Yüz yıl geçti, dolap boş
‘Dolabın içi mevlitte dağıtılacak sayılı ayran, raflar taneli zeytin ve sarımsaktan ibaretti. Kola şişelerinde ise su vardı. Yüz yıl geçti, dolap boş…’

Bir arkadaşımızın annesi için verdiği mevlide gitmek için yola çıktık. Bu arkadaşımızla mahallede bir park buluşmasında tanışmıştık. “Daha önce tanışmış olabilir miyiz?” dediğimiz insanlar vardı ya, tam da öyleydi işte bizim sohbet. Daha ilk tanışmada yılların sohbetini yapmış olabiliriz.

Apartmanın önüne geldiğimizde girişte çocuklar, eve girdiğimizde ise mahallenin kadınları salondan kapı önü koridoruna kadar bizleri karşılıyordu. Gelen kadın hoca Kuran okuyordu, duaların ardından da vaaz vermeye başladı. O esnada mahallede daha önce denk geldiğimiz kadınlarla sessizce iki kelam ediyorduk. Vaazda konular birbiri içine girse de hoca en çok boykot ve israf meselesi üzerinde durmuştu. İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırısı ile başlayan sohbette hocanın ağzından şu cümleler dökülmüştü. “Dünyamızda mazlum Filistin halkına zulüm yapılıyor ve insanlar öldürülüyor. Bu zulme karşı sessiz kalamayız.” Bu cümleler karşısında bütün kadınlar üzüntülerini gerek kafa sallayarak gerek gözyaşları ile dile getirdi. Devamında ise bu zulmün karşısında sessiz kalmamak için boykot çağrısı yapmıştı.

Tam da burada yanımdaki bir kadın “Çocuklar istiyor, görüyor. Hangi birisini almayacağız?” derken diğer yanımdaki kadın yavaşça başını bana doğru eğerek “Börekçimiz var. Ekmek teknemiz ora. Kimi ürünleri almayarak mı bu savaş bitecek? Savaşı başlatan bizler miyiz? Biz çalışan insanlarız” dedi. Sohbet kendi aramızda böyle sürerken evin genelinde kadınların kafası önde, hoca ise kadınları boykot fikrine ikna etmek üzere sohbeti derinleştiriyordu. Devamında şu cümle çemberin genişlemesine olanak açmıştı: “Şimdi devlet niye bir şey yapmıyor diyeceksiniz? Devlet hangi birisini yapsın arkadaşlar? O yüzden bizim bir şeyler yapmamız lazım.” Tam da burada “Devlet ne yapıyor ki?’’ bakışları ve fısıldaşmaları başlamıştı. Kadınlardan biri daha kızgın bir duruşla şu cümleleri söylemişti: “Devlet, devlet olsa biz bu halde olur muyuz? Bütün çileyi biz çekiyoruz. Gene bizi şöyle yapın, böyle yapın diyorlar.”

HANGİMİZİN DOLABI DOLU?

Hararetli sohbet esnasında bahçede oyun oynamaktan susayan çocuklar su içmeye çıkarken, içeriden şu sesler gelmeye başladı. “Görünmemeniz lazım, siz erkeksiniz, inin aşağı...’’ Dolaptan kola şişelerinin içinden sular birer birer inerken, suyunu içen çocuklarsa merdivenlerden aşağı bahçeye dönmüştü. Konu nereden nereye derken tasarruf meselesine geldi. Girişi hocanın gene kendi cümlelerine bırakıyorum: “Bolluk içinde yaşıyoruz kadınlar. Dolaplarımız tıka basa dolu. Yazlık, yetmiyor kışlık. Yetmiyor köyden istiyoruz. Yapmayın, israf etmeyin. Yiyeceğiniz kadar alın.”

“Hangimizin dolabı dolu ki?” diyor kadınlar. Bir kısım kafasını sallıyor tam bu esnada. Ama kadınlar daha yüksek konuşmaya devam ediyor: “Benim kocam işsiz, valla çocuk istemedikçe mideyi bastırsın yeter diyoruz.” Başka bir kadın “Ben her hafta pazara gidip sebze bile almıyorum. Çocuklar ne istese yok diyorum” diye anlatıyor. O sırada evin sahibi hocaya bakarak gülüyor, gülüyor, gülüyor. Sohbet biterken mutfağa hazırlık için kalktığımda ise çocuklardan birkaçı gene su istemek için gelmişti. Dolabın içi mevlitte dağıtılacak sayılı ayran, raflar taneli zeytin ve sarımsaktan ibaretti. Kola şişelerinde ise su vardı. Yüz yıl geçti, dolap boş…

Fotoğraf: Pixabay