
2025’in aile yılı ilan edilmesiyle birlikte AKP iktidarının aile kurumuna dönük vurgusu ve buraya dönük politikaları artış gösterdi. Ancak bu politikaların her birinin tohumları geçmişte atılmış; sadece serpilebileceği bir ortamı beklemişti.
Aileyi yeniden dizayn etme
AKP’nin henüz iktidar olduğu dönemde, 2003’te Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı müftülüklerde “Aile büroları” açıldı. Bunlar 2007 yılında Aile İrşat ve Rehberlik Bürolarına dönüştürüldü ve ailenin ideolojik kuşatması “toplumun aile hakkında dini açıdan doğru bilgilendirilmesini sağlamak” sözleriyle somutlandı. Bu bürolar ve türevleri ailenin sermayenin yarattığı tüm yıkımı absorbe edecek biçimde şekillenmesi açısından kadının tabiyetinin, erkeğin egemenliğinin din tarafından garanti altına alındığı bir biçimi örgütlemek üzerine varlığını sürdürüyor. Bunların yanı sıra 2015’te resmi nikah olmadan dini nikah kıyılmasının yasallaşması ve 2017’de müftülere verilen nikah kıyma hakkı da önemli dönemeçlerdi. Çünkü bunlar aile ve evlilik birliğinin, AKP iktidarı tarafından kolaylıkla kontrol edilebilmesini, kadınların ve çocukların canı pahasına “aile birliğinin devam etmesini” sağlayacak uygulamalardı.
Kadının adı yok
2011’de Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlığın isminden kadın ifadesi çıkartılarak “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı” olarak işlev görmeye başladı. Bu yıl, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı yıl olsa dahi iktidar kadınlara yönelik politikalarda tutumunu net bir biçimde ortaya koydu.
2016’da başlayan OHAL yönetimi sonrası, tek adam rejiminin kurulma aşamasında iktidarın aileye dönük, kadınların haklarının gaspı anlamına gelen politikaları hız kazandı. İktidar, 2021’de İstanbul Sözleşmesi’nden “aileyi tehdit ettiği” gerekçesiyle çekildi. Ardından 6284 Sayılı Kanun’a yönelik saldırılar, özellikle iktidar çevresi tarafından hızla örgütlenmeye başladı. Kadınların nafaka, boşanma hakkına dönük saldırılar artık 2015’te kurulan “boşanmaları önleme komisyonunun” konusu olmaktan çıkarak, toplumun dört bir yanına sirayet edecek biçimde örgütlenmeye başlandı. Cinsel saldırı faillerinin, mağdurlarla evlenmesi halinde cezasızlık öngören yasa tasarıları gündeme geldi. Son yıllarda daha çok adını duyduğumuz Aile Şuraları ve aile çalıştaylarında “kadınların haklarının olmasının aileyi yok ettiğine” kadar varan tartışmalar sürdürüldü ve bu tartışmalar devlet eliyle maddi olarak da beslendi.
İktidarın makul kadını: Aileye kul, sermayeye köle
2022’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği “Kadını yok saymak, aileden üretime kadar insanlığın geleceğini oluşturan alanların tamamen içini boşaltmak demektir” sözlerini hatırlayarak ilerleyelim.
Sermaye sınıfının çıkarı doğrultusunda kadınları istihdama çekmenin yollarını aradı. Bu noktada özellikle son yıllarda duyduğumuz “aile ve iş yaşantısının uyumlaştırılması” öne çıktı. Aslında aile ve iş yaşantısının uyumlaştırılması son birkaç senenin gündemi değil. 2013 yılında iktidar “Kadın İstihdamı Paketi” ile 2015’te de “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı” ile kadınlar için hem işçi sınıfının gelecek nesillerini doğurma, bakımını üstlenme hem de ucuz ve esnek işgücü olarak istihdamda var olmaya devam etme hedefini ortaya koymuştu. Kadın İstihdamı Paketi’nde kısmi süreli çalışma öne çıkartılmış, kadınların ücret ve sosyal güvencelerine yönelik “annelere destek” adı altında saldırı düzenlenmişti.
Bugün 12. Kalkınma Planı ve Orta Vadeli Program vesilesiyle İŞKUR üzerinden TYP, UİP gibi çeşitli programlarla kadınlar için esnek çalışma daha da yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Tüm bunlarla birlikte istihdamdaki kadın oranı “artmış” gösterilirken aslında kadınlar sosyal güvenceden yoksun, çoğunlukla asgari ücretin dahi altında çalışan durumda istihdam ediliyor.
Ne kadar çocuk o kadar yardım
Sosyal yardımlar ailenin refahının arttırılmasını hedeflemekten ziyade ailelerin iktidara bağımlı kılınması üzerine şekillendirildi. Cumhurbaşkanının üç çocuk söylemi, sosyal yardımlara da sıçradı. Örneğin, 2015’te Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı kapsamında ilk çocuk için 300 lira, ikinci çocuk için 400 lira, üçüncü çocuk için 600 lira yardım yapılacağı “bebeğe ilk altınını devlet takacak” ifadeleriyle duyurulmuştu. Yine aynı dönem genç evliliklerin artırılması için “çeyiz hesabı” gündeme gelmişti. Bir çocuk doğduğunda açılacak çeyiz hesabında, çocuk 18’ine basana kadar biriken paraya devletin yüzde 15 civarında katkıda bulunacağı açıklanmıştı.
Şimdi ise bu politikalar benzeri bir biçimde çocuk başına para ve evlilik kredisi altında yeniden gündeme getirildi. İlk çocuk için tek seferlik 5 bin lira ödeme, ikinci çocuk için çocuk 5 yaşını tamamlayana kadar aylık 1500 lira ödeme ve üçüncü ve sonraki çocuklar için aylık 5 bin lira ödeme yapılacak olan yeni düzenlemeye bir sene içinde 343 bin 698 kadın başvurdu. Aile ve Gençlik Fonu kapsamında evlenecek çiftlere yönelik krediye ise şubat 2024’ten bu yana 100 bin 142 kişi başvurdu.
Bu mu sosyal güvence?
AKP’nin 2002 seçim beyannamesinde yer alan “ev kadınlarının sosyal güvenceye kavuşmasını sağlayacak çalışmalar gerçekleştirilecektir” ibaresi, bugün ev kadınlarına emeklilik ifadeleriyle gündeme getirildi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan yaptığı açıklamada, “İsteğe bağlı sigortalılık kapsamında, yükümlü olunan primin üçte birinin devlet tarafından ödenmesi yönünde bir sistem kuruyoruz” demişti. İktidarın “sosyal güvence” olarak ortaya koyduğu şey, bireysel emeklilik sistemini andırırken, bu koşullarda çalışmayan kadınların aylık 6 bin 200 lira ödemesi gerekiyor.
Yıllar içinde geliştirilen tüm bu politikalar aslında ailenin iktidar açısından ne anlama geldiğini de net bir biçimde ortaya koyuyor. Dinamik nüfusun artırılması adı altında genç ve ucuz işçi rezervinin yenilenmesi; ailenin ekonomide yaşanan bir dalgalanmanın ya da krizin yükünü sermaye sınıfı yerine sırtlanabilecek güçte olması iktidarın aile politikalarının asıl sebebi olarak ortaya çıkıyor.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül kolaj
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.