Yeni bir gündem değil. Ama atılacak yeni adımlar dolayısıyla yeniden gündemimize giren bir konu: Boşanma süreçlerinde aile arabuluculuğunda hükümet yasal düzenlemeler için düğmeye bastı.
Adalet Bakanı diyor ki “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızla konuyu değerlendiriyoruz. Tam adı konmuş bir şey yok. Temel felsefemiz uyuşmazlıkların mahkeme kapılarında değil mümkünse taraflarla bir kez daha iş ciddiye geldiğinde, köprüden önceki son çıkış anlamında bir kez daha müzakere edilmesine imkan sağlama anlamında bir düşünce var. Bu aile müessesesini ayakta tutmaya yönelik çalışmamız. Aynı zamanda çocukların adliye kapılarında uyuşturucu kullanan ya da katillerle aynı koridorda olmamasını, travma yaşamamasını amaçlıyoruz. Adliyeye gitmeden çözülebilir mi diye çalışma var.”
Ailenin ‘kutsallığı’nı, kadın ve erkeklerin fıtratları gereği eşitsizliğini sürekli topluma empoze etmeye çalışan, eşler arasındaki sorumluluk ve hak ilişkisinin dini temeller üzerinden tarif etmek için imamları, vaiz ve vaizeleri görevlendiren, ‘aile danışmanlığı’ adı altında kadın ve erkekleri dini kaidelere mecbur bırakan bir sistem kurulmuştu zaten. Üstüne müftülere nikah yetkisiyle ailenin kurulmasının dini anlayışa dayalı kıstaslarla belirlenmesinin perçinlendiğini gördük. Şimdi de bu zeminde kurulmuş bir evliliğin yine bu mantıktan hiç de farklı olmayacak biçimde ‘aile arabuluculuğu’ ile ‘korunması’ için devreye girildi. Müftülere nikah yetkisinin ardından gündeme getirilen bu konu “müftüyle evlendirip, ara bulucuyla boşanmanın önüne geçmek” olarak özetlenebilecek bir durumu ortaya koyuyor. Devamı da geliyor tabii.
Müftülere nikah yetkisini tartışırken bunun medeni hukuk alanında topyekün bir dönüşümün ilk hamlesi olduğunu, bir kere medeni hukuka böyle bir müdahale yapıldıktan sonra aile hayatını ve giderek tüm toplumsal yaşamı düzenleyen her türlü mekanizmanın önünün açıldığını söylemiştik. Bunu hükümet de biliyordu. Bilmek ne kelime, zaten bunu planlamıştı.
Aile arabuluculuğu, kadınla erkek arasındaki eşitsizliğin devlet politikalarıyla derinleştirildiği, kadınların giderek daha fazla ekonomik, sosyal, kültürel olarak erkeklere bağımlı hale getirildiği, şiddetin arttığı, yoksulluğun kadınlaştığı bir memleket ortamında kadını bu bağımlılık ilişkisine mahkum edecek bir uygulamadır. Hele hele de bakanın açıklamasında açık seçik ifade ettiği gibi mesele, yaşanan sorunun özellikle mağdur olan kesim lehine çözümlenmesi değil, “Aile müessesesini ayakta tutmak” olduğu için bu mahkumiyeti katmerlendirecek bir uygulamadır.
Boşanma süreçlerinin büyük oranda psikolojik, fiziksel, ekonomik şiddetin sonucunda gerçekleştiğini, kadınların bu kararı almakta hem ekonomik sebepler hem de toplum baskısı yüzünden zaten çok zorlandığını, üstelik önce kendisini, sonra ailesini ve aslında tüm toplumu boşanma konusunda ikna etmek zorunda kaldığını düşünürsek, bu mekanizmayla kadın bir de ‘ara bulucuyu’ yani devleti ikna etmek zorunda bırakılacak. Üstelik bu ‘ikna’ da haklarından vazgeçmek pahasına olacak. Kadınların nafaka hakkının ve çocuklar üzerindeki velayet hakkının bile tartışmaya açıldığı bu dönemde kadının bu şiddetten kurtulmasının karşılığında yasada olan ama fiiliyatta kullanılması giderek zorlaştırılan haklarından ‘rızayla’ vazgeçmesinin de önü açılıyor. Bu hamle, kadınların iradelerini ara buluculuğun insafına bırakmak ve toplumsal, ekonomik, cinsel eşitsizlikleri kadınların iradelerini kırmak için daha da çok devreye sokmak anlamına geliyor.
Türkiye’nin imzalamakla övündüğü İstanbul Sözleşmesine göre aile arabuluculuğu yapmak yasak. Ama hükümet, İstanbul Sözleşmesindeki şiddet, eşitsizlik, devletin yükümlülükleri gibi temel mefhumları da tartışmaya açmaya çalışıyor. Üstelik tehlikeli bir noktadan; bakanlıkların dahil olduğu bir proje olan “Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Uygulamalarının Geliştirilmesi Projesi” çalıştaylarında aile arabuluculuğunun “ülkenin sosyal ve kültürel değerleri ve standartları için tasarlanması, aile ve dini geleneklerle uyum içinde, ilgili ülkenin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde biçimlendirilmesi” gerektiği söyleniyor.
Evlilik akdini dini referanslarla kurmaya müftülük nikahı kılıfı uydurup, boşanma sürecini de “ülkenin hukuki, sosyal kültürel değerleri, aile ve dini geleneklerle uyumu, ülkenin ihtiyaçları” diyerek aynı biçimde gerici ve eşitsiz referansları temel değer haline getirmek kadılık sistemini getirmek gibi.
Mahkeme süreçlerinin uzunluğunu, mağdur tarafından haklarını almaktaki zorluklarını hiç utanmadan öne sürüp mağdur ve fail arasında ‘uzlaşma’ kuran hükümet, işçiyle patronu, kadınla erkeği işçinin ve kadının aleyhine olacağı çok açık bir biçimde karşı karşıya getirip “Hadi, eşitmiş gibi anlaşın bakiiimm” diyor. Bu yaptığıyla patronun ve erkeğin yanında saf tuttuğunu, işçiyi ve kadını verili koşullardan daha kötüsüne mahkum ettiğini de alenen beyan ediyor.
“İsteseniz de istemeseniz de bu yasa geçecek” diyenler “İsteseniz de istemeseniz de bu evlilik devam edecek” noktasına hızla vardı. Daha neler olacağını tahmin etmek de ne yazık ki zor değil!
İlgili haberler
Dini nikahta yüzde 97 gerçeği bize ne söylüyor?
Müftülüklere nikah yetkisini tartışırken, buna karşı çıkışın gerekçelerini ortaya koyup bunu geniş k...
Böyle bir meclisin meşruiyeti, öldüren kocanın sev...
‘Bu Meclisin kadınlar açısından meşruiyeti, kadınlara sürekli şiddet uygulayıp, zoraki birlikteliğe...
Müftü nikahıyla evlendirecek, arabulucuyla boşanma...
Müftülere resmi nikah yetkisi verilmesinin ardından AKP’nin yeni hamlesi “boşanmaların artık mahkeme...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.