20 günlük bir ev arkadaşlığının kolektif bir yazısı... Burada yer alan detaylar direniş ve mücadelenin elle tutulur, gözle görülür anlarına dairdir.

İşgücü maliyetinin daha düşük olduğu bölgede yüksek karlar peşinde koşuyor sermaye. Aynı holding İstanbul’daki fabrikasında aynı işi yapan işçiden çok daha ucuza el koyuyor işçinin emeğine. Hal böyle olunca işçileşen yığınlar da insanca çalışma ve yaşama koşulları için bir sınıf refleksi vermeye çalışıyor. Ücret zam talepleri, patronların aparatı sendikalar yerine kendilerini daha iyi savunacak bir sendikaya üye olma istekleri… Hem bu işçi eylemlerinin üzerinde yükseldiği/geliştiği koşullar hem de bu koşulların sınıf hareketine etkileri, bu karşılıklı etkileşimin de bu hareketin öznelerinin yaşamında nasıl değişimlere yol açtığını Funda, Seher ve Yıldız bize anlatacaklar.

SERMAYE GÜÇLERİNE ALARM VERDİREN KADINLAR

Yaklaşık 20 günlük ev arkadaşlığımızın hikayesidir bu. Son 10 yıl içerisinde işçileşmiş genç kadınlar onlar. Bir sektörde kadın işçi sayısının artışının ardında yatan hikayeler; halihazırda iş bekleyip de fabrika açılınca haydi gidip çalışalım şeklinde olmuyor. Yani teşvik planları kız çocuklarının hayatları ve hayallerinin üzerinde yükseliyor. En hızlı ve karlı yükselişi de feodal ilişkilerin kültürel düzeyde en güçlü şekilde varlığını sürdürdüğü illerde arıyor sermaye. Olanlar Funda, Seher ve Yıldız gibi kadınlara oluyor. Ama sermaye güçlerini korkutup teyakkuza geçiren de onlar gibi kadınlar oluyor.

Oysa ufacık yaşlarda, minyon bedenleri ile sürgit çalışırken tehdit olmayan bu kızlar, ne zaman kendi deyimleri ile “görsen korkarsın öyle iri bir adam” dedikleri müdüre karşı “sana ne yaaa sana nee” diye bağırarak karşı durmuşlar; işte o zaman tüm sermaye güçleri kırmızı alarma geçmiş. Önemsiz olmayı kabullenme, kolay vazgeçilen olmaya alışma, başı eğik durmaya küçüklükten zorlanma… Feodal ilişkilerin en sıkı şekilde sardığı kız çocukları patronlar için büyük bir kolaylık.  Ama işte “yeter” diye ortalığı yıkan da onlar. 63 gün boyunca jandarma, kaymakam, müftü, OSB yönetimi derken bu hengamenin içinden çıkıp; İstanbul’a geldiler ve yaklaşık 20 gün boyunca ev arkadaşlığı etme fırsatımız oldu.

Kapıdan içeri kafamı uzattığımda biraz tedirgin ve ilgili gözler bana çevriliyor. Sonradan dediklerine göre diken üstünde beklemişler, “Kimdir acaba, yaşlı mıdır genç midir? Ne yapacağız hiç tanımıyoruz” diye tedirginlermiş de gençten kadın birini görünce birbirlerine “hah bize göre biri neyseki” demişler. Sarılıyoruz birbirimize “Hoş geldiniz” diye.

İlk akşamdan fark ediliyor ki; nereye gitseler, kimle konuşsalar Özak patronunu, direnişi, e haliyle Urfa gibi bir ilde kadın olmanın zorluklarını anlatmaktan yorulmuşlar biraz. Emeği ucuz, hayatı değersiz, gururu hiçe sayan koşulları farklı yönleriyle tartışmak soğukta beklenen direniş çadırında sıcak bir çaya duyulan ihtiyaç kadar elzem.

BİZ DE VARIZ DİRENİŞİ

Kadının ikincil cins rolü ile emeklerinin birincil konumda olması arasındaki çelişki, Özak direnişinin elle tutulur, gözle görülür somut bir çıkarımı haline gelmiş bizim kızlar için. Hele de ikincil cins rolünün en ağır biçimde yazıldığı bölgeden geliyor olmaları onları daha dirençli kadın işçilere dönüştürmüş. Bir var olma, biz de varız, bizim de hayallerimiz, taleplerimiz var direnişi bu. Ne güzel bir çelişkidir ki; işten atılanların geri alınması, sendikalarının tanınması ve çalışmamış günlerin ücretlerinin alınması gibi çok teknik, çok temel gözüken taleplerin arkasında bizim kızların “biz varız” direnci var ve bu basit gözüken talepler onları mücadeleci işçiler olarak gelişmelerine zemin olmuş. Çünkü bu talepleri kazanmak için mücadele etmek aynı zamanda feodal bağlara karşı da mücadele etmek demek.

MUTFAKTA BİRLİK; YAŞAMA VE GELİŞME YETENEĞİ

Valizlerinden çıkardıkları ufak bir poşeti bırakıyorlar mutfağa. Kaçak çay, isot ve biber salçası. Akşamları o çaydan demliyoruz. Zeytinyağlı tencere yemeklerinde isot kullanıyoruz.
İkinci akşam geç geldiklerinden atıştırmalık niyetine pişirdiğimiz tarhana çorbası ve ıspanaklı börek Urfalı damak tadının sınırlarına çarpıyor. Gece saat 12’ye doğru gelirken birbirlerini gaza getiriyorlar; “hadi bir köfte yoğuralım” diye. Demeye kalmadan mutfaktan Urfalıyam ezelden türküsü yükseliyor. Bir de bakıyorum, varlığını unutup köşe bucağa attığım yuvarlak tepsi bulunmuş, sofra bezi yere serilmiş. Öyle bir sevecenlik ve maharetle yumurtalı çiğ köfte yapıyorlar. Kendilerine ait bir tadı tanımayanlara tanıtma hevesi çiğ köftenin kendisinden leziz. İşte böylece yumurtalı çiğ köfte ıspanaklı böreğe, kaçak çay karadeniz çayına alışıyor bir şekilde. Kendilerine has renkleri kullanarak uyum sağlamakta çok maharetliler. Bu bir yaşama ve gelişme yeteneği.

ONLARIN HİKAYESİ: FUNDA, SEHER VE YILDIZ
Başlık parası, altın kesimi, görücüler, evlilikler falan derken birden durup “İçinden ne hayatlar deme ha” diye gülümsüyorlar. Kendi hayat koşullarının olması gereken asgari düzeyin aşağısında olduğunun farkında olduklarını da kabul eden imalar aslında bunlar. “Büyük şehirlerde” onlara göre daha rahat koşullarda yaşayan ve çalışan kadınların da başka türlü zorluklar altında kaldığının farkındalar.  Değişmesi gerektiğine, değişmesi için kız çocuklarının da dik durması gerektiğini kendi süreçlerinden örnekleyerek anlatıyorlar. Ve ekliyorlar öyle kolay bir iş değil bu. Bir hafta diye evden zor bela çıkıp, her akşam neden birkaç gün daha İstanbul’da kalmaları gerektiğine aileleri ikna etmek için ayrı bir mücadele mesaisi veriyorlar. Bir yandan da dalga geçiyorlar kendileriyle; özellikle de Funda. Her bir detaydan hem kendini hem bizi güldüren anlar çıkarıyor. Her türlü zorluğa rağmen Funda olmaktan vazgeçmeyi kabul etmeyen muzip bir dik başlılık bu aslında. Her bir kadın işçiyi koruyan, kollayan, onların sorunlarını kendi sorunu sayan bir olgunluğu da var.
Yıldız ise her anlatımını gülümseyerek bitiriyor. Mahcup ama hiç vazgeçmediği bir gülümseme bu. İstediği dil eğitimini almak için para gerektiğini anlatıyor “…Napayım ben de başladım çalışmaya...” derken bile sonuna bir gülücük iliştiriyor. Kendini anlatmak, hayallerinden vazgeçmek istemediğini vurgulamak çok hoş bir his çünkü. Hele ki okulunu bırakmak zorunda kalan, hayalleri hor görülen genç bir kadın için. O kısa cümlelerinin ardına iliştirdiği gülümsemesi inadının bir simgesi gibi.
Seher, profesyonel bir futbolcu. Lisenin servis parasını ödeyemediklerinde her gün bir saat yürüyerek gitmiş okula, spor lisesinin seçmelerini de birincilikle kazanmış. Sermayenin planları uzun vadeli olabilir ama Seher de zorlu ve uzun idmanlara alışık, üstelik o idmanlara katılabilmek için ayrıca mücadele veren birinin de inadına sahip. BESYO okuyabilmek için, dil eğitimi alabilmek için, ailenin giderlerini karşılayabilmek için tekstil işçisi olup para biriktirmeye çalışan kızların yaşamları ucuz sömürü cehenneminin içinde onları mücadeleci işçilere dönüştürüyor. Yarım kalan, herkesten daha eşitsiz koşullarda yaşamanın getirdiği bir hırsla daha ileriden yer alıyorlar direnişte.  
“NICE TO MEET YOU CAANIIM”

Bir akşam kızların yaptığı, “Yanlış anlama adı böyledir” diye kahkahalarla masaya koydukları şıllık tatlısını hep birlikte yiyoruz gülüş cümbüş. Funda online bir sendika toplantısına katılıyor, kulak misafiri oluyoruz. Arada İngilizce konuşanlar var. Toplantı biterken Funda “nice to meet you canııımm” diye kapatıyor toplantıyı. Gülmekten kırılıyoruz içerde; İngilizce öğrendim diye geliyor yanımıza.

MİSAFİRLİK VE EV ARKADAŞLIĞI ARASINDAKİ FARK

Yorgun olanın yatıp uzanıp, daha az yorgun olanın temizlik yapabileceğini, eve erken gelenin, daha sonra gelen için yemek hazırlayacağını, herkesin yapabileceği kadarını yapması ve tüm herkesin ihtiyaçlarını gözeterek yaşamasının işçi sınıfına ait bir  yaşam biçimi olduğunu maharetli hareketleri ve alışkanlıkları elle tutulur şekilde ortaya koyuyor. Ama bu kendiliğindenliğin bir bilince dönüşmesi tüm Türkiye işçi sınıfının ihtiyacı. İşçi sınıfının bir sınıf olarak kültürünün dayanışma olduğunu, yabancılık, misafirlik yerine yoldaşlık ilişkilerini koymayı bir evin gündelik pratiği nasıl da güzel anlatıyor.

“BEN” YERİNE “BİZ” DİYEBİLMEK.

Yıldız’ın bir AVM eyleminde gözaltından kurtulma imkanı varken kendini aldırmış olmasına, “Neden?” diye sorduğumuzda “Bizim için gelen insanlar yerlerde sürünürken, ben alınmamayı kendime yakıştırmam” deyip gülümsemesi, Funda’nın Urfa’da iken gözaltına alınan kadınların ailelerinden görecekleri zorluğu kendi zorluklarının önüne koyması... Bizim sınıfımızın nasıl da tek güvenilir sınıf olduğunun küçücük detayları. 6 Şubat depreminde yardıma koşan bir maden işçisinin yoruldunuz mu sorusuna “İnsanlara yardım etmezsek yoruluruz biz” cevabını getiriyor akla. “Ben, ben, ben” demeyen, kolektifin çıkarları önüne kendi çıkarlarını koymayan, kolektifi ilerletmeye çalışan bu kültürden herkesin öğreneceği çok şey var. Kızlar da kendi içlerinde “en çok ben” diyenlerin nasıl da mücadelenin ayak bağı olduğunu sınıf güdüsüyle fark ediyorlar ve müdahale etmeye tartışmaya çalışıyorlar.

Üstelik sermaye güçleri kiminin tazminatı verip kimininkini vermeyerek, kiminin ailesini arayıp, kimini gözaltına alarak “ben”cilikle sınıyor onları. “Biz” yerine “ben”i geçirmek çözer birlikleri. Bunu burjuvazi biliyor. O yüzden biz’e düşman. Ben’e tutkun. O yüzden biz olarak kalma mücadelesi sınıf mücadelesinin çok çetin bir cephesi. Bizim kızlar şimdilik bu cephenin dinamik savaşçıları.

MÜCADELECİ BİR İŞÇİ OLARAK KALMAK, ÜRETİMİ DURDURMAKTAN ZOR

İlk üretimi durduran, ilk kez direniş içerisinde meydana gelen zorluklarla boğuşan mücadeleci işçiler onlar değil. Ama deneyimleri pratik olarak  Özak olunca; her bir eğilimi doğru şekilde anlamlandırmayı, her bir hamlenin yaratacağı sonuçları, eylemlerinin nasıl gelişebileceği gibi konuları kendi yüksek kavrama yetileriyle keşfediyorlar. Kendi sınıflarının tarihsel deneyimi sıkı sıkıya onları sarabilmiş değil. Oysa Bekle Bizi İstanbul’un hikayesine, her gün çadır açtıkları Fişekhane’nin tarihine, Fabrika Kızı şarkısını meşhur yapanlara hayatlarında yer açılsa kavrama yetenekleri neler çıkaracak ortaya. Sınıf hareketinin deneyimiyle sarmalanmak onların yüksek becerilerine alan açacak. Ufuklarını yeşerdikleri Urfa’dan dünyaya doğru genişletecek; mücadeleci işçiler olarak kalmalarını sağlayacak bir perspektif katacak.

FUNDALARIN ROMANI

Yorgun bir günün ardından mutfakta çay içerken “bu hayatı farklı yaşayabilirdik” diye içleniyor Funda. Sanki aşağılanan, horlanan üç kuruşa çalışan, hakkı olan üç kuruşu da almak için görmediği eziyet kalmayan birinin yaşadığı zorluklardan yorulduğunu ifade ettiği bir an bu. Bir bıkkınlık değil ama. Bir işi yaparken “of, her tarafım tutuldu” demesi gibi.  O böyle bahsederken bir yandan da “sürerim buluttan tarlaları” diye mırıldandığı için, elimde köpüklediğim tavayı durularken diyorum ki Cem Karaca bir şarkısında ne demiş biliyor musun? “Ne demiş” diyor parlak gözlerini çevirerek, “işçisin sen işçi kal demiş, bir aşk romanı hayaline kapılan bir tamirci çırağına” diyorum. Hiç duymamış şarkıyı. Aç da birlikte dinleyelim diyorum. Cem karaca tamirci çırağının hikayesini anlatırken, funda dalıp gidiyor, dikkatli dinliyor şarkıyı. “durdu zaman, durdu dünya, girdi içeri kapıdan” derken şarkı soruyorum Funda’ya “Sence bakacak mı kız bizim çırağa?”Hafif gülümseyerek kaşlarını kaldırıyor. Öyle şeyler hayal der gibi. Kalorifer peteğine yapışmış, elinde Orhan Kemal Ekmek Kavgası öykülerini, Tamirci Çırağı eşliğinde okurken buluyorum onu. Ekmek ve Gül dergisi mektup istemiş. Funda yazmaya çalışıyor da olmuyor, anlatınca roman olur da yazınca mektup olamıyor diye söyleniyor elindeki kitabı bırakıp. Çünkü bir yandan da ailesiyle tartışıyor telefonda. Bir diğer arkadaş içeri girip “ne yazıyorsun” diye sorunca yapıştırıyor cevabı “romanımı.”

KENDİ ŞARKILARINI BİLMEK, KENDİ TARİHİNİ ÖĞRENMEK; KENDİ ROMANINI YAZMAK.

Bekle bizi İstanbul dizelerinin sendika yasası isteyen işçilere yazıldığını, Fabrika Kızı’nın 15-16 Haziran’da en önde yürüyen bir işçi kıza ait olduğunu ve işçilerin şarkıyı sahiplenip meşhur ettiğini öğreniyorlar. Kocaman aydınlık gülümsemelerle keşfediyorlar. Kendi sınıflarının hikayelerine, şiirlerine, şarkılarına ihtiyaçları var. Sadece bizim kızların değil; cümle işçilerin. Kendi sınıflarının tarihinin bilmemenin boşluğuna burjuvazinin çarpık tarihi, kültürel demagojisi yerleşiyor yoksa. Sınıfın kazanım ve yenilgilerine ait kolektif bir bellek lazım bize. Yaşadıkları iç sorunların onlarca yıl önce Jhon Steinbeck’in “Bitmeyen Kavga”sında ifade edildiğini tartışıyoruz. Bu aynı zamanda edebiyatçılara, müzisyenlere, tarihin tanıkları ve anlatıcılarına bir çağrıdır; bizim kızların taşıdıkları bu direnç cevherini kendi sınıf birikimleri ile buluşturmasına yardım etmek! Ülkenin dört bir yanında işçi kadınların “Sana neee” çıkışları; kendilerinin bu dünyayı terse çevirecek sınıfın üyeleri olduğunu bilmenin özgüvenine dönüşsün diye işçi sınıfının yanında durmak.

BİZİM YAZIMIZ

Günlük diyaloglarımıza şu cümleler yerleşiyor; “Bizim kızlar eve geçti mi?” “Bizim kızlar toplantıya gidecek mi?” Bizim sınıfımızın kadın halleri onlar. O yüzden sanki Seher, Funda ve Yıldız’dan değil de onların adında tüm işçi kadınlardan bahseder gibiyiz. İşçi sınıfının insanca yaşama mücadelesi er ya da geç zafere erecekse, o zafer yoluna bir taş olsun döşeyen kızlar onlar. İşte bu yüzden sınıfın en örgütsüz olduğu, “ben”ci çıkarlarla sınandıkları koşullarda, yarın öbür gün sınıfın tarihi yazılırken belki de birkaç satır yer ayrılacak bir direnişin dahi ne büyük dirençlerle yazılacağının ispatları onlar. O yüzden de  gelecek günlerin şimdiki zamana ait ispatları.  Bu yazıyı da onlar yazdılar. Tıpkı gelecekteki satırları yazdıkları gibi.

“HELE HELE”

Son günlere doğru “Funda” diyorum, “Ben bizi yazacağım. Ama önce size okutacağım, belki bana anlatması normal gelen ama sizin yazılmasını istemeyeceğiniz detaylar olur” “Hele sen sen” diyor, “Ondan mı o kadar soru sorup konuşturdun bizi kaç gündür?” Velhasıl kelam biz bu yazıyı kısa süreli ev arkadaşları olarak birlikte yazdık. Burada yer alan detaylar direniş ve mücadelenin elle tutulur, gözle görülür anlarına dairdir. Yer almayanlar ise dört kadın yoldaşın yoldaşlıklarının elle tutulmayan, gözle görülmeyen ama bu hayatı yaşanır kılan detaylarıdır. Onlar da bizde kimi göz dolulukları kimi kahkahalarla saklıdır.

Fotoğraf: Elif Ergin kişisel arşivi

İlgili haberler
Özak işçisi kadınlar yaşamlarını ve direniş süreci...

Direnişlerini İstanbul'a taşıyan Özak Tekstil işçisi kadınları ziyaret ettik. Kadınlar, direniş süre...

Özak Tekstil işçisi yazdı: ‘Kadınlar olarak imkans...

Her gün yüzlerce işçinin zorla gece 3’e kadar çalışması, sosyal hayatının yok oluşu, ailesinin yüzün...

Özak Tekstil işçisi kadınların var olma mücadelesi...

BİRTEK-SEN üyesi bir kadın işçinin işten atılmasıyla başlayan ve yaklaşık 1 ayı geride bırakan Özak...