Çocukluğuma tekabül eden, Türkiye siyasetinin en çalkantılı dönemlerinden olan 90’ların sonunda televizyonlara kara çarşaflı, türbanlı kadınlar çıkıyor, organik bağı olduğu cemaat ve tarikatlarda başından geçen korkunç olayları bir bir faş ediyordu. Bu dönemdeki ilk patlak, oldukça radikal bir İslam cemaati olan Aczmendi lideri Müslüm Gündüz’ün kendisini “iğfal” ettiğini söyleyen Fadime Şahin’in söylemleriyle başlamış, gözler bir anda cemaat ve tarikat içlerindeki işleyişlere, burada kadınların yaşadıklarına çevrilmiş, anlatılanlar toplumda büyük infial yaratmıştı. Ardından İsmailağa cemaatine mensup kara çarşaflı kadınlar dönemin programlarına çıkarak şahit oldukları korkunç sahneleri anlatıyor, çocukların “cin çıkarma” gerekçesiyle sırtlarına sopayla vurularak gördüğü işkenceler, kendilerinin “okuma üfleme” yollarıyla maruz kaldığı tacizler aktarılıyordu. Aradan geçen yıllarda, memleketin dört yanında pıtrak gibi yuvalanan tarikat gruplarının yurtlarında, kurslarında benzer türlü olaylar açığa çıktı. Ensar’da tecavüz, Süleymancılarda neredeyse her yıl gündem olan şiddet, çocuk istismarı, Aladağ yurt yangını, Antalya’da bir cemaat yurdunda boğazı kesilerek vahşice katledilen bir genç, cin çıkartılacağı gerekçesiyle sopayla hayatını kaybedene kadar dövülen kadın ve son olarak ardında cemaat yurdunda yaşadıklarını işaret eden bir intihar mektubu ve görüntüsü bırakan Enes Kara’nın ölümü… Elbette bu dönemde, sadece ülkenin belli yerlerinde çocuk ve kadınların başına gelenlerle değil, devlet içindeki yapılanması, devletle iş birliği ve iktidar savaşı ve hâlâ başkaca yapılanmalarla devlet içinde varlığını sürdüren bu tarikatlar gündem olmaya devam ediyor. Bu yüzden de çokça konuşmanın farz olduğu bir mesele haline geliyor memleket için tarikatlar.
Tarikat ve cemaat yapılanması içinde kadınların rolü de oldukça önemli. İlk olarak tarikatın önemli hizmetlerini gören, propagandasını mahallelerden yurtlara kadar yaparak kadın örgütlenmesini sağlayan, çocukları yol aldıkları tarikatın yolundaki hizmete yetiştiren, yeniden üretimdeki rolü nedeniyle de tarikata yeni öğrenciler sağlayanlar, fikrin aileye de iç edilmesinin araçları oluyor kadınlar. Öte yandan, bir de tarikat içinde tüm baskı ve yasakları en dolaysız şekilde yaşayan, eşitsiz koşulları sevap sayan anlayışla, istese de istemese de o kurallara riayet eden bireyler halini alıyorlar. Bir yandan geleneksel olarak, aile aracılığıyla, bir yandan da mahalledeki sohbetlerle ya da yoksul ailelerin kızlarının cüzi miktarlarla cemaat yurtlarına giderek buradaki kurallara uyarak ve fikri olarak da dönüşerek cemaat ve tarikatlara kazanılan kadınlar oluyor. Evlilik yoluyla kazanılan kadınların da olduğunu biliyoruz. Örneğin, kocası Süleymancı olan bir kadın, kendinin de artık girdiği aile ve toplum içinde kabul görmesi, dışlanmaması için tarikata dâhil olmayı seçtiğini anlatıyor ya da bir başka kadın yaşamı boyunca herhangi bir tarikata bağlı olmamasına rağmen erkeğe itaat etmemenin günah olduğu dayatmasıyla, kocasının mensup olduğu tarikata katılmaya mecbur bırakıldığını söylüyor.
Bugüne dek kadınlar ve tarikat ilişkilerine dair yapılan görüşmelere dayalı pek çok araştırma ve haberlerde benzer sonuçlar çıkıyor karşımıza. Bu sonuçları farklı kaynaklardan ve görüşmelerimizden, kadınların söylemleriyle ele alacağız.
SÜLEYMANCILAR ÖZNELİNDE KADINLAR
Eğitim Politikası Uzmanı Prof. Dr. Esergül Balcı’nın 2018’de hazırladığı rapora göre, Türkiye’de 2,6 milyondan fazla kişinin bir tarikat ya da cemaatle organik bağı bulunuyor. Bir tarikat ya da cemaatin mensubu olduğunu ifade edenlerin yüzde 9’u, “ılımlı İslam” tabirini reddediyor ve İslam’ın özünün ‘cihat’ olduğuna inanıyor. Balcı’nın saha çalışmasına göre, Türkiye’de belli başlı 30 tarikat ve onlara bağlı 400 kol bulunuyor. Sadece İstanbul’da açıktan faaliyet yürüten tekke sayısı 445. Siirt, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Hakkâri, Şırnak, Ağrı, Muş, Bitlis, Gaziantep ve Şanlıurfa’da ise cemaat ve tarikatlara ait 800’ün üzerinde faal medrese bulunuyor. Araştırmada ayrıca, İstanbul’da “apartman medresesi” olarak kullanılan yer sayısının bilinmediği belirtiliyor. Bu tarikat ve cemaatlere bağlı kadınların oranına dair ise net bir veri yok.
Türkiye’de en çok müridi bulunan tarikatların başını Nakşibendiler, Nurcular, Kadiriler ve Mevleviler, Rufailer çekiyor. Onlar da içlerinde kollara ayrılıyor. Nakşibendi tarikatında adına en çok rastladığımız cemaat ve kollar ise; Menzilciler, Süleymancılar, İsmailağa cemaati, İskenderpaşa cemaati, Erenköy cemaati… Nurcular içindeyse, Gülen cemaati, Okuyucular, Yazıcılar, İlim Yayma Cemiyeti, Işıkçılar, Yeni Asyacılar, Aczmendiler ve dahası yer alıyor. Nakşibendi tarikatına mensup olan İsmailağa ve Süleymancılar çok daha radikal ve İslâmiyet’e getirilen yeni yorumlara ve reformist görüşlere karşı duruşları ile biliniyor. Nurcuları da “yumuşak” buluyorlar. İsmailağacı kadınları daha çok kara çarşaflarıyla, erkekleri ise cübbe ve sarıkla tanımak mümkün. Diğer pek çok tarikat mensubu ise toplum içinde daha görünmez. Süleymancılar dikkat çekmemeyi tercih ediyor. Hatta İsmailağa mensuplarını şekilci buluyorlar. Kara çarşafın farz olduğunu düşünüyor, ancak yolda yürürken çarşaflı kadının çok dikkat çektiği gerekçesiyle kullanmayı tercih etmiyorlar. Süleymancı kadınları anlamanın tek farkı başörtülerini takma biçimleri. Türbanlarını, önden iğne görünmeyecek bir biçimde bağlayan kadınların renkli giymesine yasak yok, ancak vücudu belli edecek pantolonlar yasak. Öyle ki kadınların gece yatarken bile, pijama giymeme yönünde bir itikadı var. Böyle bir giysiyle yatarken ölürlerse, ahirette erkek olarak sorgulanacaklarına inanıyorlar. Bu sebeple de pijama değil, etek tarzında geceliklerle uyuyorlar. Süleymancılar daha çok toplumdan izole biçimde yaşıyor. Kız çocuklarının lise ve sonrasında okumaları yasak. Ancak dört sene boyunca medrese tarzı dediğimiz dinî eğitim alabiliyorlar ve sonrasında da ‘hoca’ olabiliyorlar. Çokça katı kuralları var Süleymancıların. Süleymancılardan kopan ancak ailesi hâlâ Süleymancı olan bir kadınla görüşmelerimizden Süleymancıların yaşamlarında buz dağının derinliklerine yol alıyoruz… Örneğin, Süleymancı erkeklerin kot pantolon giymesi yasak, badem bıyığı tercih ediyorlar, kumaş pantolon ve gömleği içine sokarak, genelde mavi sarık takıyorlar kafalarına, ancak bu sarığı günlük hayatlarında dikkat çekmemek için sık giymiyorlar. Türkiye’de 2 milyona yakın Süleymancı olduğu iddia ediliyor, genelde eğitim kurumları, yurtlar ve kurslar, yayımlanan yayınlar, müritlerden tarikata toplanan yardımlar finansı sağlıyor, Avrupa’da özellikle de Almanya’da çok sayıda müritleri ve merkezlerinin olduğu bilinen Süleymancılar buradan da finans sağlıyor. Siyasi anlamda AKP ile uyuşmadıklarını söylüyorlar, öyle ki son seçimde İyi Parti’ye oy verme çağrısı yapmışlardı. Burada söz konusu olan elbet çıkar çatışması. Teslimiyetçilik ve itaat hâkim, sorgulama büyük günah sayılıyor. “Abi” dedikleri, liderlerinin sözü onlar için bir kural. Kuralları Nurculara göre çok daha katı. Rabıta almak cemaat için oldukça mühim. Mahallelerde Kuran sohbetlerini organize etme işi hoca olan kadınların görevi. Buralarda dinî sohbet ve Kuran okuması yapılıyor kadın gruplarıyla. Hoca kadınlarla, Süleymancı kadınlar ve Baş hocalar arasında bir hiyerarşi var. Kadınların bu buluşmalarda siyaset konuşmasına karşı geliniyor. Ancak Süleymancılarla ilgili çıkan haberler sohbet konusu olabiliyor. Süleymancı yurtlarındaki istismar olaylarının bu buluşmalarda kadınlar tarafından sorulduğu, hoca kadınların ise “Böyle bir şey asla olmadı, bu Süleymancılara kurulan bir kumpas, bunu size soranlara da böyle söyleyin” yanıtını verdiğini öğreniyoruz. Aladağ yurt yangınında da hayatını kaybeden çocukların ‘şehit’ olduğunu, oradaki hocaların çocukları kurtarmak için ellerinden geleni yaptıklarını telkin ediyorlar. Kadınların sohbetleri gündüz ve evlerde oluyor. Erkeklerinki ise akşamları yurtlarda oluyor. Hatim gruplarında sohbet olmayacağı zaman siyaset konuşuyor erkekler. Ancak tam olarak neyi nasıl tartıştıklarını öğrenemiyoruz. Yalnızca AKP ile aralarının oldukça bozuk olduğunu, bunun temel sebebinin de yurt açma konusunda diğer tarikatlara ‘daha çok yol verilmesi’ olduğunu öğreniyoruz. Cemaat; ismini “üstat” olarak tanımladıkları Süleyman Hilmi Tunahan’dan alıyor. Tunahan’ın yolundan gittikleri için sadece kendilerinin doğru yolda olduğunu düşünüyorlar. Cemaatten olmayanlarla arkadaşlık kurma eğilimleri yok. Cemaatten olmayanları ‘ziyanda’ görüyor ve Nurcuları da çok günahkâr buluyorlar. Kadınlar evlenene kadar yurtta kalıyor, evlendikten sonra ekonomik sorumlulukları kocalarına geçtiği için, yurtta ücretli çalışmak yerine gönüllü sohbetler düzenlemeyi tercih ediyorlar. Süleymancıların çocuklara gösterdikleri en büyük baskı eğitim konusunda, lise okumak, eğitimine devam etmek gibi bir seçenekleri olmuyor kız çocuklarının. Zaten çocuklar küçüklükten itibaren “yurda gideceksin” dayatması yaşıyor ve tek doğru olarak bunu gördükleri için de rızaları böyle inşa ediliyor. Süleymancıların yurdunda kalarak din eğitimine devam edebiliyor kadınlar, ancak burada büyük baskılar söz konusu. Kadınların tek başlarına yurttan çıkmaları yasak, odalarda dahi başörtüsü ile gezmek zorunlu ve telefonlara da el konuluyor. Ayda iki defa ancak bir akrabaları ile çıkabiliyorlar dışarı. Erkek yurtlarında ise telefonlar alınmıyor, tek başlarına dışarı çıkabiliyorlar. Görüşmecimiz “Maddi imkânı olmayanlar için bu yurtlar cezbedici bir seçenek, çünkü oldukça ucuz oluyorlar. Bu yüzden de cemaate mensup olmayanlar da bu yurtları tercih etmek zorunda kalıyor” diyor.
Hiyerarşik baskı düzenine de tepki gösteriyor: “Kız yurdunun idarecisi oluyor, erkek yurdunun idarecisi oluyor. Böyle bir kast sistemi gibi olduğunu düşünüyorum. İdarecinin karısı baş hoca olabiliyor ancak. Kocası yurtta hoca değilse bir kadın rabıtalı olsa bile baş hoca olamıyor. O yurtların idarecileri karar veriyor neyin doğru neyin yanlış olduğuna. Yurdun yöneticisi de ‘abi’ oluyor. Yurdun abisi karşısında bacaklarını açarak oturmak yasak. Eğer ki bir kadın bunu yaparsa asla hoca olamıyor.” Yani hayatlarındaki tek çalışma imkânı da en ufak hatada ellerinden alınabiliyor.
Yurt personeli, kızını liseye gönderirse yurttan atılıyor. Kızı üniversiteye giden Süleymancı bir kadın, sosyal yaşantıda sürekli, “yeterince iyi anne olamamakla, kızına yeterince iyi eğitim verememekle” suçlanıyor.
Müritlerin cemaatlerine teslimiyetçi ve sorgulamasız bir inançla bağlı olduklarını söyleyen görüşmecimiz, “Yurtta istismara uğrasam asla bunu açığa çıkarmaz, ailem ve cemaate laf gelmesin diye bunu gizlerler” diye ekliyor.
Düğünlerin çalgılı olması da çok büyük günah sayılıyor. Düğünler sohbetli oluyor. Genel anlamda müzik dinlemek günah kabul ediliyor. Hayatında hiçbir zaman müzik dinlememiş, şarkı söylememiş kadınlardan bahsediyoruz.
Son olarak ailesi Süleymancı olan çocukların başka çıkış yolu bulamadıklarını aktarıyor, aldıkları yoğun dinî eğitim sonrasında da inanarak katı Süleymancılara dönüştüğünü söylüyor: “Kız çocukları bir yerden sonra artık başka bir seçenek olmadığını da bildikleri için kendilerini de ikna ediyor. Zaten hayatlarında başka bir yaşamın varlığını da göremiyorlar. Günah ve cehennemle korkutuluyorlar.”
ILIMLILAR, REFORMİSTLER, RADİKALLER...
2015’te İstanbul’da yaşayan farklı dinî gruplara (İsmailağa cemaati, Menzil tarikatı, Rufai tarikatı, Süleyman Efendi cemaati, Gülen cemaati) mensup 50 kadın ile yaptığı görüşmede, kadınların dinî gruplara yönelme, katılma ve bağlanma nedenlerini inceleyen Fatma Baynal, aldığı cevaplar neticesinde, pek çok farklı etken ve gerekçe sunuyor. Psikoloji ve dinî etkenler ekseninde; tarikatlara yönelimi için tek başına bir zorunluluk değil; bir tercih, hidayete varma arzusu, İslamiyet’i yayma, Allah yolunu bulmak için bir rehberin varlığına ihtiyaç duyma hali, girilen ağır psikolojik bunalımlardan çıkmanın ruhani yolu, sosyal yaşantılarını tarikatlardaki kadınlar içinde var ederek “dışarı” çıkma talebinin de zeminini oluşturduğu pek çok gerekçe görülüyor.
Menzilci bir kadın, çocuğunu kaybettiğini, psikolojisinin bozulduğunu, mutsuzluk derdine deva bulmak için dine ve Menzil’e yöneldiğini aktarıyor. İsmailağa cemaatine mensup bir kadın da aile içinde yaşadığı sorunların psikolojik rahatsızlıklara neden olduğunu belirterek Mevla’ya yaklaşma isteği ile bu yola girdiğini aktarıyor. Psikolojik arayışlar, hayatın amacını, kendi varlığının vasfını sorgulamaları kadınların arayışa girdiklerini gösteriyor. Psikolojik etkenlerin yanı sıra, manevi nedenler sonucunda dinî bilgi edinme isteği yoluyla da mürşit arayışına girdiğini belirtiyor kadınlar, “İslam’ı güzel yaşamak, hakkıyla yaşamak istiyordum hep. Tesettüründen tutun da evdeki çocuklara bakış açım, insanlara bakış açım, hep zayıf hissediyordum kendimi. Sonrasında gittiğim yerde ‘bağlansan daha zevk alırsın’ dendi.” (Menzilci)
Baynal’ın araştırması, aile, arkadaşlar, hocaların yönlendirmesi ile birlikte dinî gruba bağlı yurt ve dershaneler, boş zamanı değerlendirme ile medya etkisi, sosyal nedenlerden. Bu sosyal nedenler, dinî gruba yönelmede ağırlıklı etken görülüyor. “Yaz döneminde mahallemizde ablamız vardı. Onu örnek almıştım. Yaz tatillerinde gideriz ya Kur’an okumaya. ‘İlkokulu bitirdiğin zaman, seni medreseye götürürüz’ diyordu. Onun da vesilesi oldu tabi…” (İsmailağa)
Üniversiteye hazırlık dershanelerinin ve üniversite ortamlarının, dinî grubu tanımada ve dinî gruba katılmada etkisi olduğu da araştırmadaki mülakatlarda görülüyor. “Miraç Kandili sohbeti vardı, yurt bayağı kalabalıktı… Ben o anki manevî havadan sohbetlerden, okunan Kur’an’dan o kadar etkilendim ki, benim gerçekten cemaate o adımı atmış olmam o gün.” (Süleymancı)
Kadınlar, dinî grupların sosyal açıdan sağladığı faydalar nedeniyle de bağlı olduğunu ifade eden açıklamalarda bulunuyor. Örneğin, evde boş boş oturduğunu ifade eden bir kadın, zaman geçsin diyerek Menzilcilere dâhil olduğunu, Süleymancı bir kadın ise, evlendikten sonra yeni taşındığı yerde kimsesi olmadığını, hatim grupları ile sosyalleştiğini aktarıyor.
Kadınların, tıpkı tarikat mensubu diğer bireyler gibi öteki tarikatlara de eleştirileri var. Eleştiride bulunanlar kendileri dışındaki tarikatları manadan yoksun ve şekilci olarak görüyor. İsmailağacı bir kadın Nurcuları eleştiriyor; “İslâm’ı biraz daha tavizkar gördüm. Light gördüm, yumuşak. Kur’an-ı Kerim’den önce Risale-i Nur’u açmaları beni rahatsız etti.”
Nurcu bir kadın ise, İsmailağacıları çok sert ve umutsuz bulduğunu ifade ediyor: “Bir defasında teyzemle Mahmut Efendi Cemaatinin sohbetine de gitmiştim. Ama o kadar sertler ki oradan çıkınca kendimi, ‘hiçbir ümidim yok, günahkârım ben, zaten hiçbir kurtuluşum yok, bu zamanda imkânsız’ olarak gördüm. Daha şefkatli daha ümitvar Nur Cemaati geldi.”
Nurculara dönük asıl eleştiri genelde Kur’an-ı Kerim yerine risalelerin okunması. Rufaî Grubu’nun ise tesettüre dair yorumları, İsmailağacıların şekilci oluşu. Menzil tarikatının ilmihal bilgilerinin dışında çok fazla bir eğitim yönünün olmadığı için eleştirdikleri görülüyor araştırmada. Süleyman Efendi cemaatine bağlı kadınların başörtüsü örtme biçimleri de yapılan eleştiriler arasında. Tüm bunlar kadınların tercihlerini etkileyen faktörlerden oluyor. Bir de büyük korkuları var: Kadınlar psikolojilerinin en çok sohbetlerde düzeldiğini aktarırken, cemaatten ayrılırlarsa boşluğa düşeceklerini, dünya kaygılarını çok fazla düşüneceklerini, bu nedenle huzursuz olacaklarını; daha iyi anne, daha iyi eş olma konusunda yenilendiklerini, öfkelerini de buradaki sohbetlerle yendiklerini aktarıyorlar. Mürşidinden ayrılırsa, günaha batacaklarını, şeytan olacaklarını, “çok şey kaybedeceklerini” maneviyatlarının azalacağını, hatta cehennem çukurlarını boylayacaklarını düşünenler bile var.
TARİKATLARDAN UZAKLAŞAMAMAK: YOKSULLUK VE DIŞLANMA…
Öte yandan tarikatlardan kopan özellikle genç kadınların Yalnız Değilsin Platformu’na yazdığı kimi ayrıntılar da pek çok veri sunuyor eğilimlerin nedenleri açısından.
Ortaokuldayken annesiyle birlikte Nakşibendi cemaatinin sohbetlerine gitmeye başlayan bir genç kadın, 14 yaşındayken açık olduğunu ancak oraya giderken saygı nedeniyle kapandığını söylüyor: “O sohbetleri seviyordum çünkü bizimle konuşan kadın çok tatlı bir kadındı. Aslında kimse bana kapan demiyordu ama kuzenim açıktı, üniversitedeydi ve biraz serkeş bir hayatı vardı. Bütün aile onu namussuz olarak görüyordu; dayımın kızıydı ve babaannemler kuzenimin adının bile anılmasını istemiyordu. Ayrıca bize gelmesini de hoş karşılamıyorlardı.”
Tarikat kadınlara yaşam biçimlerine dair açıktan zorlama yapmıyor gibi göründüğü halde, kadınların “aralarında” kabul görmesi için de rıza inşa ettiği görülüyor.
Cemaat yurtlarında kalan kadınların ekonomik koşulları el vermediği için yaşam biçimini tarikatlara uygun biçimde gerçekleştirmesi örnekleri de sık rastladıklarımızdan oluyor: “Başörtümü kaldığım bu cemaat evinde çıkarırsam beni atarlar ve kalacak diğer bir yerim, kiraları karşılayacak kadar param yok.”
“Yurda girerken tüm teknolojik aletler teslim edilir, eteksiz, tülbentsiz dolaşılmazdı yurdun sınırları içerisinde. Benden onlarcası var zannettim. Başını örtmek istemeyen asi kadınlar çetesi kurma düşlerim her bir kadını tanımaya başlamamla yerle bir oldu. Hemen hemen hepsi ailesi cemaate derinden bağlı olan, benden daha küçük yaşta kapanmış, erkeklerin adını ağızlarına almayan genç kızlardı. Yalnızdım. Dört yıl farklı bir kimlik altında, yüzümde maskemle gördüklerimi taklit etmeye başladım.”
“Aşırı dindar, tarikatlı bir ailede yaşıyorum. Çocukluğumdan beri hep din adı altında büyüdüm, daima bir gün kapatılacağım bilinci ile büyüdüm.”
“22 yaşında tekrar kapandım çünkü hep suçlu hissettim, küçüklükten bu yana empoze edilen ve okurken kaldığım tarikat yurdunda öğretilenler beynimi rahat bırakmadı. Bedenim özgür olsa da beynimi kiraya vermiştim sanki.”
Gazeteci Filiz Gazi’nin tarikat mensubu yaptığı görüşmeler de önemli bir veri sunuyor kadınların tarikatlara yönelimi açısından, buradaki görüşmeci kadınlardan birinin tarikata yönelme yorumu şöyle:
“Hem yeni arkadaş ortamları hem de başka semtleri görebilme şansı. Birçok kadın yaşadığı muhitten ancak bu sayede çıkıyor. Hem kocaları da izin veriyor. Cemaatler kadınların statü alabildiği, toplum tarafından hesabının sorulmadığı, takdir edildiği alanlar. Saygınlık elde etme yeri orası. Bir anne çok hızlı bir şekilde kız çocuğunun Kuran kursuna gitmesini istiyor. Çünkü bu annenin takdir edilmesine neden olur. Kısa yoldan elde edebileceği bir statü sağlıyor. Bir gururlanma hali oluyor. Benim böyle oldu.”
SONUÇ YERİNE
Görülüyor ki ilişkinin böyle toplumsal ve doğal yollardan kurulması kısa sürede kadınlar ve çocuklar açısından da bağlanmayı kolaylaştıran bir etken oluyor. Kadınların pek çok farklı ihtiyaç ve taleple ya da zorunlulukla tarikatlara yöneldiği örneklerini görsek de asıl olanın, toplumsal yaşamın tüm veçheleri ve dayattıkları normlarla “din-iman” çemberi içinde kadınların “makbul kadın” olmaya daha çok yönelmesinin bizzat sistemin ta kendisi tarafından inşa edildiği bir sonucun göstergeleri bunlar. Bugün “kutsal aile” kapitalizmin mabedi, tarikatların ve tarikatlara tüm olanakları sağlayan iktidarın da bu kutsal aileyi kadınlığın hegemonik erkin menfaati doğrultusunda inşa ettiği, şekil verdiği, kadınlık hali ve bedenin denetlenmesi yolunun tarikatlar aracılığıyla sağlandığı görülüyor. Çünkü tarikat ve cemaat ilişkileri hem aile düzeni hem de kadınların kararları üzerinde son derece etkili: Siyasette durduğu yerden kaç çocuk doğuracağına, ne zaman türban takacağına kadar… Yeni dâhil oldukları farklı sosyokültürel ortamlarda çelişkiler yaşayıp, kendi muhafazakâr dünyalarının dışında başka gerçeklikle karşılan kadınların cemaatten uzaklaşmaları da bir başka gösterge. Ancak cemaat mensubu kadınların daha çok “kendilerine benzeyen” kadınlarla arkadaşlık kurmayı tercih etmesi de bir gerçek. Öte yandan şeriatı savunan politik örgütlenmelerin bir unsuru olarak kadınlar bu yolda önemli bir araç da. Din, iktidarların ülkeyi yönetmesinin, egemen siyasetin bir aracı; bazen toplumu ikna etmenin, bazen başkaldıranları hizaya getirmenin, iktidarın halk yığınları üstündeki egemenliğini meşrulaştırmanın silahı. Tarih boyunca böyleydi. Bugün de yoksul ve inançlı kitleler, din uğruna egemenlerin yağma ve sömürü düzeninin taşıyıcıları haline geliyor. Tarikatlar da egemen olanın sağladığı avantaj ve açtığı yollarla varlığını sürdürerek bu sömürü sisteminin temel örgütleyicileri haline geliyor. Bir yandan devletin gideceği yöne karar verirken, aynı zamanda devlet de tarikatların ne yapacağına ilişkin bir yol açıyor.
AKP iktidarı da tarikat ve cemaatlerin devlet yönetiminde pay ve söz sahibi olduğu bir yol izledi bugüne dek hep. Bu ‘alışveriş’ altında, olan da kadın ve çocuklara oluyor. Hükümet ve tarikatlar tam bir işbirliği içinde, gençliği, çocukları ve kadınları dinci-gerici düşünceler temelinde ‘eğitip’, düzene bağlı “muhafazakârlar” olarak yetiştirmenin fırsatlarını yaratıyor. Devletin el çektiği öğrenci yurdu yapma gibi hizmetleri tarikat sermayesi üstleniyor. Bizzat devlet eliyle hibe edilen bu yurtlarda böyle yaşamak istemeyen genç yoksul kadınlar büyük baskı ve çaresizlik yaşıyor. Eğitim, sağlık, nakliye, ticaret, inşaat ve taşımacılık gibi sektörlerin başını tutar hale gelen tarikatlar, ordu, bürokrasi, yargı, emniyet, üniversite ve medyada önemli görevlerde üsleniyor ve tarikatın yanında hiza alan bazı kişiler için neredeyse bir sınıf atlama rampasına dönüşüyor. Tarikatlar, kadınları ‘dinen makbul’ sınırlar içine hapsetmeye çalışarak nefes alma alanlarını daraltırken, iktidara da bu yönde bir ‘taban’ baskısı yapıyor. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin temeli de, nafaka hakkının gaspı da bu gerçeklik üzerine kurulmuştur. Hatırlayalım; İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ardından, tarikatların sesleri yükselmiş, sırada 6284, nafaka hakkı, medeni hukuk, çocuk yaşta evliliğe af gibi düzenlemelerin olduğu belirtilmişti. Sadece kendi tarikatına mensup kadınları değil, tüm toplumu tarikat yoluna, görüşüne, yaşam biçimine hapsetme, hizaya çekme çalışmasının daha da cesaretlendiği bir 20 yıl oldu AKP dönemi. Bu yüzden bugün tarikatların kapatılmasını talep etmek doğal olarak iktidarın değişmesini de istemek anlamına geliyor; çünkü iktidar bir başı oluştururken, gövdeyi de bu tarikatlar oluşturuyor. Ülkenin, özellikle de kadınların geleceği tarikat ve cemaatlerin katı sosyal anlayışlarına mahkûm edilirken; kadınlar lehine bütün çağdaş gelişme ve düzenlemelerin ihanet damgasıyla itibarsızlaştırılmasına tanık oluyoruz.
KAYNAKLAR
Fatma Baynal / Kadınların Dinî Gruplara Yönelme, Katılma ve Bağlanma Nedenleri
https://yalnizyurumeyeceksin.com/2019/02/20/ozgurlugu-icin-savasan-bir-tiyatrocu-olacagim/
https://yalnizyurumeyeceksin.com/2018/09/14/is-buldugum-ve-para-kazanabilmeye-basladigim-gun-basortumu-cikaracagim/
https://www.gazeteduvar.com.tr/kadin/2020/06/19/tarikatte-kadin-ruyalarla-mertebe-atliyorduk
https://ekmekvegul.net/dergi/tarikat-cemaat-akp-ve-gelecegimiz
https://ekmekvegul.net/gundem/gul-gibi-yuvalanan-tarikatlar-cemaatler
https://www.evrensel.net/haber/451644/iktidarin-gayri-resmi-ortaklari-tarikatlar
Işıldar, L. (2012). Tasavvuf ve Kadın, Halveti Uşşâki Topluluğu Üzerine Psikolojik Bir İnceleme. Yüksek Lisans Tezi. Çorum: Hitit Üniversitesi, SBE
Fotoğraf: Unsplash
İlgili haberler
Tarikatların gölgesinde kadınlar…
Tarikat ve cemaat yapılanmaları kadınlara nasıl ulaşıyor? Tarikat yapılanmaları kadınlar için neden...
Tarikat kıskacı genç kadınlara hayatı zehrediyor
Tarikat yurtlarında kalan ya da aileleri tarikat ile ilişkili olan genç kadınlar yaşadıkları baskıla...
‘Gül gibi yuvalanan’ tarikatlar, cemaatler
Tarikat ve cemaatlerin at koşturduğu bir toplumsal ekonomik düzen, kadınlar ve kız çocukları… Sevda...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.