Aile Hukuku Sempozyumu bize ne söyledi?
Adalet Bakanlığının 1-3 Kasım tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirdiği Uluslararası Aile Hukuku Sempozyumunda boşanmalarda arabuluculuk ve nafakaya mevzuat değişikliği gündemdeydi.

Geçtiğimiz hafta içerisinde Ankara’da Uluslararası Aile Sempozyumu düzenlendi. 1-3 Kasım tarihlerinde düzenlenen sempozyum, 2021 yılından beri devam eden Aile Mahkemelerinin Etkinliğinin Artırılması, Aile Üyelerinin Haklarının Daha İyi Korunması Projesi’nin bir etkinliğiydi. Projenin son yararlanıcısı Türkiye Adalet Akademisi olup, finansmanı (2 milyon 223 bin avro ile) ise Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi oldu.

Aile Bakanımız uzun yıllar yaşadığı Brüksel’de Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu başvekilliği ile kadına karşı şiddet, aile içi şiddet ve fırsat eşitliği ve ayrımcılık konularında çalışmalar yürütmüş bir hukukçu olmasına karşın konuşmasında ülkemizin en yakıcı dertlerinin başında gelen “kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık” sorununa ilişkin tek bir kelime etmedi. Bunun yerine “Her türlü şiddetin karşısında duruyoruz diyerek “aile adaleti”nden bahsetti. Ailenin güçlendirilmesinin adaletin sağlanması ile mümkün olduğunu dile getirdi. Türkiye yüzyılında en güçlü desteğin de aile kurumu olduğunun altını çizdi.

Adalet Bakanının ise öncelikli görevi kadını ve aileyi korumak olmamasına karşın Bakan, “kadına yönelik şiddet” terimini kullanarak bizleri şaşırttı. Devamında yoğunlukla çocukların korunmasından “çocuğu koruyamadığımız zaman aileyi koruyamayacağımızdan” bahsetti.

“Şiddet kırmızı çizgimizdir” cümlesi de en çok kullanılan ifadelerin başındaydı. Ancak sanki şiddetten fazlasıyla nasibini alan kadınlar değilmiş gibi kadının adının geçmemesine itinayla özen gösterilmesi dikkat çekiciydi.

“Kadın erkek eşitliği” söylemi de özellikle protokol konuşmalarında itinayla kaçınılan söylemlerin başında geldi. Bunun yerine üretilen terim ise “Kadın erkek arasındaki dengenin sağlanması” olarak servis edildi.

Oysa 100. yılını geride bırakan Cumhuriyet Anayasası açıkça “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür” şeklinde eşitlik ilkesini düzenlemektedir. Kavramların içinin boşaltılması yahut benzeri gibi kullanılan başka kelimelerle aslında yok edilmesi ilk değil elbette. Ancak eşitlikten kastımızın aynılık olmadığı, yasalar önünde ve haklar bakımından tüm bireylerin ve dolayısıyla kadın erkeğin eşit olduğunu ve devletin görevlerinden birinin bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamak olduğu tam da bu nedenle sayın bakanların da kamu çalışanlarının da Anayasa uyarınca başlıca görevleri arasında eşitliğin sağlanmasının geldiğini dile getirmekte fayda var.

BAŞLIK BAŞLIK KONUŞULANLAR

“Kirli çamaşırlar” söylemi sempozyumda en çok kullanılan ifadelerin başında yer aldı. Bir kısım uygulayıcı ve panelist “kutsal aile” mefhumunda yaşanılanların dehşetinden bahsetmek yerine ortaya dökülmesinden duydukları rahatsızlıklarını dile getirdiler. Bu gerçekten vurucu bir noktaydı. Zira genellikle aile içi şiddetin mağduru olan kadın ve çocukların yaşadığı şiddetin varlığı ve boyutunun ürkütücülüğünden zira, “aile içerisinde kalması gereken” söylemi ile “Ne yaşarsan yaşa anlatma, kol kırılır yen içinde kalır” deyişleri ile bu toplumda uzun yıllardır baskılanan kadınların, şekil değiştirip içeriği değişmeyen bu söylemlerle yine baskılandığını görmediler. Bunun yerine yaşadığı şiddeti anlatan kadınlar, çocuklar, aile içi şiddet mağdurları adına utandılar. Oysaki bu şiddetin varlığı, her an kutsanan ailede yaşanıyor olması olmalıydı bizleri utandıran. Tarikatlar elindeki Kuran kurslarından neredeyse her gün haber olan çocukların istismarı, intiharı, kasten öldürülmelerine hiç değinilmedi mesela…

Bulunduğumuz yüzyılda evlilik adı altında istismar edilerek 6 yaşında olmasına bakılmaksızın sömürülen kız çocuklarının tarikatlar eliyle hayatlarının söndürülmesine karşı bakanlıklar ne gibi önlemler alıyor? Nasıl mücadele ediliyor? Bunu hiç konuşmadık sempozyumda.

Kimi uygulayıcılarca “onurlu davranarak” kimseye yaşadıklarını anlatmama diye nitelendirdikleri ketumluğun aslında destek talep ederek şiddet sarmalından çıkmanın öneminin farkında olunmayarak yerilecekken övülmesi üzücü ve düşündürücüydü.

“Duygusal yatırımım bitti' diyen tarafları biten bir evliliğin içinde zorla tutamayız" şeklindeki söylemler ilk etapta anlaşılır gelse de ülkemiz gibi bir sosyal yapıda kadınların son derece hızlı yürüyen boşanma süreci içerisinde doğru tedbirler alınmaksızın jet hızında boşanmasının ekonomik hak ve talepleri ötelenerek elinden alınması riskini barındırdığını görmek zorundayız.

Ortak velayet kavramı da ilk duyulduğunda güzel bir şey gibi algılansa da ülkemizde sıklıkla çocukların sorumluluğunun adeta üzerine yıkıldığı kadınların, çocuğun fiili bakımını üstlenmeleri nedeniyle talep edebildiği iştirak nafakası talep haklarından da olmalarını beraberinde getireceği açıktır. Evlilik kurumundan süratle, tüm yüklerinden kurtulup, tamamen bekar bir insan gibi yeni hayatına devam etmek isteyen erkeklerin, fiilen çocuğun tüm bakımını da üzerine yıktıkları eski eşle ortak velayet taleplerinde ne kadar iyi niyetli olduklarını yorumlarınıza bırakıyoruz. Sempozyumdaki ortak velayeti gerekli gördüğünü ifade eden hukukçuların dahi birleştiği nokta ise bu yönde düzenleme yapılmasında acele edilmemesiydi. Sürecin pilot uygulamalarla gözlemlenmesi, “Ben yaptım oldu”cu bir yaklaşımla acele edilmeksizin öncelikle iyi irdelenmesi gereğine değinildi. Eşitlik İçin Kadın Platformu adına katılan avukatlar ise “Yasaları değiştirme, uygula” taleplerini yinelediler.

Şiddetsiz bir Avrupa’yı hedefleyen şiddetle mücadele sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi’ne konuşmasında değinen panelist sayısı oldukça azdı. Bunlardan birinin hakim olması biz alanda çalışan hukukçuları sevindirdi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Konsey üyesi devlet olmamız nedeniyle İstanbul Sözleşmesi’ne aykırılık denetimi yapabildiği düşünüldüğünde aslında ülkemizin yasal sınırını çizen uluslararası şiddetle mücadele sözleşmesinden yalnız bir hakimin bahsetmiş olmasını sevindirici bulmamız da ülkemizde hukukun üstünlüğü kavramının geldiği noktayı sarsıcı şekilde göstermektedir. Oysa proje amaçları arasında “hukukun üstünlüğü ve temel hakların Avrupa standartlarıyla tam uyumlu hale getirilmesini sağlamak, aile mahkemelerinin özellikle kadınların, çocukların ve diğer aile üyelerinin haklarını korumadaki etkinliğini artırma” sayılmaktadır. Hukukun üstünlüğünün sağlanması amacı için henüz bu gibi projelerden öte samimi, istikrarlı bir devlet otoritesi tavrına ihtiyaç duyduğumuz da açıktır.

Avrupa’dan karşılaştırmalı incelemelerde, inatla dilden düşürülmeyen aile arabulucuğunun iki ülke dışında kesinlikle zorunlu/dava şartı olmadığı, ihtiyari yani seçimlik hak olarak bulunduğu da sempozyumda aktarıldı. Oysa her gün en az bir kadının öldürüldüğü ülkemizde en çok konuşmak zorunda bırakıldığımız konuların başını aile arabuluculuğunun çekmesi de kadınların yaşam hakkı ihlallerinin gereği gibi kamu otoritesinin dikkatini çekmediği anlamına gelmektedir. Bu tavır da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Opuz kararı ile de eleştirilen ülkemizdeki kadına yönelik ayrımcılığın önemli bir görünümüdür.

2023 YILININ BAŞINDAN BU YANA ÖLDÜRÜLEN KADIN SAYISI 331

2023 yılının 308. günündeyiz. Her güne en az 1 isim ve fazlası, 1 hayat, yazarken, okurken saniyede geçip giden ancak sevenleri, tanıyanları ve kendisi için bir ömür...

Ancak sempozyuma konuşmacı olarak katılan bir akademisyen İbrahim Tatlıses’in ayrılmak üzere olduğu eşi için “Çocuğumun anasıdır” şeklindeki bir söylemini övmeye kalkınca salondan “Topuğundan vurdurduğu, hayatlarını dar ettiği eşleri mi?” şeklinde bu övüşe karşı çıkan sesler duyuldu. Birliktelik yaşadığı tüm kadınların ayrılmak isteyince tehdit ve şiddetle karşılaşmasına sebep olduğu bilinen şiddet faili kişiyi örnek vererek Aile Hukuku Sempozyumunda dile getirme halini özetlemekte bir hukukçu olarak çok zorlanıyorum.

Elbette birbirinden kıymetli birçok akademisyen de makul ve kıymetli araştırmaları, önerileri ile sempozyumda yer aldı. Bir akademisyenin nafakanın aynı zamanda bir denkleştirme, tazminat yönünün bulunduğu, hayatı boyunca engellenen, geri bırakılan kadının, ayrılık sonrası her ay cüzi bir nafaka yerine yeni bir hayat kurmasına yeter miktarda tek ve toplu yüksek meblağlı bir ödeme yapılmasına da karar verilebileceği önerisine yurt dışı örneklerde “Clean Break=Temiz Ayrılık” isminin verildiği aktarıldı.

Sempozyumda 6284 sayılı hayat kurtaran yasanın önemine bir kere daha değinildi. Kimi siyasi partilerin oy kaygısı ile gölgelemekten çekinmediği yasaya toplumda tam bir kabul ile sahip çıkılmasının öneminden uygulayıcılar bahsetti. Yasanın kötüye kullanımı iddiasına yönelik itirazların her daim yapılabileceği, ülkedeki alacak verecek sorunlarını düzenleyen yasalar başta olmak üzere tüm yasaların kötüye kullanımı ihtimalinin bulunmasına karşın bu kanunların tamamen kaldırılması gibi bir talebin bulunmamasının yanında hayat kurtaran ve her gün bir kadının öldürüldüğü ülkemizdeki ihtiyaca rağmen siyasi kaygılarla toplumun zihninin bulandırılmasının tehlikesinden bahsolundu.

Yasalardaki hantallığa sebep olan kimi düzenlemelerin değiştirilebileceği, istinaf adı verilen 3 sistemli yargılama düzenlemesinin iddia olunduğu gibi yargılama sürecini hızlandırmadığı aksine hantallaştırdığı birçok kişi tarafından dile getirildi.

Mahkemelerin bünyesinde görev yapan uzmanların bir havuzda toplanarak buradan görevlendirme yapılmasının toplum menfaati ve uygulama bakımından iyi olmadığı da neredeyse tüm uygulayıcılar tarafından dile getirildi. Ancak bu yasal değişiklik yapılırken haklı sebeplerle karşı çıkan barolar ve sosyal hizmet uzmanları ile sivil toplumun sesine kulak verilmemişti. Ben yaptım olducu, sahada çalışan uygulayıcılardan görüş alınmaksızın kapalı kapılar ardında kime yazdırıldığı bilinmeyen yasalarla yapılan değişikliklerin uygulamada yarattığı hasarların tespiti oldukça güç. Ancak tahmin edilebilen bu hatadan dönmek mümkündür. Yasa yapıcıların toplumda tam bir mutabakat bulunmayan konularda, sahada görev yapan uygulamacıların görüşlerine başvurmaksızın yasa yapmasının önüne geçilmesinin önemi herkesin kabulündedir. Bu nedenle sivil toplumun katılımının son derece kısıtlı tutulduğu sempozyum örneğinin aksine sivil toplumun, bölge barolarının tüm yasa yapım süreçlerinde yer almasının önemi bir kere daha anlaşılmıştır.

HAKLARIMIZDAN VE HAYATLARIMIZDAN VAZGEÇMEYECEĞİZ

Elbette sempozyuma katılan, düzenleyen, emek veren insanların büyük bir kısmının iyi niyetli olduğuna ben şahsen inanıyorum, gözlerine baktım. Bu emeğin gerçekten projede amaçlanan alanlara dair değişimi sağlayarak amaca ulaşmasının önünde ise önemli bir engel var. Kimi kutsallık atfedilen “aile” gibi kavramların fazlasıyla süslenerek gerçeklerin önünü kapatmak için kötü niyetle kullanılması. Çünkü gerçekleri konuşmazsak yapılan iş olanın üzerine makyaj yaparak kapatmaya çalışmaktan ibaret kalacaktır. Yapay ve sonuca etkisiz.

Toplumda oldukça azınlıkta bulunan bir kesimin hedeflediği kadının insan haklarındaki devasa geriye gidişin yolunu örecek her teşebbüsün büyük bir dikkatle farkında ve karşısında durmak 100. yılını geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti’ne her aydın kişinin sorumluluğudur. Başta yaşam hakkı olmak üzere, kadının var olmaya, eşit insan olmaya dair doğuştan sahip olduğu ancak toplumsal kalıp yargılarla elinden alınan haklarının teslimi için kadınlar olarak bugüne kadar el ele mücadele ettik, etmeye devam edeceğiz. Tıpkı bizlerin bu topraklardan yazdığı İstanbul Sözleşmesi’ni 28 Kasım da yapılacak duruşmada geri alacağımız gibi. Belki biraz gecikiriz bu yolda önümüze konan engeller nedeniyle ama öyle ya da böyle gelişen dünyada biz kadınlar ve tüm ezilenler olarak hak ettiğimiz yeri, haklarımızı ve sevgi dolu aşkın dünyasını hep birlikte inşa edeceğiz.

Fotoğraf: Adalet Bakanlığı Twitter hesabı (@adalet_bakanlik)

İlgili haberler
Aile Hukuku Sempozyumunda aile arabuluculuğu ve na...

Adalet Bakanlığının 3 gün sürecek Uluslararası Aile Hukuku Sempozyumunda boşanmalarda arabuluculuk,...

8. Aile Şurası açılışında yine ‘en az 3 çocuk’ çağ...

Türkiye'de 85 milyon nüfusun yeterli olmadığını söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, "en az 3 çocuk" çağr...

Kadın haklarına saldırı döneminde ‘8.Aile Şurası’

‘8.Aile Şurası, sermayenin ihtiyaçları kapsamındaki politikalarının cisimleşeceği bir Şura olarak ha...