Gamze Güller’in uzun aradan sonra yayımlanan öykü kitabı Durmuş Saatler Dükkânı, birbirinin devamı olan öykülerden oluşmuyor gibi görünse de yazarın derdinden kaynaklı olsa gerek öyküler arasında genel olarak güçlü bağlar bulunur: Rüya ile gerçek, uyku ile uyanıklık ve zaman… Rüya ile gerçek, uyku ile uyanıklık, kimi öykülerin asıl kahramanları gibi zamanın kargacık burgacık çizgisinde dolaşırlar. Düz olmayan bir zamanın çizgisinde. zamanın kronolojik olmaktan çok geri dönüşlerle sağlandığı metinlerde karakterler bulundukları yerde değil geçmişte koptukları ya da koparıldıkları yerlerde bulunurlar. Onlar şimdiki zamanda yaşarlarken bulundukları yerlerden çok uzaklara, geçmişe giderler. Daha doğrusu şimdiki zamanın bilincinden çıkıp geçmişin bilincinde dolaşırlar.
Marcel Proust, Swann’ların Tarafı’nda “Bazen, uykumda, bacağımın ters bir duruşundan, Âdem’in kaburgasından Havva’nın doğuşu gibi, bir kadın doğardı. Tatmak üzere olduğum hazzı, bana, hazdan vücut bulmuş olan bu kadının sunduğunu zannederdim. Sıcaklığımı onun bedeninde hisseden bedenim onunla birleşmek isterdi, uyanırdım” yazar. Güller’in Rüyalarımın Kadını adlı öyküsü tam olarak böyle bir fantezinin ürünü olarak doğar. Ancak birçok farklı özellik taşır. Proust’un anlatıcısının rüyalarda gördüğü kadınlar, zamanla kaybolurlar. Güller’deyse kahramanın rüyasındaki kadın, rüyadan sonra asıl özelliklerini kazanır. Kadının üst üste rüyalarına gelişi, adamın rüyadakinin yüzünü unutmamak adına gösterdiği çaba öykünün güçlü yanlarından sadece ikisidir.
BİZİ BAŞKA BİR RÜYANIN İÇİNE SOKUYOR
Rüyadaki kadının ete kemiğe bürünmesiyse rüyaların bitmesinden sonra, rüyayı görenin çabasıyla olur. Birçok kişinin hamurundan alınan özellikler karışıp rüyadaki kadını oluşturan kişi bir nevi rüyayı canlı tutma çabası içindedir. Rüyayı hatırlayarak onun kaybolmasını engellemek değil, birebir canlandırmak. Rüyadaki kadının peşine düşen, kendini kaptıran kişi öyle rüyadadır ki gerçeğinin yanından geçtiğinde bile fark edemeyecektir. Öbür yandan rüyayı gören kişi, rüyada gördüğü kadını çizerken aslında hayatında gördüğü birçok kadının beğendiği özelliğinden yararlanır. Bunun bizi başka bir rüyanın içine soktuğunu söyleyebilirim. Rüyada gördüğümüz kişiler aslında birçok kişinin karışımı değil midir? Örneğin rüyadaki annemiz hem o hem de o değil. Aslında o olduğu sürece aynı zamanda olmamayı sürdürür. Yine Belalı Gemi’nin Ali’si de, metin bize net bir şekilde söylemese de, aslında aynı düşün bir ürünü olarak karşısında bir kadın görür ve ona tutulur. Sonsuz Aşk’ın aşık olunan kadını aynı şekilde rüya mı, hayal mi, gerçek mi olduğu belli olmayan bir dünyada vardır.Rüya Tekerleği, yine bu temaların taşlarıyla işlenmiş başka bir öykü. Farklı olansa hem rüyanın hem de gerçeğin oltasına takılmış olması. Uyku ile uyanıklığın tam zirvesidir bu: Uyurgezerlik. Olay örgüsü uyurgezerlik etrafında işlenir. Uyurgezerlik, hem uykuya hem de uyanıklığı içinde barındırır. Uyurgezerlikte, yaparken uyanık olan zihin, hatırlamaya geldiğindeyse uykudadır. Öyküyü okurken kahramanın içinde düştüğü korkuyu eş zamanlı yaşamak ayrı bir zaman olgusunun içini doldurur. Kitaba da adını veren Durmuş Saatler Dükkânı’nı bu temalarla birlikte okumadan edemiyorum.
İSİM TANPINAR’I ÇAĞRIŞTIRSA DA ASIL İLİŞKİSİ PROUST’LA
Durmuş Saatler Dükkânı zaman ve geçmişe gidiş yanıyla önemli bir öykü. İsim Tanpınar’ı çağrıştırsa da asıl ilişkisi Proust’ladır. Unutulmaya yüz tutan meslekler listesine alınıp alınmadığını bilmediğim bir mesleği sürdüren, ki böyle bir meslek var mı bunu da öğrenemiyoruz, kişiyle röportaja giden bir gazetecinin dükkanda yaşadığı dönüşümü anlatan bu öykü birçok yanıyla dikkat çekiyor.Bir yerde dururken hem orada olmak hem de olmamak, bir yandan ikiye ayrılan bir kişinin ruhu hakkında bize fikir verirken öbür yanda iki ayrı zamanı da kendi içinde taşımanın hem kederini hem de huzurunu yaşatır bize. İçinde saat olmayan ama ismi Durmuş Saatler Dükkânı olan bir mekanda bizi zaman üstüne düşündüren bir yola sokuyor.
Öyküde iki zaman var. Biri şimdiki zamanın –‘yor’u, diğeriyse geçmişin ‘di’si. Biri yaşanan anda, öbürüyse sonradan hissedilendir. Metnin yazımındaysa bu durum farklı yazı tipiyle belirginleşir. Şimdiki zamanın anlatısı italik yazılırken geçmiş zaman normal yazı tipiyle verilir. Öyküde ilk başta şimdiki zaman önce verilirken daha sonraysa önce geçmiş sonra da şimdiki zaman verilir. Böylece geçmişten alınan geleceğe de taşınmış olur. Öyküdeki dönüşüm sadece bununla sınırlı kalmaz.
BİR ZAMAN MAKİNESİ İÇİNDEN GEÇMEK
İki zaman arasında sıkışan röportaja giden genç anlatıcı, içinde bulunduğu durumdan kaynaklı sıkışmışlığı özgürlüğe dönüştürmek adına, kılık değiştirip görüşülene dönüşür. Bir zaman makinesi içinden geçmek ya da gökkuşağının altından geçerek farklı bir şeye dönüşen bir anlatıcı kahraman olur. Bu şekilde hem geçmişi hem de şimdiyi elinde tutar. Burada aynı zamanda aradığını bulamayan kişinin, aradığını bulan kişiye, arzulanana, -çünkü arzulayana oranla iyi bir hayat yaşamıştır-, dönüşme durumu mevcut.Gazetecinin yaşadığı ama üstündeki hakimiyetini neredeyse tamamen kaybettiği hayatı, üstünde kişinin bilinçli bir hakimiyeti olduğunu söyleyemeyeceğimiz rüyaya benzetmek benim için çok zor olmuyor. Rüyadaki zamanın, karışıklığı da yine bu benzerliği kurmanın taşlarını döşediğini söyleyebilirim. Proust yine Kayıp Zamanın İzinde adlı eserin ilk cildinde (Swann’ların Tarafı, YKY, çev: Roza Hakmen) şöyle der: “Uyuyan kişi, saatlerin akışından, yılların ve dünyaların sıralanmasından oluşan bir halkayla çevrelenmiştir. Uyanırken, içgüdüsel olarak bunlara başvurup yeryüzünün hangi noktasında olduğunu, uykuya daldığından beri ne kadar zaman geçmiş olduğunu bir çırpıda okuyuverir; ne var ki sıralamalarda karışıklıklar, kopukluklar olması mümkündür.”
Aynı paragrafta, “Gözlerini açtığı an, birkaç ay önce, başka bir ülkede yatmış olduğunu zannedecektir.” diye ekledikten sonra biraz ilerdeyse şöyle diyecektir: “buna göre, duvarın yönünü, eşyaların yerlerini anlamaya, içinde bulunduğu odayı yeniden oluşturmaya, isimlendirmeye çabalardı.” Gazeteci geçmişinden ona, ana kadar uzanır.
GEÇMİŞ Mİ ŞİMDİNİN İÇİNDE YOKSA ŞİMDİ Mİ GEÇMİŞİN İÇİNDE?
Röportaj için dükkana giren anlatıcı, orada, o anda adeta bir rüyanın içine uyanır. Eşyayı, duvarı, görüşmeye geldiği kişiyi, dayanak yaparak, görünüşte görüşmeyi özeldeyse kendi hayatını anlamlandırmaya çalışır. İçinde bulunduğu mekandan yola çıkarak, mekanla birlikte kendini de oluşturur. Öyküdeki bir diğer ilginç noktaysa Proust’a ve onun kurabiyesine selam vermesidir: “Elimi kurabiyeye uzatıyorum. …lezzeti biraz daha sürsün diye bir parçayı dilimin üzerinde tutuyorum, yavaşça eriyor, ağzımda dağılıyor.” Biraz ilerideyse kurabiyeyi ağzına attıktan sonra çocukluğunda okuduğu bir hikaye aklına gelecektir. Geçmiş zamanla başlayıp şimdiki zamanla biten bir öyküyü okurken ister istemez şu soruyu soruyorum: Geçmiş mi şimdinin içinde yer alıyor yoksa şimdi mi geçmişin içinde?Gamze Güller’in Durmuş Saatler Dükkânı’nı birçok farklı şekilde okumak mümkün. Ben sadece zaman, rüya, gerçeklik, uyku ve uyanıklık üzerinden bir okuma yaptığımdan belli öykülere baktım. Uzun zaman beklenen öyküleri okurken gerçekten beklememe değmiş diyorum içimden.
KÜNYE
Gamze Güller
Durmuş Saatler Dükkânı
İletişim Yayınları,
107 sayfa
Kaynak: Evrensel
İlgili haberler
GÜNÜN KİTABI: Kabuk
Kendi kabuğunu kırmaya çalışan ve içinde doğduğu kabuğa sıkı sıkıya tutunan kadınların hikâyesi: Kab...
GÜNÜN KİTABI: Renklerin moru
Ayrımcılık,ırkçılık, sınıf ayrılığı, muhafazakarlık, erkeklik ve kadınlık hakkında okuyucusuna çokça...
GÜNÜN KİTABI: Bilge
90'larda Türkiye kadın hareketinin ve sol hareketinin aktivistlerinden, gazeteci-yazar Ayşe Bilge Di...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.