Sömürü ve nefret döngüsünü birlikte yıkalım!
İktidarın yarattığı sömürü ve nefret döngüsü en çok mülteci kadınları etkiledi. Suriyeli kadınlar çalacak kapıları ve başvurabilecekleri hukuki mekanizmalar olmadığı için şiddetle burun buruna yaşadı.

“Biz de tacize uğruyoruz, sesimizi çıkaramıyoruz. Mahkemeye başvurmak istedik, bir şey çıkmaz dediler. Sürekli bu sorunlarla karşılaşıyoruz, evimize giderken bile korkarak gidiyoruz” demişti Sakarya’da Emani El Rahmun’ın cenazesinde bir mülteci kadın. Emani El Rahmun 2017 yılında tecavüze uğrayıp daha sonra 10 aylık bebeğiyle birlikte öldürülmüştü.

Bir çocuğun istismara uğramasının ardından Kayseri’de başlayan ve farklı illere sıçrayan göçmenlere yönelik saldırılar çok farklı boyutlara ulaştı. Suriyelilerin evleri, arabaları yakıldı, darbedildiler. Antalya’da 17 yaşında Suriyeli bir çocuk öldürüldü! Suriye tarafında ise gösteriler yapıldı, bayraklar yırtıldı.

2011’DEN BUGÜNE
2011 yılında Suriye’de Esat’a karşı başlayan protestolar emperyalist güçlerin de müdahalesiyle savaşa sürüklendi. Bu çatışmalar sonucunda 250 binden fazla kişi öldürüldü, 11 milyondan fazla kişi de yaşamak için yollara düştü.
Esat’a karşı ÖSO ile iş birliği ve farklı biçimleriyle Suriye’deki iç dinamiğin doğrudan bir parçası haline gelen Türkiye, mültecilere sınırlarını açtı. İlk kafile 2011 Nisan ayında Türkiye’ye giriş yaptı ve birkaç gün içinde Hatay’da ilk mülteci kampı kuruldu. Türkiye üzerinden Avrupa ve başka ülkelere de geçiş sürdü. Başta AB’de olmak üzere kurulan kamplarda kadınlar için zor günler daha yeni başlıyordu. İnsani yardımlar ve güvenliğin içler acısı olması ve kamplardan yansıyanlar, durumun vahametini ortaya koyuyordu. Suriyeli kadınlar hijyen ürünlerine, suya ve elektriğe erişimin olmaması, tuvalet kapılarının kilidinin olmaması gibi birçok sorunla baş etmeye çalışıyordu.
2013 yılında Türkiye ve AB arasında Geri Kabul Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın hedefi, AB sınırlarından geçişi kontrol altında tutmak için Türkiye’ye toplam 6 milyar Euro destek verilmesi ve Türkiye’yi “bekleme odasına” çevirmekti. AB sınırlarını kapattı, Türkiye’ye yaptığı ödemeler ise 11 milyon Euro’yu buldu.
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı tarafından açıklanan verilere göre de Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 9 Mayıs 2024 tarihi itibarıyla bir önceki aya göre 4 bin 894 kişi azalarak toplam 3 milyon 115 bin 536 kişi oldu. Suriyeli sayısı 2017 yılından bu yana en düşük seviyesine geriledi. Birçok Suriyeli de kaydı olamadan yaşam sürdürüyor. Kayıtlı olan rakamlara baktığımızda da Suriyelilerin yüzde 73,4’ünün kadın ve çocuklar oluşturuyor.

SÖMÜR, SUSTUR DÖNGÜSÜ
AKP iktidarı sınır dışı operasyonlarını sürdürürken savaşın başladığı 2011’den 2014’e kadar Türkiye’de Suriyeli mülteci sayısı 3 yılda 1.5 milyona ulaştı. Hızlı bir şekilde artan mülteci sayısına ilişkin AKP, AB’den aldığı paraların küçük bir miktarını dağıtmanın dışında, toplumlar arası uyum sağlanmasından kangren olmuş birçok sorunun çözümüne ilişkin hiçbir adım atmadı. AB ile yaptığı anlaşma sonucu aldığı milyarlarca Euro’nun akıbeti ise belirsiz. Hatta Avrupa Sayıştayı mülteci fonunun kullanımı ve denetlenmesi konusunda Türkiye’yi eleştirdi.
AKP’nin mültecilere ilişkin politikası, zaman ilerledikçe daha net ortaya çıktı: Sömür, sustur döngüsü. Sermaye için muazzam imkanlar yaratan bir ucuz emek ordusuna çevirdikleri mülteciler feci bir sömürü döngüsünün parçası oldular. Sermaye bunu iki yönlü kullandı: Birincisi, ucuz emek gücü olarak güvencesiz ve kayıtsız bir şekilde Suriyeliler kölece çalıştırdı. İkincisi, yerli işçiye “Sesini çıkarırsan daha ucuza çalışanı var, atarım seni” diyerek baskı uygulamaya başladı, işçiler arasında rekabet ve kin ortamını oluşturdu. Sermaye, işçilere ödediği ücreti düşürmek için mültecilerin güvencesiz koşullarını kullanıp işçiler arasında ırkçılık ve göçmen düşmanlığını örgütledi, ayrımcılığı yaydı. Aslında birlikte sömürülen işçilerin birleşip sermaye karşısında yürütebileceği mücadelenin önünü kesmeye çalıştı. Özellikle kadınlar zor şartlarda yaşam sürdürürken bin bir türlü tacize, tecavüze ve şiddete maruz kaldı. Çalışan işçi Suriyeli kadınlar bir yana birçok Suriyeli kadın fuhuşa sürüklendi.



NEFRET KİME YARIYOR?
Böylece sermaye ve iktidar el ele ucuz emek cennetini oluşturdu. Toplumun içinde de düşmanlık tohumlarını ekmeye devam etti. Sorunların yumak haline geldiği son süreç ise “Geri gönderelim, misafirlik bitti” tartışmalarını beraberinde getirdi. Öncelikle “misafirlik” meselesine bakalım.
Savaştan ve ölümden kaçan Suriyeliler belirli bir zaman anlaşması üzerinden Türkiye’ye gelmedi. 13 yıldır Türkiye’de yaşayan, Türkiye’de doğan, yaşamını yıllardır Türkiye’de sürdüren kişilere “misafir gitsin” demek gerçeklikten uzak. Gönüllü geri dönmenin koşulları oluşmadan, zorla geri göndermenin sürekli öne sürülmesi de ancak göçmenler arasında korku atmosferini yayan ve emeği ucuzlaştıran ayrımcılığı tetikler. Keza AKP iktidarı da göçmen karşıtlığını örgütleyen muhalefet de bu koşulları oluşturmak için bir adım atmıyor. Suriye’de savaş ve kaos devam ediyor ve Türkiye hâlâ bu kaosun bir parçası. Kayseri’de başlayan linç girişimlerinin Erdoğan ile Esat arasında süren görüşmelerle aynı zamana denk gelmesi de manidar.
2023 genel seçimlerinde daha fazla gündeme gelen, CHP gibi burjuva muhalefet partilerinin bir seçim vaadi olan “Geri göndereceğiz” söylemleri toplumda birikmiş öfkenin hedefini şaşırmasına sebep oldu. Nasıl? Yoksulluğu derinleştiren, işçinin emeğine çöken, kötü yaşam koşullarına halkı mahkum eden, “yok” denen kaynakları gözünü kırpmadan tüketen, tüm vergi ve teşviklerin akıtıldığı sermayeye yönelemedi öfke. Tüm kaynakların patronlara aktarılmasını sağlayan, halka “Kemer sıkın” diyen iktidara da bu denli yönelemedi. Ancak sömürülenlerin birbirine karşı örgütlenmesini harladı. Bu ortam Ümit Özdağ gibi ırkçı söylemlerle gündeme gelenlere “Sınırlara mayın döşeyelim’ gibi insanlık dışı öneriler sunma fırsatı verdi. Ancak tüm bu ayrıştırma ve bölme hamlelerine karşı işçilerin birbirini ırkçı saldırılara karşı nasıl koruduğunu da gördük: Kayseri'deki saldırıların ardından Antep'te Suriyeli işçileri taşıyan servislere yapılan saldırıyı BİRTEK-SEN üyesi işçiler engelledi.
İktidar nefret ortamını kullandı. Kaydı olan, olamayan birçok kişiyi geri göndermeye başladı. “Mülteci avı” için devriyeler oluşturdu. Bir korku atmosferi yaratarak insanları iş yeri ile ev arasına sıkıştırdı, geceye hapsetti. Bu arada kadınlar bu süreçten en çok etkilenenler arasında yer aldı. Birçok yerde sadece erkeklerin geri gönderildi. Çalışma hayatına daha az dahil olan Suriyeli mülteci kadınlar bu sefer eş, çocuk ve yakınlarının olmadığı koşullarla burun buruna kaldı. Ekonomik olarak yaşamını sağlayan kişilerin yokluğuyla çocuklarla tek başına kalan kadınlar çaresizliğe sürüklendi. Nefret ortamının artmasıyla Suriyeli kadınlar ve çocuklar daha yalnızlaşmaya başladı. Dışarı çıkamayan; pazara, parka gidemeyen kadınlar eve hapsoldu. Daha fazla emek sömürüsü de peşinden geldi. Gece yarısı gizlice atölyelerde çalışarak yaşam sürdüren mülteciler bu sefer 3 kuruşa değil, 2 kuruşa razı olmaya başladı.

KADINLAR ŞİDDETE MAHKUM BIRAKILDI
Geri gönderme korkusuyla eve hapsolan kadınlar aile içi şiddete daha fazla maruz kalmaya başladı. Suriyeli kadınlar gidecek yerleri, çalacak kapıları ve başvurabilecekleri hukuki mekanizmalar olmadığı için şiddete boyun eğmeye mecbur kılındı.
Türkiye AB ile anlaşmalarını delerek, uluslararası hukuka aykırı davranmaya devam ediyor. Sorumsuzluğunu had safhaya ulaştıran iktidar, her fırsatta mültecileri koz olarak kullanmaktan ve ateşe atmaktan geri çekilmiyor. Bundan 4 yıl önceyi hatırlayalım. “Artık mültecileri barındırmayız, sınırı açıyoruz” diye AB’yi tehdit eden iktidar Yunanistan sınırını açtığını söyledi. Hemen ardından yaklaşık 70 bin mülteci Pazarkule’de sınırda bekleyerek Yunanistan’a geçmek istedi. Ortaya çıkan dehşet verici sahneler, çocukların ve kadınların Yunanistan askerleri tarafından biber gazına maruz kaldığını gösteriyordu. Mültecilere ateş ediliyordu. İktidar, AB ile yeni fon pazarlığı için bu vahşetin yaşanmasına izin verdi.

IRKÇILIK: EMPERYALİZM İÇİN CAN SİMİDİ
Türkiye’de burjuva muhalefetin de örgütlediği göçmen karşıtlığı ve nefret söylemleri dünyadaki durumla paralel ilerledi. 2022’de Rusya- Ukrayna savaşının ardından Ukraynalıların da AB’nin farklı ülkelerine iltica ettiğine şahit olduk. Bunun yanı sıra Ortadoğu’da harlanan savaşın yarattığı göç dalgası da büyüdü. Son 3 yıla baktığımızda AB’de aşırı sağ partilerin mülteciler üzerinden sürdürdüğü propaganda da birbiriyle benzer. İtalya, Almanya, Fransa, Hollanda gibi AB ülkelerinde ve İngiltere gibi ülkelerde mülteciler üzerinden sürdürülen aşırı sağ propaganda Ruanda planı gibi insanlık dışı uygulamaları da peşinden getirdi, getiriyor. AB parlamento seçimlerinin ardından da aşırı sağ çok belirgin bir şeklide ivme kazanıyor. Bu demek oluyor ki esas propaganda eksenini mülteci düşmanlığı üzerine kuran aşırı sağ, bir yönüyle karşılık da buluyor.
Göçmenlere yönelik nefret ve ayrımcılık ve bu vesileyle üretilen “milli” söylemin yanı sıra kadınların, işçi ve emekçilerin hakkını gasbedecek aşırı sağa karşı eylemler de gerçekleşti. Fransa’da kadın örgütlerinin aşırı sağın yükselişine karşı gerçekleştirdikleri eylemler, bu duruma iyi bir örnek.
Türkiye’de ve dünyada yaşananalar birbirinden bağımsız, apayrı süreçler değil. Emperyalizm kendi içine girdiği çıkmazların üzerinden atlamak, küresel anlamda sermayenin yeniden üretimini ve işçi sınıfının sömürüsünü garanti altına almak için Türkiye’de de, Avrupa’da da aşırı sağ ideolojileri bir can simidi misali yanında tutuyor, ihtiyaç duyduğunda ona sarılıyor.

ŞİDDETE, İSTİSMARA VE AYRIMCILIĞA KARŞI BİRLİKTE MÜCADELE
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun raporuna göre 2024’ün ilk 6 ayında Türkiye’de 207 kadın ve kız çocuğu öldürüldü. Kadınlar en çok eşi, eski eşi, sevgilisi, babası, abisi ve ailesi tarafından öldürüldü.
AKP iktidarı bugüne kadar şiddeti pirinç tanesi kadar geriletmedi. Tersine, besledi. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak, kadınları koruyan tek kanun 6284’ü hedef almak ve peş peşe gelen yargı paketleriyle yıllar içerisinde kadınları koruyacak hiçbir mekanizma oluşturmadı, şiddete ve ölüme zemin hazırladı.
Çocuk istismarına çeşitli yollarla kılıf bulmaya çalışan, çocuk istismarını meşrulaştıran yasalar yapan iktidar yerli, göçmen fark etmeksizin çocukları ateşe attı. Adalet Bakanlığının 2023’e dair verileri "çocuk istismarı" suçundan açılan dosya sayısının 31 bin 216'ya dayandığını gösterdi. Bu dosyalardan birini hatırlayalım; 2023 yılında Kilis'te yaşayan 9 yaşındaki Suriyeli Gina Mercimek komşusu tarafından istismara uğradıktan sonra öldürülmüştü. Dolayısıyla şiddet, taciz, tecavüz ve cinayet ulus kimliğine bağlı olmaksızın devlet mekanizmasının koruyucu ve işler bir durumda olmamasıyla ortaya çıkıyor.
Burada gerçekten tek yol var. Bunu binlerce kez tekrarlamaktan yorulmamamız lazım: Birlikte mücadele!
Tıpkı iktidarın İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği dönem mülteci kadınların İstanbul Sözleşmesi için yerli kadınlarla sokağa çıktığı süreçteki gibi. Kadınların mücadelesi sınırları, ırkları ve ulusları aşmadığı müddetçe kazanamayız.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül