Yeryüzü birçok tek adam rejimi gördü, görüyor. Bunların en karanlıklarından biri Dominik Cumhuriyeti’nde yaşandı.
Rafael Leónidas Trujillo Molina, 1930’da darbe ve türlü hilelerle Dominik Cumhuriyeti’nin başkanı oldu. 31 sene boyunca da iktidardan hiç ayrılmadı. Dominiklilerin, kendisine sorgusuz sualsiz itaat etmesini istiyordu. Sorgulayanları, rahatsızlık duyanları bastırmak için de her türlü yönteme başvurdu. Trujillo rejimi altında 50 binden fazla ölüm yaşandı. Binlerce insan ülkeden göç etmek ya da kaçmak zorunda kaldı. Binlercesi hapishaneleri doldurdu. Bir korku cumhuriyetine dönüşen Dominik Cumhuriyeti ancak 1961’de kurtulabildi Trujillo’dan. Ne yazık ki demokratik bir seçimle değil, Trujillo’nun öldürülmesiyle.
TEK ADAMLIĞA GİDEN KESTİRME YOL
Orta halli bir aileden gelen Trujillo’nun evveliyatı da sonrası gibi karanlık. Gençliğinde üç yıl telgraf memurluğu yaptıktan sonra hırsızlık, sahtekârlık ve dolandırıcılıktan hapis yatmış, haraca bağladığı esnafa kan kusturan bir çete kurmuş bir adam Trujillo.ABD’nin ülkesini işgal etmesi (1916-1924) hayatının dönüm noktasını oluşturdu. Amerika’nın Dominik’te 1918’de kurduğu Ulusal Muhafızlara katılmasıyla hızla yükselen askerî kariyerine atıldığında 27 yaşındaydı. On yılda generalliğe yükselen Trujillo, Mart 1930’da Amerika’nın da desteğiyle mevcut başkan Horacio Vásquez’i darbeyle indirdi. Yeni başkan Rafael Estrella Urena oldu.
Fakat birkaç ay sonra Ağustos 1930’da onu da görevden indirdi ve ilan ettiği seçimlerde aday oldu. İşini şansa, daha doğrusu halkın iradesine, bırakacak biri değildi Trujillo. Karşısındaki tüm adaylar ordunun hedefindeydi. Trujillo’dan başka kampanya yürütebilen yoktu. Sonuç da buna göre oldu: Trujillo, var olan seçmen sayısından daha çok oy alarak başkanlık koltuğuna oturdu.
EL JEFE / ŞEF / REİS
Trujillo’nun 31 yıllık iktidarı boyunca bu ‘demokratik’ seçimler devam etti. 1931’de kurduğu Dominik Partisi, 1961’e kadar ülkenin tek yasal partisiydi. Hoş, ara sıra demokratikmiş gibi görünmek için başka partilere de izin veriliyordu ama onların da ömrü uzun olmuyordu. Hem partilerin, hem de Trujillo’ya karşı o partileri kuranların... Parti, Trujillo’nun adının baş harflerinden oluşan Doğruluk, Özgürlük, Emek ve Ahlak (Rectitud, Libertad, Trabajo, Moralidad) mottosunu kullanıyordu. Böylece, her dört yılda bir ‘seçimcilik’ oynadı. Kah kendi başkan oldu, kah akrabalarını ya da güvendiği adamları koydu bu pozisyona. Kendini ‘Generalissimo’ (başkomutan) olarak atadı. Ama başkan olsun ya da olmasın, iktidar ve ipler hep onun elindeydi.Onca sene içinde artık ona boyun eğen, her dediğini kabul eden, hatta seven bir çoğunluk da oluşmuştu. Özellikle daha başkan olur olmaz yaşanan bir kasırga felaketinin ardından başkent Santo Domingo’yu yeniden inşa ettirmesi ile halkın gözüne girmişti. Orduyu güçlendirmek için askeri akademiler kuruyor ve gençlere eğitim veriyordu. Trujillo, ‘El Jefe’ yani ‘Şef’ (‘Reis’) olarak adlandırılırken, şehirlere, dağlara, neredeyse yürüdüğü yollara bile Trujillo’nun ismi verildi.
Ülkenin tüm yayın organları Trujillo’nun ne kadar iyi bir yönetici olduğunu, ne güzel işler yaptığını, sıkı çalıştığını yazıyordu. Kiliselerde “Cennette Tanrı, Yeryüzünde Trujillo” denilmesi zorunlu kılınmıştı. “Jefe’den korkuyoruz, ama saygı da duyuyoruz. Karakteri olan bir adam” diye açıklıyordu bir asker başkana olan sevgilerini.
Sadece devletin resmi görevlileri de değil, ona yamanan çeteler de cirit atıyordu ülkede. “Carro de la muerte” yani ölüm arabasıyla ‘42’ çetesi Trujillo’nun pis işlerini yapıyordu. Güvenmediği hiç kimseyi hiçbir pozisyonda bırakmıyor, muhaliflerin ve ailelerinin hayatını kâbusa çeviriyordu.
Trujillo’nun politik ve askeri güç dışında, taptığı bir diğer şey de paraydı. Ülkenin gelir getiren neyi varsa ya kendisinin ya da ailesinindi; Şeker, tuz, tütün, piyango, kereste… Onlarca şirketin sahibiydi. Yıllık geliri daha o yıllarda milyon doları aşıyordu.
MİRABAL KARDEŞLERLE KABARAN DİRENİŞ
Tabii, kurduğu tek parti diktatörlüğünde devletin tüm üst mevkilere hısım akrabalarını yerleştirmesi, muhalif seslerin bastırılması, ülke sınırında yaşayan binlerce Haitiliyi katletmesi ve daha nicesi Trujillo’ya nefreti de artırıyordu.Ülkedeki her şey gibi kadınlara da sahip olduğunu düşünüyordu. Kadınları cinsel ilişkiye zorluyor, tecavüz ediyordu. Karşı çıkan kadınlara ve ailelerine hayatı dar ediyordu. Gözüne kestirdiği genç kadınlardan biri de Minerva Mirabal’dı. Kız kardeşleri Patria, Maria Teresa ve Dede ile birlikte Trujillo’nun düzenlediği partilerden birine katılmak zorunda bırakılmıştı. Trujillo, gözüne kestirdiği Minerva tarafından reddedilince, ona hayatı zehir etmeye başladı. Babası tutuklandı, kayıtlı olduğu hukuk okulunu bitirmesi engellendi, ardından da bu işi yapması. Ama bu Minerva’yı yıldırmadı...
1950’ler boyunca Trujillo rejimini yıkmakta kararlı genç Dominiklilerden oluşan küçük gruplar kuruldu. Öğrenciler, işadamları, işçiler ve çiftçiler sekiz on kişilik gruplar halinde bir araya gelmeye başladı.
Minerva da hayranı olduğu Kübalı devrimci Fidel Castro’nun yaptığını yapıp Dominikli diktatörü devirme arzusu taşıyanlardandı. Kocası Manuel Tavarez Justo ile rejim karşıtı faaliyet yürütmeye başladı. ‘Kelebek’ kod adıyla biliniyordu, Minerva. Daha sonra harekete katılan kardeşleri Patria ve Maria Teresa ile ‘Las Mariposas’ (Kelebekler) ismi paylaştı.
Üç kız kardeş ve eşlerinin Ocak 1959’da kuruculuğunu yaptığı örgüte ‘14 Haziran Hareketi’ ismi verildi, Trujillo askerlerinin 14 Haziran 1959’da yaptığı bir katliam nedeniyle. O katliamda ölenler, muhalif sürgünlerin kurduğu Dominik Özgürlük Hareketi militanlarıydı. Küba’nın ve Venezuela’nın diktatörlerden kurtulmasının ardından bu ilericiler de kendi ülkeleri için umut besliyordu. Küba’nın desteklediği aktivistler, Dominik’e çıkarma yapıp halkı diktatörden kurtaracaklardı. Fakat planlanan olmadı ve militanların çoğu katliamda öldürüldü.
KELEBEKLERİN ÖLÜMÜ; TEK ADAMIN SONUNUN BAŞLANGICI
İşte bu devrimci militanların canları pahasına attıkları adım, Mirabal Kardeşler gibi birçok muhalifi içerde bir direnişe doğru itti. Katledilen insanların isimlerinin yazılı olduğu bildirileri dağıtıyor, açık bir ayaklanma olma ihtimaline karşı silah ve bomba yapmak için malzeme topluyorlardı.Mirabal Kardeşler de kendilerini bu mücadeleye adamıştı. Evlerinde silah biriktiriyor, diktatörlüğü lanetleyen bildiriler dağıtıyor, toplantılar düzenliyorlardı. Minerva ve Maria Teresa 1960’ta yakalandıklarında, uluslararası tepkiden dolayı işkenceye maruz kalmamışlar, hatta salıverilmişlerdi, ama onların eşleri ile Patria’nın eşi hapsedildi. 25 Kasım 1960 günü eşlerini ziyaretten dönen üç kız kardeşin yolu, Trujillo’nun adamları tarafından kesildi, dövülerek öldürüldüler ve trafik kazası sanılsın diye araçları uçurumdan aşağı atıldı.
Mirabal Kardeşlerin ölümü halk tarafından öfkeyle karşılandı. Devletin içinde de Trujillo’ya karşı büyüyen bir hoşnutsuzluk söz konusuydu. Mirabal Kardeşleri katletmesi ise Trujillo’nun sonunun başlangıcı oldu. Halkın kabaran huzursuzluğunun Küba’dakine benzer bir senaryoyla sonuçlanmasından korkan devlet adamları Trujillo’nun ortadan kaldırılmasını kararlaştırdı. Bu planda Trujillo’yu Dominiklilerin tepesine çıkaran Amerika’nın da parmağı olduğunu yazıyor kaynaklar. Sonuçta Trujillo 30 Mayıs 1961’de bir suikastla öldürüldü. Onun ölümünün ardından ailesi iktidarı elinde tutamadı. Her geçen gün sokaklarda isyanlar patlak veriyor, işçiler grev ilan ediyordu, ülke durulmak bilmiyordu.
MESELE BİR TEK ADAM DEĞİL
30 yıldan fazladır ilk kez Şubat 1963’te yapılan özgür seçimde halk çok yüksek bir oy çokluğuyla Juan Bosch’u seçti. Bosch, sol görüşlü bir politikacıydı ve seçildiğinde işçi sınıfı, sendikalar, hamile kadınlar, evsizler, çocuk ve gençler, işçilerle ilgili yeni yasaların olduğu bir anayasayı halka sunmuştu. Ne yazık ki, kilise ve toprak sahiplerinin çok hoşuna gitmeyen bu özgürlükçü adam, aynı yılın eylül ayında askeri darbeyle indirildi.Çoğumuzun bildiği gibi Mirabal Kardeşlerin öldüğü gün olan 25 Kasım, Birleşmiş Milletler tarafından Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günü olarak ilan edildi 1999’da. Sadece onları ve katledilen nice kadını andığımız bir gün değil, onların diktatörlere, devlet şiddetine ve baskılara başkaldırışını da temsil eden bir gün. Kadına yönelik şiddetin her türlüsünü, ancak o kadınlardaki cesaretle ve daha iyi bir yaşama olan inançla yeryüzünden sileceğimizi hatırlatan bir gün.
İlgili haberler
Yaşasın Kelebekler
Latin dünyasındaki özgürlük mücadelesinin simgesinin kadınlardır. Çünkü bunun bir tarihi var: 25 Kas...
Mirabel kardeşlerin bize öğrettiği
25 Kasım haftası Derneklerinde yaptıkları etkinliklerle bir araya gelen Buca Evka 1 Kadın Kültür ve...
#KadınlarınSeçimi onurlu bir gelecek
Milyonlarca kadına dayatılan seçenek bu ikisi arasında; Ölüm mü, sıtma mı? Seçim manifestolarında ve...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.