Tek adamı geriletip halk demokrasisini kuracağız
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tek adamı geriletmek için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirirken bir kâğıda mühür basıp sandığa atmaktan çok daha fazlasını yapabiliriz, yapmak zorundayız.

Türkiye’de son 10 yılda yapılan tüm seçimler, bir hükümet seçiyormuşuz gibi değil de her seferinde bir rejim, bir yönetim sistemini oyluyormuşuz hissi veriyor. Yerel seçimler dahi böyle. Bu yüzden oturmuş ve tüm mekanizmaları kendi olağan akışında işleyen bir demokrasi ülkesinde gibi geçmiyor seçim. İşçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle sınırlanarak kendi olağan dengesine kavuşmuş, sınıf çatışmasının bu denge aralığında yaşandığı, tipik bir parlamenter burjuva demokrasisi değil Türkiye’ninki. Daha çok hep bir oluş halinde, bir geçiş süreci karakteri sergiliyor son 20 yıldır. İktidarın dini referansları olan faşizan bir yönetime doğru sürüklediği, geleneksel olarak seküler özellikler taşıyan liberal söylemlerle çıkarlarını ifade eden büyük burjuvazinin olağan bir denge içinde parlamentarizmi yeniden uygulamaya sokmaya çalıştığı, büyük oranda örgütsüz olan işçi sınıfının içerisinde örgütlenme çalışması yürüten partilerin de burjuvazinin hareket alanını kısıtlamaya çalıştığı bir halk demokrasisine çekmeye çalıştığı kararsız bir demokrasi. Bu yüzden, seçime giren her bir ittifak da seçim programında bir sistem, bir rejim, bir yönetim anlayışı tanımlıyor doğal olarak.

CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ FAŞİZM YOLUNDA

Cumhur İttifakı malum. “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adını taktıkları, tüm yetkilerin tek bir adam şahsında tekelleştirildiği bir sistemi savunuyor. Gerekçe olarak sundukları hızlı karar alma ihtiyacının da faso fiso olduğunu en iyi 6 Şubat depremlerinde görmüş bulunuyoruz. Hızlı karar alma becerisi tek başına olumlu bir içerik muhteva etmiyor. Hızlıca ülkedeki binlerce iş makinası ve vinç operatörü iş güvencesiyle birlikte kamu yararına afet bölgesine gönderilmiyor örneğin. Ama deprem bölgesinde 650 bin konutu inşa etmek üzere, inşaat şirketleriyle, müteahhitlerle iş birliği yapmada bir hız var, yalan yok. Konutların yapımı için de süre biçilmiş; bir yıl. Ama mesela bu bir yıl içerisinde sokakta, çadırda, konteynerde her an başkaca doğal afetlerle karşılaşma riski altında olan emekçiler, kadınlar ve çocuklar için acil önlem alınması gerektiğinde işlemiyor bu hız.

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonuna göre depremden etkilenen bölgelerde 226 bin hamile kadın yaşıyordu. 25 bin gebenin de 1 ay içerisinde doğum yapması bekleniyordu. Bu kadınlara ne oldu mesela? Hangi koşullarda doğum yaptılar? Şu an ne yapıyorlar? Hayatta kalabildiler mi? Anneler ve bebekler yeterli beslenebiliyor mu? Daha on binlercesi doğum yapacak, alındı mı önlemler? Nerede bu hız?

O hız nerede biliyor musunuz? Mafya-terör karışımı bir örgüte resmi kılıf uydurulmasından başka bir işe yaramayan, Kürt illerindeki ulusal mücadeleyi ve sosyalist hareketi faili meçhul cinayetlerle kırmak üzere kurulmuş olan ve kamuda varlık göstermelerine karşı olduklarını açıklamakta beis görmeyen Hür Dava Partisi (HÜDA-PAR) ile seçime hazırlık yapıyor bölgede. Hâlâ binlerce insanın barınacak yer bulamadığı, ev ev üstüne yaşamların yığıldığı, insanın etinin en yakınları için bile ağırlaştığı, düzenli gıdaya, suya ve hijyen ürünlerine erişimin olmadığı bir ortamda 4-6 yaş aralığındaki çocukları tarikatlara teslim etmede yaşanıyor bu hız. Kadına yönelik şiddeti tarihten gelen eşitsizliklerin bir sonucu olduğu fikri üzerine inşa edilmiş olan ve taraf devletlere “Her alanda eşitlik sağlamakla mükellefsin, yoksa şiddeti önleyemezsin” diyen İstanbul Sözleşmesi’nin feshini rica buyuran cemaatleri etrafına toplamakla meşgul seçim sathı mailinde. Kadına yönelik şiddetten korunmayı düzenleyen 6284 Sayılı Kanun’un iptalini seçim kozu yapan Yeniden Refah Partisinin “Tek başıma seçime girerim haa” çıkışı karşısında ne kadar hızlı manevralar gördüğümüzden belli tek adamın hızının nerede işlediği. “6284 kırmızı çizgimizdir” diyen AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in “6284 tabii ki tartışılabilir, İstanbul Sözleşmesi çok tartışıldı. Benim itirazım usulüne, yöntemine” diyerek direksiyon kırma meziyetinde bu hız.

Cumhur İttifakı farkında; eğer tek adam yönetimini hızla faşist temelde yeniden tahkim etmezse deprem bölgesindeki müteahhitlerin inşa ettiği binalardan daha hızlı çökecek iktidarları. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı altında, halkın ürettiği zenginliğin peşkeş çekildiği cemaatiyle, çocuklardan kindar-dindar bir iş gücü ordusunun ve paramiliter silahlı çetelerin yaratıldığı tarikatlarıyla, adrese teslim ihalelerle sermaye biriktirmeye alışmış holdingler, inşaat firmalarıyla… Çökme riski altında olan bu iktidarın devamı uğruna, kadınların hakları da hayatları da varlığı da feda edilebilir bir ayrıntı halini alıyor Cumhur İttifakı nezdinde.


MİLLET İTTİFAKI TUTARSIZ RESTORASYON PEŞİNDE

Bunun karşısında Millet İttifakı mı var? Tam karşısı diyemeyiz, belki biraz çaprazında. Cumhur İttifakı’nın adam kayırmacılığını, inşaat sektörü gibi üretken olmayan sektörlere yaptığı ekonomik yatırımlarını, basın-medya üzerindeki, kişisel hak ve özgürlükler üzerindeki siyasi baskısını, yargıyı siyasallaştırmasını eleştiriyor. Bu eleştirisini de yönetim sistemi düzeyinde “güçlendirilmiş parlamenter sistem” olarak formüle ettiği bir çözümle tamamlamaya çalışıyor. Onlarca, yüzlerce bilim insanını seferber ediyor; bir politikasıyla diğerinin çeliştiği, kendi içerisinde tutarlılığı zayıf politika metinleri çıkarıyorlar. Kopardığı gürültü şimdiden anılara karışan Mutabakat Metni gibi, ülkenin daha liberal bir demokrasiyle yönetilen kapitalist bir ülke olarak varlığını sürdürmesini öngören İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi gibi.

Millet İttifakı iki yönlü zorlanıyor. İlki sınıf çatışmasıyla, diğeri geleneksel siyasal dengelerin hassasiyetiyle ilgili. Bir yanda gerçekten emekçilerin, yoksulların hayatlarını yaşanabilir kılma mücadelesi veren ama burada köklü bir devrimden ziyade reform yönetimini benimseyen pek çok sivil toplum kuruluşu üyesi, aydın, akademisyen, hak savunucusu kendisini Millet İttifakı çerçevesinde ifade etmeye çalışıyor. Aralarında kadın mücadelesinde zaman zaman karşılaştığımız pek çok isim de dahil, her gün yeni birinin parti rozeti taktığını görüyor, duyuyoruz. Öte yandan Millet İttifakının deyimiyle pek çok “iş insanı”nın yani patronların, yani kapitalistlerin bir kısmı da kendi çıkarlarını tüm bu halkın çıkarıymışçasına burada dile getiriyor. Emekçilerin talepleri ile patronların çıkarları arasındaki çelişkilerin uzlaşmaz karakteri, Millet İttifakının “güçlendirilmiş parlamenter sistemi” ile yönetilecek olan sözde “sosyal devleti”nin emekçilerden yana alabileceği kalıcı tutumun sınırlarını belirliyor. Ayran dökülmesin çabaları bir noktadan sonra kaçınılmaz olarak yoğurdun ekşimesine sebep oluyor.

Örneğin yine sosyal politikalar kadınlara biraz daha göstermelik imtiyazların verildiği ama özünde ataerkil olan bir aile temelinde tarif ediliyor. İmtiyazdan kasıt da aile destek sigortası kapsamında verilecek yardımların kadınların banka hesaplarına yatırılması. Binlerce çalışan kadının maaş kartlarına erkekler tarafından el konulduğunun ya farkında olmayan ya da farkında olsa da görmezden gelen bir akıl; kapitalist sistemde patronlar için ucuz emek üretim merkezi, emekçiler için de geçim sorununu çözme işlevinden başka bir işlevi kalmamış ekonomik bir birim haline gelen aileyi kökten çözme iradesini ortaya koyamıyor. Aileyi böyle bir sosyal birim olmaktan çıkaracağız, çıkarmalıyız, diyemiyor. Gönüllülük temelinde bir aradalık; aşka, cinselliğe, romantizme, sevgiye, saygıya ya da tarafların bir arada yaşamayı arzu etmesine neden olan o ortak duygu her neyse ona dayalı bir birliktelik “güçlendirilmiş parlamenter sistem” denen yönetim biçiminde tanımlı değil.

Millet İttifakı içerisindeki bir diğer kaçınılmaz zorluk da bileşeni partilerin hem siyasal programlarında hem de seçmen kitlelerinin sosyal dokusu arasındaki uyuşmazlık. Çok zorluyorlar; “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ile uyumlu bir toplum tahayyülü yaratmak için. Ama, örneğin, kendini sosyal demokrat olarak tanımlayan kadınlar ile İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkan bir Saadet Partisi arasında tek adamı geriletecek taktik adımları atmaktan öte bir mutabakat yaratmak zor.

EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI: HALK DEMOKRASİSİ SEÇENEĞİ

Aslında bu hedef, tek adam yönetimini geriletme hedefi Cumhur İttifakının dışında kalan herkesi kesen tek ortak payda. Burada elimizde emekçilerin siyasal ittifakı olma potansiyelini taşıyan tek ittifak, Emek ve Özgürlük İttifakı, cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday çıkarmayacağını açıkladı. Böylece 14 Mayıs seçiminin iki ana gündeminden birinde amasız fakatsız antifaşist sorumluluğunu yerine getirmiş oldu. Diğer gündem de nasıl bir rejim, nasıl bir yönetim öngörüldüğüne dair. Yani Meclis seçiminin konusu. Burada Cumhur’un “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” ile Millet’in “güçlendirilmiş parlamenter sistemi”ne karşı “halk egemenliğine dayanan güçlü bir demokrasi” öneriliyor. Yani halk iktidarı, halk demokrasisi. Yani emekçilerin oluşturmasına, katılımına, yönetimine ve denetimine açık tek demokratik seçenek.

İşte bu açıklık biz kadınların; tüm emekçiler için insanca çalışma ve yaşam koşulları talep edebileceğimiz bir alan. Bu koşullar o kadar muğlak, tarif edilemez de değil. Örneğin; tüm ücretlerin yoksulluk sınırının üstüne çekilmesi kadar net ve somut. İnsan bedenini çürütmeyecek, mesleki hastalıklara sebebiyet vermeyecek, diyelim ki, 7 saatlik bir iş günü belirlemek, haftada 5 gün çalışmak, 2 gün dinlenmek kadar insani. Gebelik durumunda doğumdan 2 ay önce kadınlar için, doğumdan sonra 6 ay kadın ve erkek arasında devredilemez, ücretli ebeveyn izni kadar eşitlikçi. Zenginden servet vergisi tahsil etmek, azdan az çoktan çok vergi almak kadar hakkaniyetli. Postmodern amele pazarı olan özel istihdam bürolarının kapatıldığı, işten atmaların yasaklandığı, her alanda kadrolu çalışmanın uygulandığı bir çalışma yaşamı gibi güvenceli.

Kadınların ve LGBT’lerin şiddet görmediği, şiddet tehdidi altında yaşamadığı, şiddete maruz bırakıldığında da koruma mekanizmalarına kolaylıkla erişip ihlal edilen haklarını savunabildiği koşullar bu insanca yaşam koşulları. Çocukların tarikatlar elinde geleceksiz bırakılmadığı, gençlerin bilimsel ve nitelikli eğitime ücretsiz erişebildiği, kadınların medeni haklarının koşulsuz teminat altında olduğu, gerçek inanç hürriyetinin devlet ile dinin birbirinden ayrıldığı gerçek bir laiklik ile mümkün olduğu koşullar bunlar. Hiç muğlak değil; dupduru sular kadar berrak, açık, ikirciksiz.

Bir yandan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tek adamı geriletmek için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirirken, diğer yandan bu insanca yaşam koşullarından bir gıdım daha azına razı olmak zorunda değiliz. Kendi hayatlarımız için, çocuklarımızın geleceği için bir kâğıda mühür basıp sandığa atmaktan çok daha fazlasını yapabiliriz, yapmalıyız, yapmak zorundayız. “Küçük partiler” diyecekler, “oy oranı ne ki” diyecekler, “barajı geçer mi, bilinmez” diyecekler halk demokrasisini savunan ittifaklar için, halk iktidarını önüne koymuş işçi sınıfının devrimci partisi için. Hatırlayacağız ve hatırlatacağız ki; bugün tek adam rejimi kitleler içerisinde daha da güçlenemiyorsa, tüm politik hattını karanlık güçlerden medet umarak var olan oyunu muhafaza etmekle sınırlı bir mevziye kurmak zorunda kalıyorsa, bu çizgiyi çekenler biziz, “Adam kazandı” deyip Üsküdar’a yol gösterenler değil.

14 Mayıs’a giderken gündemimiz bu; tek adamı geriletip halk demokrasisini kurmak için mücadele etmek! Dayanışmayla hayatta ve ayakta kaldığımız bu günlerde halk demokrasisi için, kendi iktidarımız için örgütleneceğiz! Ve illa ki değiştireceğiz!

Fotoğraf: Ekmek ve Gül