Leyla kucağında bebek, önünde bahçe kapısı ve her tarafı belirsizliklerle örülü duvarların ortasında kalmıştır. Kapıyı açan annesi Yaşar Hanım, heyecandan oracıkta bayılır.

Merhaba kadınlar
Kimimize bol renkli, çok sesli, pür neşe günleri, kimimize ise solgun, buruk anıları hediye eden koskoca bir yaz mevsiminin ardından, “mücadele dolu” yeni bir sezonun kapısını hep beraber aralamanın tadıyla merhaba.

İnsanız ya hani, her şey bizim için deriz hep. Bir bakarsınız, pembe panjurlu pencerenizden seyrediyorsunuz hayatınızda olan bitenleri; bir bakarsınız kör karanlık dehlizlerden... Tıpkı bugünkü hikayemizin konusu olan Leyla’nın hayatı gibi. İstanbul’un muhteşem ilçesi Büyük Ada’dan, ünlü bir Osmanlı paşasının torunu, güzeller güzeli Leyla...

Dostlarla yapılan hoş bir kutlamada, “yeğeninin evlenme töreninde” tanıştım kendisiyle. Sesinde gülüşünü, davranışlarında vakur duruşunu ahenkle raks ettiren bu zarif hanımefendi, keskin bakışlarıyla hafızama attığı imzasından habersiz coşkuyla başladı anlatmaya. “Hayatımı ben de kaleme almaya çalışmıştım. Sizin yazmanız da inanın benim için pek kıymetli Meltem Hanım.”

Leyla’nın babası ile annesi çok severek evlenmiş, ayrı sınıfların insanları. Müstakbel gelin, konakta yemek pişiren, balıkçılık yapan emekçi bir kadının kızıdır. Çiçeği burnunda damat, yani Leyla’nın babası ise zengin ailenin sorumsuz oğlu Muzaffer...

İki aile arasında geçen tartışmalı bir dönemin sonunda, genç çift nihayet evlenmeyi başarır. Varlıklı Paşa Baba’nın desteği ile yuvaları kurulur, içine lüks eşyalar döşenir. Önceleri sakin huzurlu geçinip giderlerken, iki çocuk doğunca, çalışmayı pek de sevmeyen evin erkeği zorlanmaya başlar. Zamanla, işler geçim sıkıntısına dönüşür. Burada Leyla kaşlarını hafiften çatarak sanki yılların hakimi ifadesi takınıyor yüzüne; “Babam liseden sonra okumamış. Çalışmayı hiç de sevmezmiş zaten. Balat’da müzisyenlere takılırmış. Sesi de güzel tabi.”

Yokluk dönemi baş gösterince çaresiz kadın, baba ocağına geri döner; yeni doğmuş erkek çocuk Galip ve beş yaşındaki ablası Leyla ile birlikte... Çok geçmeden, Muzaffer’in ailesi, çocukları annelerinden alır.

Leyla’nın gözleri, iki iri kara üzüm gibi parlayarak yüzüme doğru sitem dolu kaçamak bir bakış atıyor. “Daha küçücük çocuğum, hep ağlıyorum. Ben annemi kapıda bacada beklerken onlar bana masada çatal bıçakla yemek yemem için baskı yapıyordu.” Muzaffer, kızının ağlamalarına dayanamaz ve bir gün çocukları alıp annelerine götürmeye karar verir. Fakat kapıyı çalacak cesareti yoktur. Minik Galip’i beş yaşındaki ablasına emanet ederek kulağına fısıldar usulca; “Ben şu bakkaldan sigara alacağım. Siz kapıyı çalın. Anneniz içeride...” Leyla kucağında bebek, önünde bahçe kapısı ve her tarafı belirsizliklerle örülü duvarların ortasında kalmıştır. Kapıyı açan annesi Yaşar Hanım, heyecandan oracıkta bayılır.

Bundan sonra Leyla’yı bu hareketli kalabalık evde, mücadele dolu bir hayat beklemektedir. Önceleri Leyla’nın aklının erdiremediği bir takım tartışmalar sonucu, Galip baba evine götürülür. Civardaki fabrikada işe başlayan Yaşar Hanım, tanıdık mahalle baskısının da hedefi olmuştur artık. Esnafından komşusuna herkesin gözü üstündedir. En çok da semtin taksi şoförü Yavuz’un. Fabrika yolunda takip ettiği Yaşar Hanım’a önce evlilik niyetini açar Yavuz, fakat istediği cevabı alamaz. Yavuz inatçıdır. Ne pahasına olursa olsun Yaşar’ı kaçıracaktır. Öyle de yapar.

Leyla burada derin bir nefes alarak bakışlarını havaya kaldırır. Sonra da hayalinde canlandırdığı annesinin kaçırıldığı evi daha doğrusu “hücreyi” anlatmaya başlar. Eski bir apartmanın bodrum katıymış. Kapısı pencereleri metaller ve tahtalarla kapatılarak çivilenmiş. Yavuz sadece işten geldiğinde kapıyı açar, diğer zamanlarda kadın hiçbir insan yüzü dahi göremezmiş. “O aralar annemin Almanya ya gidip gelme konusu olmuş. Fakat Yavuz’dan hiçbir zaman kurtulamamış. Hatta bir de kız çocuğuna hamile kalmış. Ondan sonra annemi bize getirmeye bir kez razı olmuş. Gece vakti beni uyandırdılar.’ Kalk annen geldi’ dediler. Karnı burnunda bana sarılıp ağladı annem. Ben olanlara anlam veremiyordum. Öyle ki yarım saat oturmadan gidip uyumuşum.”

Leyla’yı anneannesi, büyük ninesi, teyzeleri, dayılarının eşleri sevgi dolu bir ortamda büyütürler. Sesine çocuksu bir işve katarak; “Aslında belli bir yerim yoktu. Nerede uykum gelirse orada kalırdım. Beni hiç dışlamadılar, ben de onları çok sevdim. Büyük Ninem tek kişilik divanda, beni koynunda yatırırdı. Mahalleli çok sever Şeker Hala derdi. Çok sonra öğrendim ki asıl adı Hafize imiş. Şimdi düşünüyorum da o kadınların hiç biri beni evlatlarından ayırmadılar. Akşam oldu mu yıkanıp pijamalarımızı giyer, gaz lambası etrafında toplanır, Zahide yengemden masallar dinlerdik. Gündüz işe gider, gece yoruldum demez, hepimizle ilgilenirdi. O küçücük evlerde yoklukla kalabalıkla yaşarken, hiçbir şeyimiz de eksik edilmezdi. Mevsimin ilk meyvesi bana tattırılırdı. Hiçbir şeye özenmezdim. Metin Dayımla kızı Mualla Ablam film artisti gibiydiler. Türkan Şoray’a benzerdi. Saçlarını sarkıtır oynamama izin verirdi.”

Küçük Leyla, yaşı ilerledikçe anne ve babasını değil ama kardeşi Galip’i özlüyordu. O zamanlar İstanbul sokaklarında seyyar yağcılar dolaşırmış. Leyla’nın babasının da anneannesinin de semtine gidiyormuş. Akıllı anneanne Hafize Hanım, bu yağcı ile torunu Galip’ten haber sorarmış. Fakat Galip’i görmeleri için de olsa, hiç getiren olmamış.

Leyla’nın ilkokul yaşı gelmesine rağmen nüfus cüzdanı hala yokmuş. Kadınlar evde konuşurken duymuş Leyla. “Hadi eksikleri hallettik. Kıza nüfus cüzdanı nasıl yapacağız?” Nereden geldiğini bilmediği okul önlüğünü giyen Leyla, dayısı ile okula gidip bir sıraya oturur. Dayısı beş, Leyla ise birinci sınıf öğrencisidir aklınca. “Hangi sınıfa gitsem, öğretmen ‘Listede adın yok’ deyip başka sınıfa gönderiyordu. Velimin gelmesini istiyorlardı ama ben kimseye söylemeden ertesi gün okula gidip oturuyordum. En sonunda bir sınıfta kaldım. Böylece okullu oldum. Beş yıl sonunda mezun olurken çıkarılan kimlik ile Leyla mezun olmayı başarır.

Ortaokulda ilk yıl Leyla için stresli geçer. Teyzesinin eşi iş kazası yapmış bu yüzden işten atılmıştır. Teyze çalışmak zorunda kalınca çocuklara da Leyla bakmaya başlar. O yıl üç dersi düşük not gelir. Leyla’nın teyzesi sanayi bölgesi Yeni Bosna’da hem kendisine hem eşine iş bulunca oraya taşınırlar. Leyla da isteyerek onlarla birlikte gider. Yeni okulunda, sınıf tekrar etmesini isteyen okul müdürüne itiraz eder Leyla. “Üç dersten sorumluyum. Kanun da bu şekildedir. Sadece bu derslere gireceğim” der. Müdür, araştırınca kızın haklı olduğunu görür.
Her ne kadar doktor olmayı istese de Leyla’nın ilgi alanında makalesi, haberi, bulmacaları, magaziniyle gazeteler vardır. İşte bu gazetelerden birinde, bir eczane reklamı dikkatini çeker. Adres ve isimden halasının eczanesi olduğunu düşünür. Artık kardeşine ulaşmak için çabalaması gerektiğinin bilincindedir. Anneannesiyle gidip bulduğu eczanede halası pek yüz vermez. Tepeden bakan bir çift göz “Ben sizi tanımıyorum “der. Leyla kendisine reva görülen kardeş özleminin acısını çıkarmak için olanca hırsı ile cevap verir; “Ben sizi değil, kardeşimi görmeye geldim. Ve ne pahasına olursa olsun göreceğim.”

Şaşkın ve köşeye sıkışmış hala, Muzaffer’e telefon eder. Durumu öğrenen Leyla’nın babası Muzaffer telaşla gelip kızına sarılır. Leyla duvar gibidir adeta. Galip konusunda kararlı ve ısrarcıdır. Bir hafta sonraya kardeşi ile görüştürülme sözü alır. Heyecanla beklenen bir haftanın sonunda randevu yerine, Eyüp Sultan Camisi’nin önüne gidilir. Fakat Muzaffer yalnız gelmiştir. Öfkeyle babasına bağıran Leyla’yı sakinleştirmek mümkün değildir. Galip’in özel bir okulda okuduğunu, idareden izin alamadıklarını bu yüzden yalnız geldiğini anlatır Muzaffer. Fakat tüm dil dökmelerine karşılık bir kez sarılamaz kızına.

Leyla yine bir gün gazete, kitap karıştırırken telefon rehberine rastlar. Orada amcasına ulaşmayı başarır. Telefonda kardeşini sorunca, yetiştirme yurdu lafı geçer. Galip’in sıklıkla adres değiştirdiğini, ona kendilerinin de ulaşamadığını söyler. Leyla amcasından da umudu keser. Henüz 13 yaşındaki küçük Leyla, bir yandan okuyor, bir yandan fabrikada çalışıyor, bir yandan kardeşini arıyordu. Bir ara annesinin hastalık haberini alır. Onu, Yedikule’de kocası Yavuz’dan bulaşmış veremle boğuşurken bulur. İki kardeşi daha olmuş, annesinin yorgun bakan gözlerinin feri sönmüştür. Artık hasta annesine yardıma gidiyor, komşuların yanında ona teyze demek zorunda kalıyor Leyla...

Bir gün Leyla’nın işyerine bir telefon gelir. Leyla’nın önce kulaklarında sonra yüreğinde patlayan cümle savrulur fabrikanın salonuna; “Kardeşin Galip gelmiş.” Oracıkta etrafındaki herkese sarılan Leyla, izin aldığı gibi otobüs durağına koşar. Mahallede düğün havası vardır. Meraklı gözler iki kardeşin yol ortasında buluşmasını izler. Heyecanla yutkunarak anlatıyor Leyla; “En son, eczacı halamın yanındaymış Galip. Ne olmuşsa ayrılmışlar. Babamın arkadaşları bizim adresi vermiş. Aynı gün gelip bizi bulmuş.” İki kardeş her saat el ele gezerek yılların özlemini gidermeye çalışırlar. Öyle ki divanda uyuyan Leyla’nın eli, yer yatağındaki Galip’in elinden sabaha dek ayrılmayacaktır. Önce iki kardeşin bu içli tablosunu görüp ağlayan evin kadınları, vakit kaybetmeden Galip’in yaşadıklarını öğrenmeye can atarlar. Duydukları inanılmazdır. O zengin konağın torunu Galip, 3 yaşından itibaren yetiştirme yurduna verilmiş, arada bir geri getirilip tekrar başka yurtlara gönderilmiş. 13 yaşında Çatalca’daki yurtta gördüğü baskı ve dayaktan kaçmış. Dört beş yıl sokakta yaşam mücadelesi vermiş. Ara ara babasını buluyor, annesini soruyor bilgi alamayınca tekrar zorlu hayatına dönüyormuş. Hayatta her şeyin yokluğuna bir çare bulunuyor da sevginin boşluğunu dolduracak hiçbir şey bulunamıyormuş.

Çok geçmeden Leyla, işyerinden bir arkadaşı ile evlenir. Yaşadığı her olayda duyguları ağır bassa da son sözünü mantığına söyletmiş bu mücadeleci kadın, eş seçiminde de aynısını yapmış ve yanılmamıştır. Yüzünde duru bir gülümsemeyle; “Hiç unutmam Meltem Hanım, 21 günlük evliyken eşim Galip’e bizde kalmasını teklif etti. O kabul etmese de ısrar etti. Hem de bana sormadan” diyor Leyla.

Bundan sonra, hiç ayrılmayan bu muhteşem abla ve kardeşin, yaşanan onca sınıf çatışmasına, kadın erkek çatışmasına, kültür çatışmasına meydan okuyan, sevgi ve emeğin gücüne inanan, hepimize örnek olan hayatlarında gülüşleri hiç solmasın...

İlgili haberler
Mutfak elemanı olarak girdiği atölyede parmakların...

Klima atölyesinde mutfakta çalışırken, pres makinesine geçirilen ve iki parmağını kaybeden Mevlüde....

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa: Kadınlar...

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun, şiddetle mücadele için kadınların elindeki en önemli yasal...

‘Artık yaşamım yalnızca kendime ait’

Ben o gün yaşamın ne olduğunu anladım… Ama boyun eğmedim. Çevremdeki işçi kadınların, Esenyalı Kadın...