Tek adam, çok azar, karın doyurmayan sayılar
Kadının çalışmasına, çocuğun okumasına, gencin var olmasına “izin” vermiştir işte, daha ne istenmektedir? İhtiyacın ve arzunun belirleyeni ve denetleyeni olmak zorunda olan ataerkil akıl böyle işler.

Modern kapitalist toplumda ataerkil ailenin birtakım yazısız işleyiş yasaları vardır. Genç yaşlı olana, kadın erkek olana, para kazanmayan kazanana, az kazanan çok kazanana tabidir. Dikey ilerleyen bu biat hiyerarşisinin sürdürülebilir olması için yatay boşluklar bırakılmıştır aile mimarisinde. Bu boşluklar bazen biriken gerilimin boşaltılması bazen de yukarıdan gelen tahakküm ile aşağıdan gelen talepler arasındaki çelişkilerin çatışma olmaksızın yönetilmesi işlevini görür. Bazı sorunlar, evin reisi görmeden, duymadan, en azından alenen bilmeden bu boşluklarda halledilir. Akşam baba gelmeden eve dönme sözünün verildiği ya da arzu edilen bir nesnenin reisten icazet almaksızın aile bütçesine atılan bir tırnakla satın alındığı bu göreli özerk alana müsamaha şarttır. Aslında reis de neler döndüğünü detayıyla bilmese de hiyerarşideki bu boşlukların varlığını bilir.

Ne var ki bazen talepler bu boşluklarda halledilemeyecek düzeye gelir. Kadın çalışmak ister, çocuk üniversite okumak, genç heteronormatif dayatmanın dışına çıkmak… İhtiyaçlar karşılanamayacak, arzular dizginlenemeyecek bir seviyeye ulaştığında ataerkil reis, iktidarına tehdit oluşturan bu ihtiyaçları ve arzuları kendi belirleyerek yeniden bir tahkimat hamlesine girişir. Kadın çalışabilir ama erkeksiz bir yerde, ev işlerini aksatmayacak saatlerde. Çocuk üniversite okuyabilir ama ailenin yaşadığı şehirde, reisin onay verdiği bir bölümde. Genç arzularını yaşayabilir ama kimsenin görmeyeceği gizli saklı kuytularda. Reis, bu örtük müzakerenin mutlak kazananı olmak için şiddetin psikolojik, ekonomik ve fiziksel tüm biçimlerini “gerektiği kadar” devreye sokar, egemenliğine yönelik tehdit büyümeye devam ettiği ölçüde de dozunu artırır.

Kadının çalışmasına, çocuğun okumasına, gencin var olmasına “izin” vermiştir işte, daha ne istenmektedir? İhtiyacın ve arzunun belirleyeni ve denetleyeni olmak zorunda olan ataerkil akıl böyle işler.

Kapitalist toplumda devletin karakteri de az çok böyledir. İşçi sınıfının örgütlü gücüyle sınırlanma düzeyine göre dozu değişebilir. Ama her koşulda kapitalist devlet ataerkil davranır. Siyasi erk, yani hükümet biçimi ne kadar tek bir elde merkezileşmişse bu davranış belirginleşir, keskinleşir ve kaçınılmaz olarak şiddetlenir.

İHYA VE İNŞA

Her birinde binlerce binanın yıkıldığı 11 ilde, on binlerce insanın resmi olarak öldüğü, on binlercesinin resmen ölme ayrıcalığına sahip olamadan kepçelerle moloz gibi kaldırıldığı bir sosyal felaket yaşıyoruz. İnsanlar çadır, yemek, su, tuvalet istiyor.

Olağan durumlarda halkın taleplerinin devletin reisiyle çatışmaya girmeden yatıştırıldığı yatay boşluklar siyasi egemenliği kurtarmaya yetmiyor. İhtiyaçlar, öfke ve gerilim; cemaatler, sivil toplum kuruluşu adı altında şeri hukukun işletildiği tarikatlar, parti kadın ve gençlik kolları aracılığıyla dağıtılacak iaşe, sadaka, bağış ya da itikat ve çilecilikle yönetebilir düzeyin katbekat üzerinde. Üstelik tüm bu yatay boşluklar, 20 yıllık bir birikim modelinin kaçınılmaz sonucu olarak, kâh ihalelerle kâh üç beş yerden maaşlarla kendi içlerinde hiyerarşisi olan iktidar alancıklarına dönüşmüş durumda. Bazen bir fotoğrafta reisin yanında en önden yer kapma rekabetinde poz veren, parçaların kendi içerisindeki çatışmaları, bütünün saltanatını yer yer depremden daha şiddetli sallıyor. Sermaye birikimi üzerinde şekillenen ataerkil hiyerarşi giderek daha sık aralıklarla ve süreklilikle yeniden tahkim edilmek zorunda.

Sahada faş olan sosyal felaketin sebebi yönetememe beceriksizliği değil. Tam da bu tarz-ı siyasetin yönetme biçimi. Bu hem bir tercih hem de bir zorunluluk. Yönetilecek olanlar, yönetme biçiminin sınırlarını zorladıkça, toplumsal hiyerarşinin tabanından yükselen seslere, taleplere ve hatta en temel ihtiyaçlara tahammül de azalıyor.

Kırda geçim kaynağı olan hayvanların, kentte biriktirdiği üç kuruşun başında canı pahasına nöbet tutmaya mahkûm bırakılmış insanların, yerleşim yerlerinden kilometrelerce uzaktaki AFAD çadırkentlerine gitmek istememesi ayağa dolanıyor.

En az 13 milyon insanın etkilendiği afet bölgesinde aç bırakılan insanların üzerine “Kızılay 2 buçuk milyon kişiye yemek dağıttı!” diye çemkirmek, milyonlu, milyarlı, katrilyonlu sayılar boca etmek bu sefer iktidarın ihtiyaç duyduğu hızda işe yaramıyor. İnsan bedeninin yaşamsal ihtiyaçları, yeniden bir rant ekonomisinin “ihya ve inşa” süreci için gereken süreyi zorluyor.

Sevdikleri enkaz altında can çekişirken gözlerinin önünde bankamatiklerin kurtarıldığını gören insanların Ziraat Bankası önündeki 10 bin lira kuyruklarında yükselen homurtusu çileden çıkarıcı desibellere yükseliyor.

Ve reisin yönetme davranışı giderek, belirginleşiyor, keskinleşiyor ve şiddetleniyor. Milyonlarca insanın gözü önünde, yokluğuyla on binlerce insanın katline sebep olmuş devlete sitem eden koskoca bir halkı azarlıyor:

“Terbiyesiz, ahlaksız, namussuz, adi!”

Sesinde zenginin kibri var. Yoksul olan tanır, tanımıştır; yoksulun kulağına “Nesini beğenmiyorsun? Daha ne istiyorsun?” diye fısıldayan, sadakayla, iaşeyle el uzatmışların sesindeki o kibir. “Sizin neye, nasıl, ne zaman ve ne kadar ihtiyaç duymanız gerektiğini ben bilirim!” diyen bir aile reisi tahammülsüzlüğü var sesinde. Dağıttığı zenginliğin asıl kaynağı olan emek gücünün sahiplerine duyulan korkuyla karışık bir sinir. Yıkılan binalarda yıkılan erkinin silüetini gören bir kahinlik.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Biz bunları şimdi konuşalım kız kardeşim!

Bize ‘Şimdi sırası değil’ diyenler o kabiliyete sahip olmayabilir ama biz kadınlar aynı anda pek çok...

Biz bugün ne yaşadık?

‘Son yirmi yıl içerisinde adım adım yürütülen tüm politikalar halkın üzerine çökerken her fay hattın...

Bir Cemaat, bir cumhurbaşkanı ve bir mutabakat

Hiranur Davası, Denizli'de “Kadın Emeği Türkiye’nin İstikbali” buluşması, 6'lı masanın Mutabakat Met...