Depremin gösterdiği: Bu ülkede çocuklar kendilerine emanet!
‘Hiçbir çocuğun canının bir “mucize”nin ince ipine bağlı olmadığı bir yaşam kurmak bu devletin sorumluluğu.’

Deprem birçok gerçekle birlikte; toz duman arasında şu an pek dile getirilmeyen, ama aslında hayatımızın orta yerinde duran, ciğerimizi söken bir büyük sorunu da ortaya serdi: Bu ülkede çocuklar kendilerine emanet!  

İzmir depreminde kaybettiklerimizin kaçı çocuk bilmiyoruz, kaç çocuk yaralandı, kaç çocuk etkilendi bilmiyoruz; bu ülkede resmi rakamlardan gerçeği öğrenmek imkânsız. Enkazdan günler sonra çıkan Elif ve Ayda’nın yarattığı sevinci, kendi sorumsuzluğunun üstünü örtmeye dayanak yapma sevdalısı iktidar “mucize” söylemine sarıldı. İstiyor ki; biz de “mucizelere” sarılalım, o çocukların neden göçük altında kaldığını, kardeşlerini, annelerini kaybettiklerini sorgulamayalım, hesabını vermelerini istemeyelim…

Hikayeleri basına, sosyal medyaya yansıyanlardan görüyoruz ve biliyoruz ki çocuklar çok etkilendi bu depremden. Kimisi kendi de çocuk olan ablasına, ağabeyine emanet edilenlerdendi. Kimisi, anne babalarının üstüne bin bir kaygıyla kapıyı çekip işe gittiği çocuklardı; işyerinden saat başı aranan, “Kızım/oğlum ocağı kapattın mı, tanımadığın kimseye kapıyı açma, dersine girdin mi, bilgisayarda çok takılma…” diye telefonla bakılanlardandı. Kimisi; ihtiyaçlar için pazara, bakkala, hastaneye giderken evde bırakılanlardı... Kimisi; nineye, halaya, teyzeye, komşuya emanet edilenlerdendi... Çocuklarını evde bırakıp pandemi nöbetine giden bir hemşirenin çocuklarının göçük altında kaldığını öğrendik mesela... Bir başka sağlık emekçisi, bir şekilde depremden kurtulan çocuklarını kurulan çadır kente götürdüğünü, akşamına nöbete tekrar gitmek zorunda olduğunu anlatıyordu haber bültenlerinde.

Bu ülkede çocuklar kendilerine emanet. Çok düşük ücretlerle çalışan anne babalar, işe giderken çocuklarını bırakabilecekleri hizmetten yoksunlar. İş saatlerine uygun kreşlerin, çocuk bakım merkezlerinin, etüt kurumlarının fiyatı ateş pahası. Var olanlar da kentin ekonomik olarak üst-orta gelirine sahip kesiminin oturduğu yerlerde ağırlıkla, erişim güç; hem fiziken hem madden. Yoksulların mahallelerine düşen çoğunlukla tarikat ve cemaatlerin sıbyan mektepleri.

Evde tek başına kalan çocuklar için tek risk deprem de değil; nice zehirlenme, kaza, yangın haberi okuduk gazetelerde. Yetersiz beslenme, eğitimini devam ettirememe gibi birçok risk de cabası. Çocuk evde yalnız kalmasın diye büyük anne büyük baba, teyze, halaya bırakma zorunluluğu da büyük dert. Okul çağına gelen çocukların okuldan sonraki zamanlarını nerede, nasıl, hangi koşullarda geçirecekleri hep bir mesele...

Eğitim kurumlarının durumu da konuşulmalı. Milli Eğitim Bakanlığının İnşaat ve Emlak Dairesi Başkanlığının 2019 verileri, ülke genelinde 18 bin 60 eğitim kurumu binasının depreme dayanıklı olup olmadığına ilişkin inceleme yapılamadığını, büyük onarım ihtiyacı bulunan okul ve kurumların onarım taleplerinin karşılanmadığını gözler önüne seriyor. Gerekçe ise: bütçe yetersizliğiymiş! İki gün önce okulların depreme dayanıklı hale getirilmesi için MEB’in yatırım bütçesinin 10 milyar lira artırılması için Plan ve Bütçe Komisyonu’na HDP’li vekillerce verilen önerge AKP ve MHP’li üyelerin oyuyla reddedildi.

Sadece bir örnek; Pendik’teki Ahmet Yesevi Mahallesi’ndeki Ergenekon İlkokulu ve Ortaokulu, daha önceki depremlerde sürekli yetersiz yamalarla “idare edildiği” için 2019’un eylül ayında İstanbul’da gerçekleşen 5.8’lik depremin ardından büyük hasar almış, aileler büyük endişeye kapılmışlardı. Milli Eğitim Müdürlüğünden çocukları için güvenli bir okul talep eden kadınlar “Bütçeye uygun güçlendirme yaptırdık, artık okul çökse de daha az ölü garantisi veriyoruz” cevabını almışlardı! Bu cevabı duyan kadınlar okulun önünde eylem yapmış, ilerleyen zamanlarda ise mahallede başka okul olmadığı ve çevre okullara çocukları göndermek için servis parasını karşılayamadıkları için de bir süre sonra mecburen okula çocuklarını göndermek zorunda kalmışlardı.

Ekmek ve Gül dergisinin yarın çıkacak olan kasım sayısında da Esenyurt’tan depo işçisi kadınlar; pandemi döneminde zorunlu mesailere bırakılırken, çocuklarının ne olacağını hiç düşünmeyen patronların kendilerini “İstemeyene kapı orada” diye tehdit ettiğini söylüyorlar. Kimi zaman gece vardiyasında evden gelen korkutucu bir telefonla koşa koşa işten çıkmak zorunda kaldıklarını, “Senin çocuklarının derdi hiç bitmeyecek mi, ha bire izin alıyorsun” diye azarlandıklarını anlatıyorlar. Zafer Mahallesi’nde her evin altında kurulu atölyelerde üç kuruşa yevmiyeci çalışan kadınlar; bırakabilecekleri hiçbir yer olmadığı için çocuklarının, atölyelerin önündeki sokaklarda akşama kadar kendilerini beklediklerini belirtiyorlar.

Evler tehlikeli, okullar riskli, sokaklar güvensiz, anne babalar çaresiz, çocuklar yalnız…

Hiçbir çocuğun canının bir “mucize”nin ince ipine bağlı olmadığı bir yaşam kurmak bu devletin sorumluluğu. Bütün çocuklara güvenle barınabilecekleri evler, özgürce oynayabilecekleri alanlar, iyi bakılabilecekleri, eğitim alabilecekleri, anne babaların çalışma saatlerine uyumlu, ücretsiz, nitelikli bakım hizmetleri sağlanması; hakkımız, talebimiz, sorumluluğumuz...


İlgili haberler
İzmir depremi sonrası sağlık çalışanlarının kreş t...

SES İşyeri Temsilcisi Başak Edge Gürkan, İzmir'de depremin ardından Çiğli Eğitim ve Araştırma Hastan...

Çadırda yaşam nereye kadar?

İzmir depreminin ardından çadırlarda kalan depremzedeler, depremin şokunu üzerlerinden atamazken gel...

Maden-İş’li kadınlar dayanışma standında

İzmir depreminin ardından kurulan çadır kentlerde birçok kurum depremzedelerle dayanışma gösterirken...