İstanbul sözleşmesine saldırılar: Kadına şiddet mübah, erkeğe mahkûmiyet mübrem!
Sözleşmenin yok edilmesi demek Türkiye’nin kadına yönelik şiddete karşı tüm yükümlülüklerinden kurtulması anlamına gelecek

İstanbul Sözleşmesinin kötülüklerini saymakla bitiremediler cidden. Ne sözleşmeymiş arkadaş diyorum okudukça, gördükçe. Sadece siyasal iktidarla, onun yandaşlarıyla sınırlı olmadığını biliyorduk sözleşme düşmanlarının, bu hafta Milli Gazete bu meseleye baş koyduğunu ilan eden yayınları ile bunu kanıtlamış oldu.  

Gazete haberleri, köşe yazıları sözleşmenin aileleri nasıl perişan ettiğini ve aile düşmanı olduğunu anlatıyor, bu topluma nasıl zarar verdiğini izah etmeye çalışıyor. Kadınlarda yıllar içerisinde evlilik yaşının yükselmiş olması İstanbul Sözleşmesinin topluma yaptığı kötülüklerin bir örneği olarak sunuluyor mesela.

Kadınlarda evlenme yaşı biraz yükselmiş diye üzülen bir zihniyet işte karşımızdaki. Kadınların çocuk yaşta evlenebileceklerini savunanlar, o cezaevindeki adamları çıkarmak için çabalayanlar işte tam da bu zihniyetin sahibi. İstanbul Sözleşmesi karşıtlarının nasıl olduklarını, ne düşündüklerini anlamak için iyi bir örnek diye düşünüyorum bu saydığımın.

“Aile kurumuna saldırıyor” deyip duruyorlar, en temel argüman bu. İstanbul Sözleşmesi neden kötü çünkü aile yapımıza zarar veriyor. Yalnız Milli Gazete öyle bir özetlemiş ki, yani kadına yönelik şiddetin temelleri olarak saydığımız her şeyi savunmuş. Namus cinayetleri tanımlamasını dine saldırı, toplumsal cinsiyet kavramını kadın erkek düşmanlığı olarak okumuş ve arkasından “sadece kadınlar öldürülmüyor ki herkes şiddete uğruyor” diyerek kadına yönelik şiddet demekten imtina eden dili ile işte kadınlar bu yüzden şiddete uğruyor dememize bile gerek bırakmayan bir tablo çizmiş.

Çok ilginç bir yandan çünkü yazılarda kadına yönelik şiddet artıyor gibi bir tespit de var. Yani kabul etmek durumunda olunan kocaman bir gerçek var ortada. Ama buna ilişkin önlemler alma, yükümlülükler getirme üzerinden hazırlanmış olan bir uluslararası sözleşmenin fenalıkları anlatılıyor. Büyük çelişki, epey büyük hem de açıklanması çok zor.

Temelde tabii anlıyoruz denilmek isteneni, kadından erkekle eşit haklara sahip bireyler olarak söz eden, annelik dışında değerler atfeden, kadınların hayatını kurtarmak için devletlere sorumluluklar biçen, toplumsal hayatın her alanında eşitliği sağlamadığınız sürece şiddet devam eder diyen bu sözleşme ile ilgili derdin ne olduğunu.

Tam da sözleşmede yazılanı yaşamıyor muyuz hep birlikte? Kadınlara “eşit değilsiniz” denildiğinden, fıtrat, üç çocuk, annelik, ev içinde bir hayat, eğitimsizlik, erken evlenme, boşanmanın zorlanması, nafakanın sınırlandırılması sözleri ve uygulamaları hayatlarımızın dört bir yanı kuşattığından şiddet devam ediyor. Hatta şiddet olarak kalmıyor, cinayetlere dönüşüyor.

Eşitliğin yasa yerine geçen bir sözleşmede yer almasına bu tahammülsüzlük. Kadınların bir erkeğe mahkûm olmaksızın bir hayat sürdürebilme ihtimaline katlanamamak sonra. Kadınlar sonsuza kadar yaşadığına razı olsun, aman ha boşanmasın, şiddet de sürerse sürsün bakış açısı.

Yoksa düşünsenize neden kadınların erkenden evlenmesini, ailelerin zinhar hiçbir koşulda dağılmamasını, her kadının evli çocuklu olmasını istiyorlar ki?

Üstelik İstanbul Sözleşmesi bunları da söylemiyor zaten. Kadınlar hiç evlenmesin, erkekler berbat canlılardır onlardan uzak durun falan gibi maddeleri de yok elbette. Zaten sözleşmenin kötülüklerine ilişkin de ancak yukarıda belirtmiş olduğum örnekleri verebiliyorlar. O kadar yani başka bir şey yok.

O yüzden mesele eşitlik. O yüzden kadınlar eşit olduklarını düşünmesinler, erkeğin bir parçası olarak, ailenin dişi kuşu olarak var olsun istiyorlar.

Peki işler yolunda gitmediğinde ne yapacağız? O dağılmayacak dediğiniz ailede eziyetin bin bir türlüsünü çekiyorsa kadın ne yapacak? Erkekleri “kadınlara biraz şefkat gösterin, yazıktır kıymayın onlara” diye eğiterek mi çözülecek sorun. Zira kadınların şiddete uğradığı, bunun bir sorun olduğu kabul edilmiş durumda yazıların tamamında.

Sorun hayatın her alanında var olan eşitsizlik işte. O yüzden buradan çıkarmak istiyorlar meseleyi. Bütün bir toplumsal yapı böyle kurulduğu, hayatın her alanı kadınla erkek eşit değildir, bir kadın şunu yapar bunu yapamaz kodları ile örüldüğü için her yeni günde şiddet kadınların hayatında.

Şimdi bu sözleşmeye ilişkin lobi faaliyetleri yürütenler, “Türkiye imzasını çeksin” diyenler, “ülkenin başına türlü felaket getiriyor” diyenler içinde bulunduğumuz muhafazakar ortamdan da güç alarak bıkmadan usanmadan konuşuyorlar.

Kadınların öldürüldüğü, şiddettin hayatın ta kendisi olduğu bu ülkede bunu isteyenler daha çok kadının canının yanmasına neden olacak kadar tehlikeli bir iş yapıyorlar. Sözleşmenin yok edilmesi demek Türkiye’nin kadına yönelik şiddete karşı tüm yükümlülüklerinden kurtulması anlamına gelecek tek bir cümle ile özetlersek. Şu halimize bakıp bir de sözleşmeden imza çekilirse ne olur diye düşünelim hep birlikte.

Bitirirken başa dönmekte bir sıkıntı görmüyorum. Kadınların evlenme yaşı yükseldi diye üzülenler işte bu sözleşme düşmanları. Kız çocuklarının evlenebileceğini düşünenlerle aynı kişiler, aynı siyasetler.

“İstanbul Sözleşmesine dokunamazsınız” demenin bütün bu toplamla bir ilgisi var. Kadınlar ve çocukların hepimizin hayatları ve gelecekleri için…


İlgili haberler
‘Gamze Pala’nın ölümünden, İstanbul Sözleşmesini u...

İnsan Hakları Derneği Rize Şubesi, öldürülen Gamze Pala için açıklama yaptı: ‘Gamze Pala’nın ölümünd...

‘İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkılıyor, kadına şi...

‘Aile birliğini bozduğunu’, ‘boşanmaları artırdığı’ gibi temelsiz iddialarla İstanbul Sözleşmesinin...

Diyanet, eşcinsellik, darbe, aile vd...

Yükselen kadın düşmanı, homofobik, ırkçı ve sermaye dostu hareket, ‘aileyi ve çocukları dinsizliğe,...