Esenyalı'da işçi kadın buluşması: 'Bantın bir ucundan öbür ucuna yayılır cümlelerimiz...'
Kimi yemeğini yaptı, kimi etrafı temizledi, kimi çocukların bakımını ayarlayıp koşa koşa yetişti: Esenyalı Kadın Dayanışma Derneğinde işçi kadınlar sofranın etrafında buluştu.

“Kızlar, akşam yemeğine dernekteyiz.”

“Ben çorbayı yaparım.”  

“Pirincimi kapıp geliyorum, pilav tenceresini almayı unutmayın üst komşudan.”

“Benim bebeğim var gelemiyorum ama geçerken alın benden de yemeğiniz hazır...”

“İçecekleri biz alacağız.”

“Biz de kızımla evde tatlı yaptık, şeker yoktu komşudan aldım merak etmeyin.”

“Ay ucu ucuna gelebiliyorum. 7 günün biri tatil, ona da hiçbir şey sığmıyor. Ortalığı toplaması da benden.”

8 yıldır kadınların birbirine tutunarak en sert kışları bile baharla karşılayan yer Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği. Buradaki kadınların her biri yaşadığı zorlukları birlikte olmanın verdiği güç ile aşmış, aşmaya da devam ediyor. Çünkü bu kadınlar güçlerini birlikte olmaktan, birbirlerine güvenmekten alıyorlar. Beş parmağın beşi de bir değil derler ama o parmakları birleştiren bir eldir ya. İşte o parmaklar el olmuş, yumruk olmuş derneğimizde.

Bir pazar günü. Güneş alabildiğince güzel ve umutlu doğmuş pencerelerimizden içeri. Akşam yemeğinde kadınlar olarak yan yana geleceğiz. Evet, yaşadığımız dünyada süren savaş ortamının bizlere düşen kara bulutlarıyla; işsizliğe, yoksulluğa, açlığa her gün cebimizi yakıp kül eden zamlara karşı yan yana geleceğiz. Tuzla'nın ayrı ayrı fabrikalarında çalışan biz kadın işçiler bir izin günümüzü öyle bir planlamalıydık ki ev işi, çocuk, yemek hepsini halledip dayanışmamızla o soframızı kurmalıydık. Öyle de yaptık. Erkenden işi olmayan arkadaşlar derneği temizleyip, etrafı çiçek bahçesine çevirirken geriye kalanlar ve akşam gelemeyecek kızkardeşlerimiz de sofrada kendi tuzlarını öğüterek sofrayı kurmaya koyuldular.

Metal, tekstil gibi işkollarında çeşitli fabrikalarda çalışan kadınlar olarak bir pazar akşamını kendimize kapattık. Hepimizin de anlatacak o kadar çok şeyi vardı ki. Dilimizde tüy bitmiş her gün gelen zamları konuşmaktan, evde bugün bir tencereyi nasıl kaynatırım, çocuğumun cebine nasıl harçlık koyarım demekten, etmekten, yapmaktan...

Ama tüm bu zorluklarla birlikte fabrikadaki yaşamlarımız da bu dönem çok canlı ilerliyor. Kimimizin fabrikasında sözleşme süreci ve tam bu süreçte baş temsilci işten çıkartılıyor. Ama fabrikada işçilerin birlik içinde olmaması, işçilerin birbirine sırt dönmesi işsizlik kaygısını her geçen gün daha da arttırmış vaziyette. Kimimizin fabrikasında iyi bir sözleşme imzalanmış ama işçiler buna uzun uzun sevinemeyeceklerinin farkında. Bu kadar zam ve yoksulluk içinde maaşlarının kaç günde eriyeceklerinin hesabını yapmaya bile başlamışlar. Diğer fabrikada çalışan arkadaşlarımız ise geçtiğimiz 9 ay boyunca hakları için her türlü eylemle birbirlerine güvenmeyi, yan yana olmayı ve mücadele etmeyi öğrenmişler. Çünkü direniş öğretiyor ve güçlendiriyor.

TARİHTEN BUGÜNE…
İçinde bulunduğumuz sistem, bize haklarımızı altın tepsiyle sunmuyor. Tarihte hiçbir zaman da böyle olmamış. Yaklaşan 1 Mayıs İşçilerin Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nün tarihine dönüp baktığımızda işçiler 1886'lardan bu yana 16-17 saate varan uzun çalışma saatlerine, sağlıksız koşullarda, çocuk yaşlarda çalıştırılıyordu. Ve bu koşullarda işçiler direnmeye başladı. Uzun çalışma saatlerine karşı işçiler siyah-beyaz demeden üretimden gelen güçleriyle yan yana durdular ve direndiler. İş için sekiz saat, uyku için sekiz saat, yapacağımız şeyler için sekiz saat şiarıyla kadınlar sokaklara döküldü. Ve kolay mı oldu? Tabi ki hayır. İşçiler direnişlerinde yaşanan baskı ve katliamlara rağmen mücadele etmekten geri durmadılar. İnsanca yaşamak ve insanca çalışmak için işçilerin mücadelelerine ve mücadele ettikçe kazandıklarına tarih sahnesi şahitlik etti.
Bunların tozlu raflarda kalmadığını ise yaşadığımız aylarda 100'e yakın işyerinde direnen işçilerden de görüyor, öğreniyoruz. Ve orada işçiler şöyle diyorlardı: “'Bizler, işçiler aynı fabrikada, aynı bant başında ve yahut sıralı tezgahlarda birlikte çalışıyoruz. Ve hepimizin hakları tırpanlanıyor. Hepimiz açlık, yoksulluk içinde yaşıyor, işsizlik ve güvencesizlikle karşı karşıya bırakılıyoruz. Şimdi nasıl tek yumruk olmayalım? Patronlar aynı masada bizleri daha fazla nasıl sömüreceklerinin hesabını yaparken, peki biz işçiler nasıl bölünebiliriz? Birbirimize güvenmek zorundayız. Yan yana durmak zorundayız. Dedik ve öyle de oldu. Biz birbirimize güvendikçe kazandık, birlik olduk.”
İŞİ KAYBETME KORKUSU ARADAKİ DUVAR

Bu sofrada buluşan kadınlar ise bu örneklerin kendi yaşamlarında ne kadar karşılık bulduğunu anlatıyor bizlere.

“Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki kimseye bir sorunumuz olduğunda anlatamaz haline geldik. Kim kimin ayağını kaydırır, ispiyonlar diye. İşsiz kalmaktan korkuyoruz. Ve iş kaybetme korkusu bütün kuralları bozar hale geldi. Biz işçileri birbirimize düşman etti. Herkes kendi ekmeğinin peşinde koşar halde. Bir duvar var aramızda” diyor bir arkadaşımız.

‘DÜMENİN BAŞINA GEÇMEMİZ LAZIM’

İşçilerin birliği ve beraberliği önündeki en büyük engellerden biri olan güven sorununa dair ise başka arkadaşımız şöyle özetledi yaşadıklarını:

“Bizim fabrikadan bir şey olmaz dememeliyiz. Böyle başlamamız yanlış. Bizde de öyleydi. Her birimiz iki arkadaşımız ile konuşsak, o iki arkadaşımız iki kişiyle daha konuşsa bantın bir ucundan başlar sonuna kadar böyle ulaşır cümlelerimiz. Bizim fabrikada tutanaklar, baskılar, işten çıkarılmaya kadar her türlü zorlukla karşılaştık. Ama biz sinmedik. ‘Bizi sindiremeyeceksiniz’ dedik. Okuduk, öğrendik, araştırdık. Bilen bilmeyene anlattı. Kimisi gözünü kulağını kapattı. Ama biz yılmadık. Haklarımız için avukatlardan destek aldık. ‘Biz işçiler yerimizde sayamayız’ dedik. Çünkü işveren yerinde saymıyor. Sürekli buluyor bir yerden vuruyor. Bizim fabrikamız çok genç. Arkasına bakar gider. Ama bir yandan da gözü kara. Şalter indirmemiz gerekiyorsa indirdik. İşte o yüzden bugün sözleşmemiz için patron ile masada daha fazla haklarımız için pazarlık yapabildik. İşte bunun için de dümenin başına bizim gibi mücadele eden işçilerin geçmesi lazım.”

Dayanışmayla kurduğumuz bu sofrada birbirimizi daha yeni yeni tanırken 2-3 saatlik bir buluşmamızda her şeyimizi anlatırken, biz aynı bant başında çalışan ve sömürülen işçiler olarak neden birbirimize güvenmeyiz? Neden bunun için bir adım atmayız? Birbirimize güvenmekten başka şansımız var mı? Olmadığını bize, yıllar öncesinden bugüne kendi fabrikalarımızda konuştuğumuz birlik nasıl olunduğu ve neden olunmadığı gösteriyor. Biz işçiler birbirimize güvendikçe ancak ve ancak işte sofralarımızı daha umutlu bir şekilde yeşertebiliriz.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Esenyalı’da 8 Mart şöleni: Eşit ve özgür bir yaşam...

Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla kadınlarla şölende b...

8 Mart’tan 1 Mayıs’a Mücadelemizde Bahar Temizliği

Mücadele sadece patronlara karşı değil, kapitalist sınıfın bir uzantısı haline gelen sendikal bürokr...

Türk Metal’de örgütlü her işçi Xioami işçilerine d...

Eğer örgütlü olunan bir sendika varsa işçinin yanında durmalı. Eğer durmuyorsa da sizin de bizim de...