Öfkeye yakışan umutsuzluk değil, örgütlü mücadele
Umutsuzluk ve öfke bir arada ne işe yarar? Öfke yakıp yıkabilir, evet ama ardında umutsuzluğun pusuda beklediği bir öfkeyle hayat yeniden kurulabilir mi?

Çok değil, bundan 8 yıl önce bugün bir salgından korunmak için kullandığımız tıbbi maskelerin adı “gaz maskesi” idi. Hükümetin giderek dozunu artırdığı baskıya karşı 79 ilde sokağa çıkan 2 buçuk milyon insanın bu gidişata dur deme iradesini, umudu temsil ediyordu.

Geçtiğimiz yıl, yine milyonlarca insanın hayatına belki de ilk kez giren “pandemi” sözcüğüyle birlikte maske denilen bu nesnenin de anlamı değişti. Kaderine terk edilmenin ve işsiz kalmamak için ölümü göze almanın sembolü haline geldi maske. Bu bez parçasının sınırladığı o dar alanda ciğere çekilen umutsuzluk, dışarıya öfke olarak çıkar oldu. Ama durup bir düşünmeli, umutsuzluk ve öfke bir arada ne işe yarar? Öfke yakıp yıkabilir, evet ama ardında umutsuzluğun pusuda beklediği bir öfkeyle hayat yeniden kurulabilir mi? Ancak yaşadığı koşullara öfke duyan insan bu koşulları ortadan kaldırabilir, doğrudur. Ama umutsuzluk, öfkenin ayak bağıdır, değiştirme gücünü sömürür.

2021’DE 19. YÜZYILI YAŞAMAK

Tıpkı pandemi döneminde kârına kâr katmak için işçileri ölümüne çalıştırıp işine yaramadığında Kod 29’la onları kullanıp atan bir patronun işçiyi sömürdüğü gibi. Sömürülen işçi hele bir de kadınsa. Çalıştığı zaman gördüğü mobbing, taciz, baskı bir omuzda. İşsiz kaldığında “Bir daha iş bulup ekmek kazanabilecek miyim?” kaygısı diğer omzunda. Tuzla’da 8 Mart’ı ve 1 Mayıs’ı doğuran koşulları konuştuğumuz tekstil ve metal işçisi kadınlar yorgunlukla anlatıyor bu yükü. Kendi yaşadıkları ile 19. yüzyılın çalışma koşulları arasındaki benzerlikle bir bir çıkıyor ortaya. Pandemi döneminde üretimin durdurulmasıyla tazminatsız kapının önüne konan tekstil işçisi orta yaş bir kadın ‘çalışmak mı ölmek mi’ ikileminde kuruyor bu benzerliği: “Başvurduğum bir iş yerinden çağırdılar, gittim. Ücret fena değildi, çalışma saatleri de iyiydi. Haftasonu tatilim de olacaktı. Ama 120 kişi maskesiz aynı yerde… Ben de hafta sonu dahil günde 10-12 saat çalışacağım yeni bir iş yerine asgari ücretle başlamayı tercih etmek zorunda kaldım. Benim yaşımdaki kadınların fabrikada iş bulması zor çünkü.”

‘HAYATIMDA İŞÇİLİK LAFINI BU KADAR DUYMADIM’

25 yaşındaki Zeynep’e soruyorum, “Yıllar sonra pandemi dendiğinde aklına ilk ne gelecek?” İkiletmeden “maske” diyor. 5 yaşında Ağrı’dan İstanbul’a geldiğinden beri çok zorluk yaşamış; yoksulluk, şiddet, abisinin erken kaybı. Ama maske ayrı bir bunaltmış onu. “Nefes almak kadar güzel bir şey yok. Nefes almak özgürlükmüş” diyor. Salgını ilk duyduğunda aklına 12 Eylül darbesi gelmiş, “Biz hep öyle duyduk, sokağa çıkma yasağı darbede olur” diyor. Yakın bir zamana kadar çalıştığı tekstil fabrikası sendikalı, bu sayede kronik hastalığı olduğu için işten atılmadan evde atlatabilmiş ilk birkaç ayı. Ama sonrasında aldığı aylık 1400 lira yetmeyince yeniden işe dönmek zorunda kalmış. “Gözlerimden kronik hastayım. Biri özelden diğer devletten iki ‘çalışamaz’ raporum var ama mecburdum” diye ifade ediyor bu zorunluluğu. Nasıl canı acıya acıya çalıştığını anlatıyor. İşten eve gelir gelmez saatlerce karanlıkta oturarak gözlerinin acısını dindirmeye çalışmış. Şimdi evde 5 kişiler, kasım ayında beşi de kovid olmuş. Üstüne bir de işsiz kalmışlar. Maaile evde tütün sararak geçinmeye çalışıyorlar. Hal böyleyken hükümetin pandemi yönetimine kızgın, “Benim telefonuma her gün mesaj geldi, devlet bağış toplayacakmış. Benim cüzdanımda 5 lira yok. Diğer ülkeler vatandaşına yardım ederken bizimkiler IBAN yolladılar” diyor. Pandeminin bir işçi hastalığına dönüştüğü gerçeğini ortaokulda triko atölyesinde ortacı olarak çalışmaya başlayan Zeynep’in söylediklerinden bir kez daha anlıyoruz: “Ben kaç yıllık işçiyim. Hayatımda hiç bu kadar ‘işçilik’ lafı duymadım. Adeta bir işçi kıyımı oldu.”

EVLİLİK HAYALLERİ BORÇ KISKACINDA

Kendi geleceğine dair hayallerini de bugünkü koşulları belirliyor Zeynep’in. Evlenmeyi düşünmüyor. Başlıca iki sebebi var. “Yıllardır çalışıyorum, çeyiz namına bir iğnem bile yok. Çünkü evde sürekli borç var. Ayrıca bu yaşıma kadar gördüklerim yüzünden erkeklerden çok soğudum. Erkekler için ‘Evlenince adam olur’ diyorlar. Ben kimseyi adam etmekle uğraşamam ki” diyor. Evlilik konusunda ekonomik çekinceleri olan bir tek o da değil. Enerji sektörüne üretim yapan bir metal fabrikasında çalışan 26 yaşındaki Lale’nin de önceliği anne babasıyla yaşadığı evin borçlarının bitmesi. “Önce ailem bir rahat etsin” diyen binlerce genç kadından biri. “Bazen bana diyorlar, BİM’e setler geliyor al kenara koy diye. Annem diyor, ‘Kızım bari bir nevresim al’ ama ben bu kadar borcun içinde nevresimi ne yapayım. Çeyiz namına bir nevresimim bile yok.” Lale borçsuz bir yaşamın sürdürülemeyeceğine inanıyor. Evlendiğinde de en azından eşya borcu olmasın, ev borcu öderiz, diye düşünüyor. Yani geleceğin dertlerini bugünden çekmeye başlamış.

‘BİZ AÇ KALMAMAK İÇİN ÖLÜMÜ SEÇTİK’

Türkiye’de ilk vakanın açıklanmasıyla Lale’nin aklına ilk düşen tiroit kanseri olan annesi. Kendi çalışma koşullarıyla annesininkini kıyaslıyor. “Annem kozmetikte çalışıyor. Günde 10 saat. Sadece 45 dakika yemek molaları var, çay molası yok. Asgari ücrete çalışıyor. Dezenfektan üretiyorlar, biz de avunuyoruz belki virüs kapmaz diye. O da tazminatım yanmasın diye katlanıyor.” Pandemiyle geçen bu bir yılı boşuna yaşamış gibi hissediyor ve işçilerin ikilemini özetliyor: “Bir yıldır ölüm kalım savaşı veriyoruz. Açlık mı, ölüm mü? Biz aç kalmamak için ölümü seçtik.”

1 MAYIS’TA SAKLI BİR UMUT: ‘BEN SENDİKA BAŞKANI OLSAM…’

Konuştuğumuz tüm işçi kadınların çalıştığı işyerlerinde sendikalar örgütlü. Ancak 1 Mayıs’a dair doğru düzgün bir etkinlik planı yoktu. Metal işkolundakiler “Sendika gelip görüntü alacakmış, sosyal medyada yayınlanacakmış” dediler. Pandemi deyince umutsuzlukla kapanan ağızlar, 1 Mayıs deyince umudun ve örgütlü mücadelenin hayalinin bile verdiği umutla açılıveriyordu. Lale, “Tamam salgın var ama yine de bir şeyler yapılabilirdi. Mesela tüm gün sürecek bir televizyon yayını yapılabilir. Her işyerinde bildiriler okunur, bunlar yayınlanır. Böylece 1 Mayıs, 1800’lü yıllardaki gibi anlamına uygun kutlanabilirdi.” “Sen sendika başkanı olsaydın ne yapardın?” diye soruyorum Zeynep’e. Birkaç dakika içinde kafasındaki plan hazır: “İlk önce sadece 1 Mayıs’a özel tüm yasakları kaldırtırdım. Her şehrin bir meydanı var değil mi? Korona düzenine göre tüm işçileri meydanlara toplardım. Gerekirse bunun için sokak sokak gezerdim.”

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Ekmek ve Gül Mayıs 2021 sayısı

Ekmek ve Gül'ün yeni sayısında kadınlar pandeminin onları içine sürüklediği yoksulluk ve işsizliği a...

Hayatın aktığı her yerde…

Hayatımızdan ve haklarımızdan vazgeçmeme mücadelemizin biriken öfkeyle birlikte değiştirici bir güce...

Umutsuzluk salgınına karşı tek çare mücadele

Kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin, nakit ücret desteği işsizlik fonundan karşılanırken, iktidar is...