Sendikal mücadeleye hegemonik gölge
Son yıllarda kadın meclisi, kadın bütçesi tartışmaları ise hâlâ sürüyor. Ancak bu politika ve kararlar, sendika üyesi kadın emekçilerin ortak talebi ve önerisi olarak sendika içinden alınmıyor.

Ülkemizdeki sendika konfederasyonlarında kadın komite, komisyon ve büro benzeri birimlerin kuruluşu 1990’lı yıllara tekabül ediyor. 8 Mart ve 25 Kasımları oranize etmek, kadın üyelere eğitimler vermek, yayın çıkarmak bu birimlerin belli başlı görevleri oluyor. Uluslararası sendikalardaki çeşitli proje ve kampanyaların da etkisiyle Türk-İş’te kadın işçileri bürosu, Hak İş’in tüzüğüne de giren kadın komisyonları, merkez kadın komitesi, DİSK’te kadın işçiler komisyonu, kadın dairesi kurulması gibi kararlar alınıyor. Aynı dönem KESK içinde de kadın sekreterliği, kota uygulamaları tartışmaları yaşanıyor. Son yıllarda kadın meclisi, kadın bütçesi tartışmaları ise hâlâ sürüyor. Ancak bu politika ve kararlar, sendika üyesi kadın emekçilerin ortak talebi ve önerisi olarak sendika içinden alınmıyor. Sarı sendikacılık anlayışı ile bürokrasi ve kadın emekçilere yaklaşım çokça yazılıp çizilen bir konu. Onlara ek olarak söylenecek çok şey yok. Ancak kadın kazanımlarının olduğu öne sürülen KESK’te bu politikaların kamu emekçisi kadınlar açısından ne ifade ettiğine yakından bakmak, başka bir özgünlük içeriyor.

MAKAS KADIN EMEKÇİLER ALEYHİNDE DAHA ÇOK AÇILDI

KESK’in kuruluş yıllarında, işyerlerinde kamu emekçilerinin en kitlesel katılımlı toplantılarından çıkan kararlarla, “sendika, toplu sözleşme ve grev hakkı kazanımı” başta olmak üzere kamu emekçilerinin ortak taleplerini gerçekleştirmek için kitlesel mücadeleler ve iş bırakmalar örgütleniyorken bile kadın alanında ilk tartışmalar, 8 Mart üzerinden yaşanıyordu. Tarihi, kadın işçilerin mücadelesine dayanan 8 Mart’ın “emekçi kadınlar günü mü yoksa kadınlar günü mü olduğu” tartışmaları yapıldı bir süre. Bunu kadın sekreterlikleri ve kota ile kadınlara pozitif destek tartışmaları takip etti. KESK içindeki sınıf sendikacılığı anlayışını savunanlar, kadın emekçilerin işyerlerinden başlayarak örgütlenme ve mücadelesinin önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini ve sendikanın eğitim, örgütlenme, mücadele ve karar alma süreçlerinin tamamında kadınların özgün sorunları ve taleplerini gözetmeyen bir anlayışın başarısız olacağı itirazını ortaya koydu. Bu dönem aynı zamanda pek çok işyeri ve şube düzeyinde kadın komisyonlarının olduğu, kadın kurultaylarının yapıldığı yıllardı. Komisyonlar, kadın emekçileri ortak talepleri etrafında yan yana getirirken kurultayların örgütlenme süreçlerinin eksikliğinden de kaynaklı, sendikal anlayışların kadın sorununa dair ideolojik tartışmalarına ve nihayetinde ayrışmalara sahne oluyordu. Sonraki yıllarda bu süreç, sendikaların işyerlerinden; kamu emekçisi kitlelerinin karar alma süreçlerinden kopuşuna doğru hızlandı ve doğal olarak en büyük makas sendikalarda kadın emekçiler aleyhine açıldı.

Bugün geldiğimiz noktada iktidarın yoğunlaşan saldırıları ve güdümlü sendikaların varlığı gibi dış etkenlerin yanı sıra, iç etmenlerin de etkisiyle işyeri sendika örgütleri dağılan, 100 kamu emekçisinden sadece 5’inin üye olduğu bir KESK var. Gerçek bir sendika ve birleşme, mücadele merkezi olmak için karar alma süreçleri de dahil olmak üzere bir sınıf örgütünün nasıl olması gerektiğine dair mücadele ise sendikalar içinde sürüyor elbette.

BUGÜNE NASIL GELİNDİ?

Sendikaların işyeri örgütleri ve kadın komisyonları varken kreş, servis, yemekhane hakkı kazanımını sağlayan; kadın emekçilerin pantolon yasağına ve işyerinde yaşanan şiddete, ayrımcılığa karşı o dönemlerde süren mücadelelerden eser kalmadı günümüzde. Kadın emekçiler işyerinde yaşanan baskıya, mobbinge, ayrımcılığa ve her türden şiddete, esnek çalışmaya, düşük ücrete ve sürgünlere karşı örgütsüzlük sebebiyle kendilerini geçmişten daha da güvencesiz hissediyorlar.

Sendikaların, kadın işçi-emekçileri örgütlemesi ve mücadeleye katması için özel örgütlenme çalışmaları ve görevlendirmeler yapmasıyla cinsiyet temelli, tamamen biçimsel bir temsiliyet ve karar organları oluşturması arasında elbette önemli bir fark var.

Kadınların temsiliyetinin artırılmasının önemsendiği söylenirken bunun şeklen ele alınışı ve “Bütün kazanımlar bizde var” bakışı, bugün kadın emekçilerin kendi sendikalarında gerçekten örgütlenmesi ve mücadeleye katılmalarının önüne geçmiyorsa neden sendikalardan kadınlar tek adam rejiminin bunca saldırısına rağmen öfkesini, itirazını açığa vuramıyor? Burada sorun, kamu emekçisi kadın kitlelerinde mi? Sendikalarda işyeri temsilcilikleri hariç kadın yöneticilerin sayısı artmış, kadın sekreterlikleri kurulmuş, kimi sendikalarda genel kurul kararı olmadığı halde, tüzük ihlali ile fiilen işleyen çokça kadın meclisleri var. Bu politikaların hepsi KESK içinde kadın emekçilerin hak ettiği temsiliyeti ve etkinliği kazanması için öne sürülmüşken bugün neden kamu emekçisi kadınların üye sayısı giderek düşüyor? Sadece 8 Mart ve 25 Kasım üzerinden ele alsak bile, neden bu ileri sürülen kazanımlardan önce olduğu gibi bir haftaya, 10 güne varan işyeri sendika programları bugün yapılmıyor? Neden geçmişte açtırılan kreşlerin, kadın sığınmaevlerinin kapatılmasına engel olunamıyor? Sorular çoğaltılabilir.

MECLİSLER AYRI OLSA DA SENDİKAL ANLAYIŞ AYNI

Bütün bu tartışmanın özü, aslında işçi sınıfının önemini yitirdiği ve anlamsızlaştığı iddialarıyla işçi sınıfı mücadelesini reddeden, işçi sınıfını ekonomik bir kategori olarak görerek yerine kimlikler mücadelesini koyan toplumsal hareket sendikacılığının (THS), kamu emekçileri hareketinde yarattığı yıkımdan ayrı düşünülemez. Bu süreç ideolojik bir arka planla bilerek ve tercihen örgütlendi, hatırlayalım. KESK’te önce GYK modeli sonrasında da meclisler, “karar alma süreçlerini genişleterek demokratikleşme sağlanacak” iddiasıyla, sınıf sendikacılığı anlayışının itirazlarına rağmen genel kurullarda yapılan politik ittifaklarla hayata geçirildi. 10 binlerce sendika üyesi apolitik, pasif üye olarak etiketlenip karar alma ve mücadele süreçlerinin dışına atılırken meclis üyeleri, aktif ve politik olarak onların yerine karar alma hakkını kendilerinde görmeyi ve bir sivil toplum kuruluşu olarak gördükleri sendikayı buna uygun dizayn etmeyi hızlandırdılar. Karar alma süreçlerinde yeri olmayan, taleplerini ve mücadele biçimlerini belirleyemeyen kamu emekçileri, sendikalarında işte böyle örgütsüzleştirildi. En çok da kadın emekçiler...

FEMİNİST MODEL ÖNERMELERİNİN UYGULAMA ALANI

Her renkten THS anlayışının kadın sorununa bakışı da sınıf örgütünü etkili bir örgütlenme ve mücadele merkezi olmaktan çıkaran, sivil toplumcu bir yaklaşımla uyumlu. KESK, üye sendikalarıyla birlikte THS tarafından, feminizme sınırsız bir şekilde sunulmuş bir alan haline getirildi. Kadın emekçilerin ortak talepleri etrafında, ihtiyaca uygun örgütlenmelerinin önünün açılması yerine feminist önermelerin pratik uygulamasına alan açıldı.

Kadınları ezilen bir grup olarak gören feminist model, cinsiyet demokrasisi açığı ile bir mücadele için yeteri kadar temsil edilmeyen grupları kapsamak amacıyla (!) politikalar önerir. Sendikaları liberal örgütler olarak değerlendirirken cinsiyet demokrasisinin tesisinde bütçesi ile birlikte ayrı örgütlenmeleri, öz örgütlenme ve ayrı organlar olarak kadınların özerk yapılarını savunur. KESK bu modeli uygularken aynı zamanda bu politikaların sendikalarda ne kadar bürokratik, dağıtıcı ve bir hegemonya halinde yürütülebileceğinin de ülkemizdeki yaşanmış tek somut örneği oldu.

ANTİDEMOKRATİK BİR YAPI: KESK KADIN MECLİSİ

Kendisini demokratik olarak tanımlaması ya da “kadın” eki alması hatta kadınlardan oluşması bir kurulu demokratik kılmıyor. Bir sendikada üye kitlelerin karar vermesi ne kadar olanaklı ise o kadar demokrasiden, ne kadar olanaksızsa o kadar bürokrasiden söz edilir. Binlerce üyenin karar süreçleri ve politikaların tayinindeki yerini ve önceliğini hiçe sayan kendinden menkul her yapı ise bürokratiktir. Sendikal bürokrasinin geriletme ve engelleme içeren baskısını ise kadın emekçiler en az iki kat ağırlıkta yaşıyorlar.

Binlerce kadın üyenin alınan kararlardaki ve tayin edilen politikalardaki yerini ve önceliğini, onların değiştirici mücadele birikimini değersizleştiren, ortak taleplerden ve kolektif çıkarlardan uzak KESK kadın meclisleri, ancak karar vericilerle sınırlı demokratik; kadın kitleleri içinse bürokratiktir. Bundandır ki sınıf sendikacılığının fiili tutumu bu bürokratik ara kurullara katılmamak, sendika içi demokrasi için başarabildiği ölçüde kadın emekçilerle birleşerek mücadele etmek biçiminde olmalıdır.

Sendikalarda alınan kararların meşruiyeti, karar aşamalarına üye kitlelerinin açıklıkla dahil edildiği süreçlere ve ne kadar kapsayıcı olduğuna bağlıdır. Bu kapsayıcılık aynı talepleri taşıyan örgütsüz ya da başka sendikaların üyesi emekçileri de güçlendirici; birlikte örgütlenme, mücadele etme ve kazanma konusunda harekete geçirici düzeyde olmalıdır. Örneğin İstanbul Sözleşmesi, ILO 190, kreş hakkı, insanca çalışma koşulları için; düşük ücret, esnek çalışma, şiddet ve ayrımcılığa karşı işyerinde bütün kadın emekçileri ayrımsız mücadeleye katmayı başarmış örnek eylemler bu yaklaşımla mümkün olmuştur. Sendikalaşmayı ve mücadeleyi yeni işçi ve emekçi kitlelerine doğru genişletmek de ancak böyle olanaklıdır.

Oysa KESK kadın meclislerinin kararları işyerlerine yönelik değildir. Hiçbir karar, “sıradan” diye ötekileştirilen kadın kamu emekçilerini, feminist olmayan politik kadın emekçilerini de kapsayamamaktadır, kapsayamaz. Bunun yanı sıra kamplaştırıcı hegemonik dille, eleştiriye ve kendi dışındaki önerilere tahammül edemeyen tutumlar ve bu önerileri gerçekleştiren kesimlere yönelik “kadın düşmanı” gibi söylemler sendika içinde çok kolay sarf edilebilir oldu. Ortak taleplerin olmadığı yerde ortak dil ve ortaklaşma sorumluluğu da olmuyor doğalında.

ORTAK TALEPLER ETRAFINDA MÜCADELE İHTİYACI

Burjuva demokrasilerinde dahi temsiliyetin sorumlulukları vardır. Kişilerin ya da grupların görüşlerinin ve çıkarlarının temsil edilmesi ve tartışma sonuçlarının asgari düzeyde paylaşılması burjuva demokrasilerinin olmazsa olmazlarındandır. Oysa kadın meclisleri, toplantılara katılanların kendi fikirlerini söylemeleriyle sınırlı ve kamu emekçisi kadınların yaşamlarından ve onların ortak taleplerinden bir o kadar uzak.

Kadın meclislerine katılım, kadın yöneticilerin ve onlar dışında gönüllülerin istediğinde katıldığı bir biçimde işliyor. Meclisler THS anlayışından kadın yöneticilerin yanı sıra genellikle aynı anlayışın “seçilmemişlerinden” oluşuyor. Katılımcıların toplantılara düzenli katılma ya da kendi aldıkları kararları bile uygulama yükümlülükleri yok. Bu durum onları gerek sendika içinde gerek kadın platformları ile ilişkilerde, deyim yerindeyse olabildiğince özgür ve kuralsız kılıyor. Bugüne kadar kadın meclislerinde kaç kadının fikrinin alındığı, hangi çalışmanın hangi sonuçlarıyla sendikal mücadeleye ne kazandırdığını içeren bir faaliyet raporu, sendika genel kurullarında dahi ortaya konulamadı. Öncesinde, kamu emekçisi kadınların hiçbir fikri sorulmadığı için geriye dönüp hesap verme yükümlülüğü de yok. Sorumluluğu olmayan meclislerin sendikadaki bütün kadın emekçiler adına söz söyleme, politikaya yön verme hakkı ise baki.

Bunun sonucu olarak kadın meclisleri kadın platformlarıyla kurduğu bağda da feminist ideolojinin temsilcisi olarak dayatmalarda bulunup ortak mücadeleye de zarar verecek tutumlar almakta. İzmir’de Kadın Platformu içerisinde yaşanan tartışma da bunun bir örneği. İzmir KESK Kadın Meclisi (İKM), İzmir Kadın Platformu’nun (İKP) yıllardır yaptığı 8 Mart yürüyüşüne tek yürüyüş olması gerekçesiyle (o da feminist gece yürüyüşü) karşı çıkıyor, kabul görmeyince de feministleri (sözde) yok sayan yaklaşıma karşı(!) KESK içinde İKP eyleminin katılımcısı ve örgütleyicisi olmayacaklarını ilan ediyorlar. 8 Mart günü İKP'nin eylemine “İsteyen bireysel katılır” diyerek sendika üyesi ve yöneticisi kadınların sendika imzasını içeren dövizlerle eyleme katılmasına dahi karşı çıkılıyor. İzmir’de kamu emekçisi kadınların hangi eyleme nasıl katılacağına ipotek koyan İKM, kadınların haklarının, hayatlarının bu kadar saldırı altında olduğu bir süreçte, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde kadın kitlelerinin birlikte mücadelesine karşı bir sorumlulukla değil, ideolojik hegemonyanın yıkıcı baskınlığı içinde davranıyor.

Sınıf sendikacılığı anlayışı kadın kitlelerinin birleşme, mücadele ve karar alma süreçlerine katılımının önündeki engellerin kaldırılması için mücadeleyi; eğitimi, örgütlenmesi, seslenişi, dili ve toplu sözleşme süreçleriyle bütün bir sendikanın mücadelesi olarak ele alır. İşyerlerinde kadın komisyonları, komiteleri, kurultaylar ile kadınların özgün sorunlarını da gören özel örgütlenmeleri bütün bir sendikayı harekete geçirmek için önemser. Sendikaların tüm olanaklarıyla ve bütün organlarıyla ele alması gereken bir mücadeledir kadın emekçilerin sendikal mücadeleye çekilmesi. Sadece bu konuda görevlendirilmiş kimi kadın yönetici ya da uzmanların işi olarak 8 Mart ve 25 Kasım kampanyalarıyla da ele alınamaz. Kadın emekçilerin, sendikal örgütlenmenin bütün süreçlerinde kararların, politikaların ve mücadelenin merkezi olması için bürokrasiye, dışlanmaya, yok sayılmaya karşı işyerlerinde birliktelikte, dayanışmada, ortak taleplerde ısrar ederek çalışmak, sınıf sendikacılığı anlayışının en temel görevidir.

Kadınların sendikaya, sendikaların da kadınlara en erişebilir olduğu yer ve zaman unsuru, kadınlar için en elverişlisi dikkate alınarak düzenlenmelidir. Bu yer hiç şüphesiz işyeri, zaman ise çalışma saatleri/iş günleridir.

Sonuç olarak; ancak örgütlenme faaliyetini işyerlerindeki en küçük birimlerde yoğunlaştıran, kadınların sendikal mücadeleye katılmasının önündeki engellerin kaldırılması için mücadele eden bir sendikal anlayış, kadın kitlelerinin kendisini birliğin bir parçası, karar vericisi ve yürütücüsü olarak görmesini sağlayabilir, onları kazanabilir. Sınıf sendikacılığı anlayışı ile hareket edenler, emekçi kadın kitlelerinin ortak talepleri etrafında örgütlenmesi önündeki engellerin kaldırılması için de işyeri merkezli bir örgütlenmeyi temel almalıdır. Bu yapılırken, bir sendikanın bütün demokratik süreci de inşa edilir.

Fotoğraf: Canva Pro Kolaj

İlgili haberler
Tarihin tozlu sayfalarında değil işçi kadınların m...

8 Mart geldi çattı. Tüm takvimlerden, yer kürenin her bir parçasından biriktirdiği eşitlik türküsünü...

Çözüm bol da uygulamak isteyene

Çukurova Üniversitesi Kadın Çalışmaları Topluluğu olarak 8 Mart yaklaşırken KYK yurtlarında kalan ka...

Bu yıl da Newroz barış ve özgürlük olsun, halklara...

'Ölümden değil yaşamdan yanayız' demek, eşitlik mücadelesini omuz omuza vermek için birbirimizin ses...