğretmeni olarak çalışırken, öğrencilerim için bir kitap okuma listesi yapmıştım. Öğrencilerimin durumunu tek tek gözetip, eğlenerek okuyabilecekleri kitapları seçiyordum onlar için. Kitapların hepsini kendi okuduklarımdan seçmiştim böylece hem okuyup okumadıklarını denetleyebiliyor hem de kitap üzerine sohbet edebiliyordum. Ulus çevresi Ankara’da gecekonduların olduğu yoksul bir yerdir. Meslek liselerinin durumu, çocukların kitap okuma düzeyini ise sanırım belirtmeme gerek yok. Pek çok genç öğretmen gibi ben de çok idealisttim. Ders çıkışlarında saatlerce sırayla öğrencileri dinler, kitapları okuyup okumadıklarını kontrol ederdim. Öğrencilerimi cidden çok seviyordum ancak pek çoğu eleştirel düşünme biçiminden uzaklardı. Kitaplarsa benim cinsiyetçiliğe, eğitimsizliğe, aydınlanma karşıtı olan her şeye karşı en büyük aracımdı. Okuttuğum kitaplar üzerine hiç beklemediğim onlarca görüş alırdım.
Bu okulda sürekli tartıştığım, kadın erkek eşitliğine inanmayan, cinsiyet rollerini kutsayan bir öğrencim vardı. Öğrencimin hem bu bakış açısını bildiğim, hem de hiç kitap okuma alışkanlığı olmadığı için kısa bir kitap olan ve bir kadının toplumsal rollerle mücadelesini, kadın olmanın zorluğunu anlatan Sait Faik Abasıyanık'ın Kayıp Aranıyor adlı kitabını vermiştim. İki hafta sonra öğrencimle kitap hakkında konuşmak için buluştuğumuzda onun kitaptan hiç hoşlanmadığını gördüm. “Eğer açıkça fikrimi söylersem kızarsınız hocam” dedi. Ben de nihayet öğrencimle güzel bir tartışmaya gireceğim için heyecanlı, çok toleranslıydım. Rahat konuşması için onu teşvik ettim. Çocuk sonunda, “hocam çok özür dilerim, ama bu Nevin, (kitabın ana karakteri) bence şey...” dedi. “Ne oğlum? Söylesene?” dedim. “Orospu” dedi. Bir anda ne diyeceğimi şaşırdım. Aynı kitabı okumuştuk, ancak vardığımız sonuçlar çok farklıydı. Durumu toparlamak ve ortamda kontrolü ele almak için –kontrolü ele almak diyorum zira her ne kadar her türlü iktidar ilişkisine karşı olsam da, öğretmenlik hele bizim gibi eğitim sistemlerinde tamamen hiyerarşiye dayanıyor ve maalesef ben bunun tamamen dışına çıkmanın bir yolunu bulamamıştım- “o nasıl bir üslup” falan gibi bir iki çemkirdim. Sonrasında ben bu çocuğa ne okutsam da azıcık fikri değişse diye düşünürken, bir arkadaşım ısrarla bu kitabı, Damızlık Kızın Öyküsü’nü önerdi. Öğrencim, kitabı bitirdiğinde çok beğendiğini söyledi. Ancak hemen karşı çıktı: “Zaten ben bu kadar eşitsizliği savunmuyorum ki, kadın kadın olsun, erkek erkek olsun!”. Sanırım bu sefer azıcık da olsa kitap etki etmişti.

DARBE SONRASI: KADIN DEDİĞİN NE İŞE YARAR?
Feminist bir distopya olan Damızlık Kızın Öyküsü, modern klasik romanlardan biri olarak kabul edilir. Hikaye kimyasal atıkların hava kirliliğinin ve radyasyonun artışı ile çevresel yıkım sonucu AIDS ve Frengi gibi hastalıkların arttığı, kadın ve erkeğin doğurganlığının büyük oranda düştüğü bir toplumda geçiyor. Bu durumdan rahatsız olan aşırı muhafazakar Hıristiyan bir tarikat, hükümeti askeri darbe ile devirip Gilead Cumhuriyeti’ni kuruyor. Hemen sıkıyönetim ilan ediliyor; anayasa geçici olarak askıya alınıyor, gazeteler kapatılıyor, devlet güçleri her yerde etkisini göstermeye başlıyor. Böylece giderek totariterleşen bir yapı oluşmaya başlıyor. Yapılan askeri darbe ile kadının toplum içerisindeki durumu hızla değişiyor. İkinci evliliklerini yapanlar ya da gay ve lezbiyenler insan olmayan (unperson) olarak damgalanıp çocukları ellerinden alınıyor. Kadınların okuması, eğlenmesi, mülkiyet edinmesi yasak, ve kadınlar en alt sınıfsal katmanları oluşturuyorlar. Doğurganlık olasığı yüksek olmayanlar kamplara gönderiliyor ve ‘eğitimden’ geçiriliyor, hiç bir işe yaramayacağına inanılan yaşlılar ise radyosyon ve kimyasal atıkları temizlemek üzere, yaşam süresinin üç yılı geçmediği kolonilere gönderiliyor. Daha alt düzeydeki erkeklerin ev işlerini ve çocuk doğurma işlerini ‘ekonokadınlar’ yapıyor. Eğitimle düzeltilemeyeceğine inanılanlar ise seks kölesi olarak komutanların kanun dışı olarak gittiği partilerde çalıştırılıyor. Son olarak, doğurganlığı olan ve doğru din ve statüden olanlar ise ‘teyze’ler tarafından eğitilerek çocuk yapma aracı haline getirilen ve güç sahibi komutanlarla görücü usülü evlendiriliyor - işte bunlar damızlık kızlar... Damızlık kızların tek görevi komutanların genlerini sürdürmek. Komutanlarla damızlık kızlar arasında yaşanan cinsel ilişki ise seksten ziyade makineleşmiş bir üreme biçimi. Gilead dünyasında kadınların kontrolü yine kadınlar tarafından sağlanıyor; örneğin teyzelerin damızlık kızların beyinlerini yıkamaları ve onları eğitmeleri gibi.

EŞİTLİĞİN OLMADIĞI YERDE AŞKIN DA YEŞEREMEZ
Kitapta, elbette yaşananlar kadınlar kadar olmasa da erkekleri de etkiliyor; erkekler de hiyerarşik bir yapının içindeler; komutanlar, gizli polisler ve gardiyanlar... Erkeklere de eşlerini seçme hakkı tanınmıyor. Hatta bu kadınlarla paylaşımları, konuşması bile çok sınırlı. Komutanın Offred ile kurgusal da olsa aşk yaşamaya çalışması, Offred’in verdiği tepkiler, eşitliğin olmadığı yerde aşkın da yeşeremeyeceğinin erkekler gözünden çok güzel bir örneği. Tam da bu yüzden eseri okuduktan sonra öğrencimin,“Ben böyle bir eşitsizliği savunmuyorum” deyişi, daha bir anlam kazandı benim için. Çünkü kitap bir erkeği belki de daha önce hiç üzerinde düşünmediği bir konu hakkında düşünmeye, sorgulamaya sevk ediyor.
Kitabı okurken ben de pek çok kişi gibi rahatsız oldum. Şimdilerde yanı başımızda yaşananları, köle pazarlarında satılan kadınları düşündüğümde, bunun absürd bir distopya değil, yaşanmış-yaşanmakta olan bir hikaye olduğu düşüncesi sanırım beni en çok rahatsız eden... Çünkü sessiz kalmanın, kabullenmenin boyutlarınının neler olabileceğini bir kere daha gördüm.


MARGARET ATWOOD DAMIZLIK KIZIN ÖYKÜSÜ’NÜ NASIL YAZDI?
Bilim kurgu-distopya türünde kadın yazarlar nispeten daha az, bu anlamda Atwood’un eseri önemli. Atwood’un toplumsal cinsiyet ve cinsiyet kavramlarını sorgulayan Ursula Le Guin’in Karanlığın Sol Eli kitabından etkilendiği söyleniyor, ancak iki yazarın şahit ettikleri tarihsel süreç çok farklı olduğundan olacak ki, bu iki kitap tür ve içerik anlamında oldukça farklı. Margaret Atwood 1979 İran İslam devrimine şahitlik etmiş, kadınların göz göre göre, zamanla nasıl haklarının ellerinden alındığını, bunun nasıl içselleştirildiğini uzaktan da olsa gözlemlemiş. Damızlık Kızın Öyküsü’nde de kadınların hepsi modern özgürlükçü bir yaşam biçimi deneyimlemiş, yaşanan hak gasplarını gün be gün deneyimlemiş karakterler. Örneğin, Teyze Lydia, bu kuşaktan fedakarlık istendiğini, bunun damızlık kızlar için kolay olmadığını, ancak ikinci kuşağın bu yaşam biçimini rızalarıyla kabul edeceğini söylüyor. Diğer bir karakter Offredda geçmişten bahsederken şaşkınlıkla sık sık, “Gerçekten böyle mi yaşıyorduk?” diye soruyor kendisine. Çünkü şort giymek, denize girmek gibi günlük hayat içerisinde çok normal gelen pek çok şey, şimdi sanki kendi tarihleri değilmiş gibi yabancı, hatta yer yer iğrenç görünmektedir ona. Ölüm kalım mücadelesinin yaşandığı bu hayatta Offred’in sadece hayatta kalmak için özgürlüklerinden vazgeçebileceğini düşünmeye başladığını görüyoruz örneğin. Tüm bunlar, tıpkı İran devriminde olduğu gibi insanın mevcut yapıya ne kadar kolay entegre olacağının örneği.
Yazar, pek çok kez abartılı, gerçek dışı bulunmuş, özellikle muhafazakarları hedef aldığı için eleştirilmiş. Ancak o dönemde İngiliz hükümetinin başında bulunan Margaret Thatcher’ın ve Amerikan başkanı Ronald Reagan’ın kadınlarla ilgili söylemlerine tanıklık etmiş ve etkilenmiştir. Bu iki başkanın da muhafazakar partiden olması ise yazara gore tesadüf değildir. Ayrıca, daha çok yakın tarihte, 20. yüzyılın başında totaliter bir devlet olan Hitler Almanyası, ya da ABD’de aşırı dindar bir grup olan püritenler vardır. Tüm bu örnekler bu kötü deneyimlerin dünyanın her yerinde yaşanabileceğini gösterir.

İlgili haberler
Kadınların Referandumu

Anayasa Değişikliği için yapılacak referanduma günler kaldı. Kadınlar bu referandumu belirleyecek en...

Kadınların tek seçeneği var

Referandumdan hayır çıkarsa, hak kırıntılarıyla değil, gerçek haklarla yaşamak için ortak bir hareke...

Madde madde anayasa değişikliği: Hülya Gülbahar an...

Avukat Hülya Gülbahar anayasa değişikliği maddelerini kadınlar açısından yorumluyor. Referanduma az...