1800’lerin Paris’inde kadın sanatçıların nü tablolar çizmesi söz konusu olmadığından, gündelik hayat sıklıkla kadın ressamların eserlerine konu olmuştur. Bunlardan, Fransız empresyonist Berthe Morisot’nun bugün hâlâ Orsay Müzesinde sergilenmekte olan 1873 yapımı Le Berceau (Beşik) tablosu büyüleyicidir. Tabloda Berthe, yeni doğum yapan ablası Edma’yı ve bebeği Blanche’ı resmetmiştir. Tabloda Edma’nın bebeğe yönelen gözleri ve sol kolu, bebeğin sağ kolu ve kapalı gözleriyle bir diyagonal oluşturur. Beşiğin perdesi bir ayna gibi kullanılır: anne bebeğin, bebek annenin aynadaki yansımasıdır adeta. Anne sevgisi, şefkati, anneyle bebek arasındaki o güçlü bağdır resmin konusu.
Ama genelde her mutluluk tablosunun altında pek de bilinmeyen, tahmin edilmeyen, öngörülemeyen çelişkiler vardır. Edma’nın dingin ama düşünceli duruşunda da pek çok kadının aşina olduğu bir hikâyenin izleri var. Edma da tıpkı kız kardeşi Berthe gibi resim eğitimi almış, gelecek vadeden bir sanatçıdır. Monet, Cezanne, Degas, Renoir, Pissarro gibi çağdaşları erkeklerin arasından sıyrılma mücadelesi içindedirler. İki kız kardeş, birbirlerine modellik yaparlar, çok yakın ve dayanışmacı bir ilişki geliştirirler. Bu sanatsal iş birliği 1869’da Edma’nın bir deniz subayıyla evlenmesiyle birlikte sona erer. Edma resim yapmayı bırakır, kızı Blanche’ı dünyaya getirir ve tamamen aile hayatına yoğunlaşır.
‘AH! BİRAZ KAÇABİLSEM’
Edma’nın eski yaşamına duyduğu özlemi, kardeşine yazdığı bir mektuptaki şu satırlardan anlayabiliriz: “Her zaman seninleyim sevgili Berthe. Stüdyondayım. 15 dakika için bile olsa, birlikte yıllarca soluduğumuz havadan içime bir nefes çekebilmek için kaçıp gelebilsem…”Bugün de etrafınızdaki herhangi bir anneye “Nasılsın?” diye sorsanız, söyleyeceği (ya da içinden söyleyeceği) cümle şudur: “Ah biraz kaçabilsem.” 19. yüzyıl Paris’inden her anlamda çok uzak olsak da kadınların yaşadığı deneyimlerin hâlâ bu denli benzer olması, yine bir kez daha, döne döne kadınlığı ve anneliği düşünmemizi gerektiriyor. Annelik kurumunun anlamı ve işlevi yüzyıllar boyunca değişmiş olsa da kadının birincil görevinin annelik olduğu algısı değişmeden kalan ender şeylerden biri olmalı. Bugün de anne olmak, kadının doğurmadan önceki hayatından tamamen ya da büyük oranda vazgeçmesini gerektiren önemli bir karar. Kentleşmeyle birlikte geniş ailenin çözülmesi sonucunda kadının bakım sürecinde yalnızlaşmasına çözüm olarak bakım emeğini toplumsallaşmak yerine geniş aileyi yeniden tahsis etmeye dönük eşi benzeri görülmemiş saçmalıkta politikalar üreten (bkz. büyükanne projesi) bir sosyal politika zihniyetiyle karşı karşıyayız. Diğer yandan tarihteki tüm sağcı-otoriter rejimlerde benzerleri olan doğum teşvikleri – propaganda yöntemleri uzun zamandır çeşitlenerek devam ediyor.
MODERNİZM VE ANNELİK ÇELİŞKİSİ
Bir bebeğin bakımına ilişkin tüm sorumluluğun anneye (ve anneanneye-babaanneye) yüklendiği bir sistemde, öncelikli görevimizin anne ile bebek arasındaki ‘doğal’ ilişki söylemini bertaraf etmek olduğuna inanıyorum. Anne ile bebek arasındaki sıkı bağ, belli yönlerden kadınları güçlü kılıyor şüphesiz. Kendi değerleri ve ilkeleri doğrultusunda bir insan yaratabilmek önemli bir fırsat olarak düşünülebilir. Ancak kadının doğurmadan önceki alışkanlıklarını, beklentilerini, tutkuyla sarıldığı pek çok şeyi ikinci plana atmasını da meşrulaştıran bir söylem bu. Modernizm, başlı başına insanın doğaya ve kendi doğasına başkaldırısı anlamına geliyor. Doğal olan her şey buharlaşıyor. İnsanın bu ‘başarısı’ çoğunlukla hayret ve hayranlıkla karşılanıyor. Bizim elbette Scheurmann’ın Göğü Delen Adam’ını övecek halimiz yok. Ama söz konusu kadın olduğunda modernizmden beslenen tüm ideolojilerin kadının kendi doğasına karşı gelmesine katlanamaması en basit tabirle tutarsızlık.YÜCELTİLMESİ GEREKEN DEĞER: EMEK
Öncelikle anneliğin bir edim olarak, cinsiyet ve türleri aşan bir biçimde yeniden tanımlanması gerektiği fikrindeyim. Bununla, doğurmaktan çok emek vermenin ahlaki sorumluluğunu kastediyorum. Yüceltilmesi gerek değer, bir canlının - bu insanın kendi yavrusu olmak zorunda değil ve hatta bir insan yavrusu olmak zorunda da değil - bakımını üstlenmenin, onun sorumluluğunu almanın kendisidir. Anneliğe böyle yaklaştığımızda, ‘annelik’ yapmak kadına has bir şey olmaktan da çıkacaktır. Hayata böyle yaklaştığımızda, bir gece evinde uyurken panzerin altında ezilen iki çocuğun ölümünü sindirmek, evinde polislerce katledilen Sıla Abalay’ın infazını kabul etmek, Ensar yurtlarında tecavüze uğrayan minicik bedenlerin acısını görmezden gelmek, hapishanede annesiyle beraber dört duvar arasında büyüyen Miraz bebeğin mutsuzluğunu kanıksamak da mümkün olmayacaktır. Çocuk ölümlerinden, tacizlerden ve işkenceden sorumlu kim varsa bunların aynı zamanda emek düşmanı olması da tesadüf değildir. Annelik sonsuz ve tanımsız bir emektir. Kendi dışındaki herkes ve her şey üzerinde tahakküm kurmaya dayalı erkekler dünyasında, kendinden daha zayıf bir canlıya emek vermenin çok da karşılığı olduğunu sanmıyorum.HORMON DEĞİL KADINLIK
Başka çocuklara, hayvanlara sonsuz sevgi ve şefkat gösteren, emek veren, çocuk doğurmayı tercih etmemiş bir sürü kadın tanıyorum. Bunun kadın doğasıyla, hormonlarla değil kadınlıkla yakından ilişkili ahlaki bir tutum olduğunu düşünüyorum. Elbette erkekler de bu anlamda kadınlardan çok şey öğrenebilir. 9 aylık annelik deneyimimden öğrendiğim şimdilik bu. Hepimizin anneler günü kutlu olsun.Not: Bu yazı, Nuriye ve Semih’in açlıklarının 65. gününde yazıldı. Dersim’de Kemal Gün de hâlâ oğlunun cenazesini alabilmek için açlık grevinde. Dün Antalya’da taş ocaklarına karşı mücadele eden Ali Ulvi ağabey ve Ayşin ablanın evlerinde öldürüldüğü haberini aldık. Yine Rojava’dan Ulaş Bayraktaroğlu’nun kötü haberi geldi. Böyle günlerde başka konular hakkında yazmak lüks bize. Yazmanın iyileştirici gücüne sığındım. Direnişleri önünde saygıyla eğiliyorum.
İlgili haberler
GÜNÜN BELLEĞİ: Annelik pastasından Anneler Gününe
Bugün Anneler Günü. Ne oldu da birden annelerin önemi hatırlandı da annelere özel gün ilan edildi, h...
Cumartesi Anneleri: Bizim kutlanacak bir günümüz y...
Cumartesi anneleri, yakınlarının akıbetini sormak için 633. haftada Galatasaray Meydanı’nda bir aray...
Soma’da yaşamını yitiren işçilerin anneleri adalet...
Soma’da üç yıl önce bugün, Türkiye’nin en büyük işçi katliamı yaşandı. 301 işçi, daha fazla kömür çı...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.