Çocuk istismarında ülke tablosu nasıl bir karanlık içinde yaşadığımızın özeti gibi. Bu tablonun değişmesini neredeyse herkes istiyor. Ama kimisi “cezaların artırılmasında” hatta hatta idam ve hadımda arıyor çareyi, kimisi ise “hayır” diyor, çünkü biliyor ne cezaları artırmak ne de suçu işleyenleri ortadan kaldırmak değil çözüm.
Çünkü sorun “bir kişiden” büyük, çünkü sorun “tek bir şeyden” kaynaklanmıyor. Çünkü sorun “sistem”.
Bununla ne demek istediğimiz daha açıkça anlaşılsın diye can yakan bir istismar davasının anatomisini çıkardık size.
2.5 yaşındayken yakın bir akrabası tarafından istismar edilen bir çocuk. Tam 7 yıl süren, sürekli başa dönen bir dava. Ancak ailenin ısrarlı mücadelesiyle elde edilen adalet.
Bu çocuk ‘şanslı’ olanlardan; çünkü ailesi ona sahip çıkmış, tüm baskıları göğüslemek için uğraşıp didinmiş, ne yapabileceklerini bilenlere danışmış ve vazgeçmemişler adalet arayışından.
Düşünün; aslında olması gereken olduğu için, ailesi vazgeçmediği ve elinden geleni yaptığı için, çocuğun örselenmemesi için olanaklar yaratabildikleri için ‘şanslı’ addediliyorsa bir çocuk, o ülkede çocukların hali nicedir...
Hep tartıştığımız mesele; önemli olan suçu en yüksek cezayla cezalandırmak değildir, o suçun işlenmesini önlemek, suç ortaya çıktıktan sonra ise esas olarak çocuğu koruyan ve iyileştirmek için devletin tüm olanaklarını seferber etmek, faili ise hızlı ve adaletli bir biçimde yargılamak ve bir daha bu suçun işlenmesine izin vermeyecek bir kararlılık ve tutarlılıkla suçla mücadele etmek...
Peki somut durum bu “olmazsa olmaz”ın neresinde?
Türkiye’nin dört bir yanından şiddet başvuruları alan ve yüzlerce davada mağdurlara mihmandarlık eden kadın örgütlerinden Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’nün bir vaka deneyimi üzerinden anlattıklarıyla çıkardık bu dava anatomisini...
Meselenin ne idamda ne hadımda olduğunu tane tane anlatmak, sorunun toplumuyla, askeri polisiyle, sosyal hizmetleri ve adalet sistemiyle, zihniyeti ve politikalarıyla koskoca bir sistemde olduğunu göstermek için...
KARAKOL, JANDARMA, ÇİM, MAHKEME, ADLİ TIP, PSİKOLOG...
2,5 yaşında bir kız çocuğu geniş aile içinden bir erkek tarafından istismar ediliyor.* Aile, çocuğunun davranışlarından fark ediyor durumu. Hemen “Ne yapabiliriz” refleksiyle davranarak karakola başvuruyor.
* Karakolda, olayın yaşandığı bölgenin polis yetkisinde olmadığı söylenerek aile jandarmaya yönlendiriliyor.
* Jandarma karakolunda anne babanın ifadesi alınıyor, ifadenin ardından çocuğun Çocuk İzlem Merkezine (ÇİM) nakledilmesine karar veriliyor. Ancak olayın yaşandığı ilde ÇİM olmadığı için çocuk ve aile, izlem merkezinin olduğu bir ile nakledilmek zorunda kalıyorlar. Bu transfer işlemi 4 saat sürüyor. 4 saat boyunca 2.5 yaşındaki çocuk karakol ortamında bekletiliyor.
* ÇİM’e ulaşıldığında psikolog eşliğinde savcı tarafından çocuğun ifadesi alınıyor. İfadenin alınmasıyla süreç mahkemeye taşınmış oluyor.
* Mahkeme kararıyla fail gözaltına alınarak getiriliyor. İlk ifadesinde suçlamaları reddediyor, “Ben sevmek için dokundum herhangi bir istismar yok, çocuk yanlış anlamış” diye ifade veriyor.
* Bu ifade sonucu fail tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor.
* Bu süreçte mağdur çocuk tamamen ailesinin olanaklarıyla bir psikologdan destek alıyor. Bu görüşmelerde bu istismarın ilk olmadığı, aynı kişinin daha önce de çocuğu pek çok kez istismar ettiği anlaşılıyor.
* Bu kez de çocuk muayene için Adli Tıp’a gönderiliyor ve Adli Tıp Raporunda istismarın emareleri ortaya çıkıyor.
Bu süreçler tabii 1-2 günlük süreçler değil, her bir gelişme arasında yaklaşık 6 aylık zamanlar var ve dolayısıyla istismar, sürekli hem çocuğun hem ailenin gündemini işgal etmeye devam ediyor...
* Aile dava süresince çok daha fazla zorlukla baş etmek zorunda kalıyor. Çünkü istismarcı, aile içinden biri. Ve aile bireyleri de hızla olayda taraf olmaya başlıyor. Çok sayıda insan istismarcıdan yana tutum alırken, çocuğu ve anne-babasını iftira atmakla suçluyorlar. Anne baba ise bunlar karşısında da serinkanlı davranarak çocuğu aile ortamından, ön yargılı ve suçlayıcı davranışlardan uzak tutmaya çalışıyorlar. Bulundukları ilden taşınmak zorunda kalıyorlar, çocuğu da kimseyle görüştürmüyorlar.
TUTUKLAYIN, SALIVERİN, TUTUKLAYIN, SALIVERİN...
Yargılama süreci tam 7 yıl sürüyor. 7 yıllık süreç içinde;
- Sanık önce tutuklanıyor, sonra serbest bırakılıyor.
- İtiraz üzerine tekrar tutuklanıyor.
- Pek çok kez mahkeme heyeti değişiyor, hakim ya da avukatlar mazeret bildirerek davaya katılmadığı için dava çok kez erteleniyor.
- Jandarmada yapılan ilk işlemde eksiklikler olduğu tespit ediliyor, dava sürüncemede bırakılıyor.
7 yılın sonunda sadece ailenin dirayetiyle sanık hakkında indirim uygulanmaksızın ceza veriliyor. Ancak sanığın açtığı itiraz davası ve diğer aile bireylerinin açtığı hakaret davaları hâlâ devam ediyor.
Çocuk istismara uğradığında 2.5 yaşındaydı, şimdi neredeyse 10 yaşında. Bu 7 yıllık süreçte yaşatılanlarla, onun için bambaşka olabilecek bir hayat fırsatı elinden alınmış oldu. Eğer dava ilk açıldığında süreç hızlı ilerletilip karara bağlansaydı, çocuk şimdi yaşamına normal bir şekilde devam edecekti. Ancak şimdi sürekli psikolog takibinde kalmaya devam ediyor ve hâlâ iyileşmeye çalışıyor.
PEKİ BU DAVADA NE OLMALIYDI?
Canan Güllü, bu örnek üzerinden neyin eksik, neyin yanlış olduğunu şöyle özetliyor:
* Adli süreçlerin başlaması için başvurulan yerlerde sürecin nasıl işleyeceğine, nasıl adımlar atılacağına ilişkin aile kapsamlı bir biçimde bilgilendirilmeli. Çocuğun daha fazla etkilenmemesi için nelere dikkat edilmesi gerektiği anlatılmalı. Bunu yapacak profesyonellerle aileyi hemen bir araya getirecek bir sistem YOK!
* Genelde olayın taşındığı ilk yer olan karakollarda yaşanan mağduriyetin ortadan kalkması için ÇİM’ler her ilde yaygınlaştırılmalı. Mağdur çocuklar karakol gibi ortamlarda uzun süreler tutulmamalı. Bu noktada Adalet Bakanlığının Avrupa Birliği ve UNİCEF katkısıyla uygulamaya açtığı Adli Görüşme Odaları (AGO) önemli. AGO’lar çocukların ikinci kez mağdur edilmesini önlemek için kurulan, mağdurla failin karşı karşıya gelmesini engelleyen ve çocuğun rahat edebileceği ortamlar. Ancak Türkiye’de halen çok az sayıda. Eğer bu örneğimizde çocuk AGO uygulamasına ulaşabilseydi, polis karakolu, jandarma karakolu ve 4 saatlik bir transfer ile ancak ulaşabildiği ÇİM sürecinde yaşadıklarını yaşamamış olurdu.
* AGO ve ÇİM’lerde çocuğun ifadesi kesinlikle psikolog eşliğinde ve kamera kaydı ile alınmalı. Savcı uygulamazsa aile itiraz edip kamera kaydı alınmasını sağlamalı, böylece çocuğun defalarca ifadesinin alınmasının önüne geçilmeli. Son yıllarda bu noktalara biraz yaklaşıldı ama bu ve daha birçok vakada olay defalarca kez anlattırılarak yaşadıkları iyice hafızasına işleniyor, kalıcı izler bıraktırılıyor.
* Türkiye’deki sistem çocuğu ve çocuğun yakınlarını tekrar tekrar mağdur ediyor, çocuk örseleniyor, çokça örnekte çocuk ve yakınları adalet aramaktan vazgeçebiliyor.
* Çocuğun iyileşme süreci için de istismarın ortaya çıktığı andan itibaren çocuk ve yakınları için ücretsiz, ulaşılabilir, nitelikli, çocuk istismarı alanında yetkin psikolojik/psikiyatrik sağlık hizmetleri oluşturulmalı. Bugün bu hizmetler son derece sınırlı ve ulaşılmaz durumda. Olanların çoğu ise özel hizmetler.
* Bu davalarda Aile Bakanlığının da yer alması gerekir ama bakanlığın hukuk departmanında yeterli görevlisi yok ve davalarda yer alamıyorlar. Kimi örneklerde Aile Bakanlığı tarafından görevlendirilen avukatların davayı takip etmediği de görülüyor.
* Yargılama aşamasında ihtisas mahkemeleri çok hayati. Davanın hızla karara bağlanması için çaba sarf edilmeli. Bu örnekte dava süreci 7 yıl sürüyor. Yukarıda anlattığımız bürokratik engeller olmasa ve mahkeme heyeti bu konuda yeterlilik sahibi olsa çocuğun yara almadan bu olaydan uzaklaşması sağlanabilirdi. Ama mahkeme çocuğun yalan söylediğini düşünebiliyor. Bu örnekte de benzer bir durum yaşandı ve sanığın “çocuk bana iftira atıyor” söylemi üzerine mahkeme tutukluluğuna son verdi ve süreç aslında baştan başlamış oldu.
Başka bir olay, Mersin’deki bir davada ise 5.5 yaşındaki çocuk için yargının “Bağırma ehliyetine sahip, bağırsaydı” diye karar verdiğini de biliyoruz. Burada neyse ki öyle bir karar yok ama 7 yıl süren bir davanın yarattığı mağduriyet var.
Biz tüm bunları gözeterek şunu söylüyoruz; Yargıda ceza var, ceza kanunu var ama bunu işletecek zihniyet dönüşümü yok ve süreci hızlandıracak bir ihtisaslık yok.
YOK, YOK, YOK!
Öncelik, elbette çocuğun istismara maruz kalmasının önlenmesi. Bunun için eğitim oldukça önemli. Hem çocuğun hem de çocukla temas kuran herkesin bu konuda eğitimli olması gerekir. Çocuğa “iyi dokunuş”, “kötü dokunuş” konusunda özel bölgeleri konusunda eğitimler verilmeli. Bu eğitim de sadece ailelere bırakılmamalı. Bu eğitimi kapsamlı bir biçimde veren bir sosyal danışma, eğitim sistemi yok!
Aileler çocuğun istismara uğradığından şüphelendiklerinde önce genelde kabul etmek istemez. Bu kabullenememe çocuğa yansırsa, söyledikleri aşırı tepkiyle karşılanırsa çocuk anlatmaktan korkabilir ve tamamen içine kapanabilir. Çocuğa ne olduğunu, kendi sözleriyle anlatmasına izin vermek, ancak çocuğu sorgulamamak ya da rahatsız edecek sorular sormamak gerekir. Ona güven vermek gerekir. Bütün bunları yapabilmek için de tüm ailelerin bu yaklaşımı öğreneceği ‘eğitimlere’ ihtiyacı var. Türkiye’de bu YOK!
İlgili haberler
Çocuk istismarına karşı kadınlar ayakta!
Ülkenin dört bir yanında kadınlar sokağa çıkarak çocuk istismarına tepki gösteriyor... Kadınlar, yas...
‘Yeni Yasa’ dedikleri İstismarı Aklama Yasası!
İstismara büyük tepkinin ardından hükümet daha önce hazırladığı yasa tasarısını yeniden gündeme geti...
Çocuklar kelebek ömrüne mahkum olmasınlar diye...
Soruyoruz size; bugün “bekasını koruyoruz” dedikleri devlet, bizim çocuklarımızın canını hiçe sayıyo...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.