Sinem Sal’ın son romanı Behice’nin Yarım Kalan İşleri, Karakarga Yayınlarından geçtiğimiz günlerde çıktı.
Bir Kadıköy hikayesi olarak da etiketleyebileceğimiz bu romanın baş karakteri Ayşe Püren, 30’larının başında, Kadıköylü, bir yayınevinde editörlük yapıyor ve stand-up komedyeni sevgilisiyle Kadife Sokak’ta bir bodrum katta yaşıyor.
Ayşe Püren’in annesi Behice, genç yaşta boşanan, iki çocuğunu yalnız büyüten ve bir yıl süren acılı bir hastalık sürecinin ardından erken yaşta hayata gözlerini yuman bir kadın. Annesinin hayatını zorlaştırdığı için ona karşı sürekli bir suçluluk hisseden Ayşe Püren, onun ölümünden sonra bahçelerindeki gül ağacının altında bulduğu Hıdırellez dilekleri sayesinde “Behice’nin yarım kalan işleri”nin peşine düşüyor. Ayşe Püren annesinin dileklerinin ardında koşarken bir yandan onun hiç bilmediği yönlerini keşfediyor, bir yandan da annesinden devraldığı korkuları değiştiriyor/dönüştürüyor/aşıyor; kendini yeniden inşa ediyor ve bekar bir anne olma kararını da cesaretle alıyor.
Ayşe Püren’in annesinin hiç tanımadığı yönleri ile o öldükten sonra karşılaşması, bana da babamın ölümünün ardından düşündüklerimi hatırlattı. Şöyle yazmıştım cenaze evi kalabalığı dağıldıktan sonra: “Babam öldükten sonra, bir de neyi fark ettim biliyor musunuz? Aslında biz onları pek de tanımıyoruz. Biz sadece bizimle bağlantılı noktalarını biliyoruz. Sadece baba sanki. Ama o bir yandan da birilerinin çocukluk arkadaşı, birinin kardeşi, birinin komşusu, okey arkadaşı... Herkeste farklı bir anısı, farklı bir yansıması var. Oturdukları apartmanda ben yaşlarda bir sürü kadın vardı mesela. Babam hepsinin arkadaşıymış meğer. Öyle anıları var ki. Takılırmış onlara, oyun oynarlarmış, anneler gününde çiçek alırmış; belki de benden yakındılar. Garip bir şey, bir yandan hoşuna gidiyor insanın öyle yanları olması, bir yandan da kıskançlık gibi bir şey duyuyor. Neden benle öyle değil?”
Ayşe Püren aynı zamanda, erkeklerle, erkeklerin dünyasıyla sürekli çatışma halinde. Babası, ağabeyi, patronu, sevgilisi… Romanın erkek karakterleri, duyarsızlıkları, duygusuzlukları ve maddiyatçılıkları ile öne çıkarken, kadın karakterlerin her biri güzel bir insani özelliği temsil ediyor. Ayşe Püren’in sevgilisi, iş güç tutturamayan bir stand-up komedyeni olmasına karşın kusursuz bir aşık gibi gösteriliyor en başta. Ancak çok geçmeden onun foyası da meydana çıkıyor.
Sinem Sal, Gazete Duvar’da yayınlanan röportajında şöyle diyor: “Rakı sofrasına oturduklarında 20’lik söyleyerek az sonra zaten kalkacaklarını ima eden babası, annesinin öldüğü gün mirası paylaşmaya kalkan abisi, şiirden anlamaması bir yana, hayata da kafası basmayan patronu, ayrılırken Ayşe Püren’e IKEA taksitleri ve bir depresyon hediye eden sevgilisi… Ayşe Püren’in elindekiler bu kadar. Yani eski hayatından kaçmak isteyecek kadar motivasyonu; yeni bir hayat kurmaya yetecek kadar malzemesi var.”
Roman trajik olayları, hüzünleri, travmaları içermesine rağmen, sıklıkla gülümseten, insanın içini ısıtan bir dile sahip. Sinem Sal, güçlü yanlarımız, zayıflıklarımız, hayallerimiz ve varlığımızla yalnız olmadığımızın altını çizerek, bazen de ağlanacak halimize güldürerek anlatıyor Ayşe Püren ve onun dünyasındakilerin hikayesini.
Her kadının kendinden bir parça bulabileceği, bir çırpıda okunup bitiveren bu romanın kapağını gül ağacının altına gömdüğümüzü varsayarak hayatlarımıza bahar gelmesi dileğiyle kapatıyoruz.
Yazar: Sinem Sal
Karakarga Yayınları, 231 sayfa, 1. Basım: Temmuz 2023
ARKA KAPAKTAN: “GÜL AĞACINI BEN ALABİLİR MİYİM?”
“Dün gece sabaha karşı annem öldü. Mutsuzluktan değil ama mutsuz öldü. Bense annemin bir Hıdırellez günü bahçemizdeki gül ağacının altına gömdüğü dileklerin peşindeyim.
Ben olmasam annemin yarım kalan dileklerini kim fark eder?
Samanlıktaki iğneyi bulmanın samanlığı yakmaktan başka, mümkünse daha az prodüksiyon gerektiren bir yolu var mı?
Diyelim ben bu samanlığı yaktım, alevler boyumu aştı, annem gördü. Benimle gurur duyar mı?
Bu dileklerin hepsini onun yerine ben gerçekleştirsem, annemin mezarında bir gül ağacı sebepsiz büyür mü?
Ben Ayşe Püren. Üstünden atlayacağım ateşi çoktan yaktım gitti. Bu yangından sağ çıkacağız: Artık hayatta olmayan annem ve ben.
Sinem Sal Kadıköy’de geçen bu romanında önceki eserlerinde yaratmış olduğu neşeli dram atmosferine sahip çıkıyor. Annesini sadece anne olarak tanıyan kadınlara, içine sürüklendiği bir savaşta karşısında aniden babasını, abisini, erkek patronunu ve erkek sevgilisini bulanlara, savaş anılarını anlatırken göstereceği yaraları kendi kendine iyileştirenlere, bir gül ağacının dibinde bitenlere, bu satırların bir yerinde kendini görenlere… Çünkü eğer gördüysen, artık ikimiz de yalnız değiliz.”
Görsel: Kitap kapağı
İlgili haberler
Bir ayrımcılık hikayesi: ‘Cennet’in cehenneme dönü...
Kendi ahlak kurallarını yaratarak bir cennet oluşturduklarını düşünen siyahların hayatı, refahla bir...
Çocukların beyinlerine güvenin!
Sevil Aracı, okul çağında çocukları olan ebeveynlere rehber niteliğinde ve birbirinin tamamlayıcısı...
Ataerkilliğe verilmiş nüktedan bir yanıt: Kadınlar...
Kadınlar Ülkesi 1915’te yazıldı; kitap olarak 1979 yılında yayımlandı. Ataerkinin ağırlıkta olduğu ü...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.