
Geçtiğimiz ay her birimizin camı, kapıyı açarak cereyan yapması için dua ettiği, toplu taşımada, servislerde ve iş yerinde sanki fırının içinde her birlikte pişiyormuş gibi hissettiği bir şekilde geçti, gitti. Önümüz ağustos. Bu ay da “son bilmem kaç yılın en sıcak ağustosu” olarak yakında haber sitelerine ve sosyal medyaya düşer herhalde. Ne de olsa, sermayenin dünyayı kâr uğruna tüketme arzusu hava sıcaklığına, kirlenen sulara, yok olan ormanlara bakmadan daha da hırçın bir şekilde artmış görünüyor.
Bu hırçınlığın en güncel örneğini ve sonuçlarını aslında geçtiğimiz temmuz ayında yaşadık. Meclis kapanmadan ülkenin topraklarını, sularını “yeşil dönüşüm” zırvalığıyla yabancı patronlara peşkeş çeken bir torba yasa, “Biz yaşamak istiyoruz” diyen köylülere, işçilere, çevre savunucularına rağmen kabul edildi; maden şirketleri yasa kabul edilir edilmez ormanların, meraların başında bitti. Doğayı ve insan hayatını hiçe sayan patronların devleti, her yıl onlarca futbol sahası büyüklüğünde ormanlar yanarken önlem almaktan ziyade bütçesini faize yatırdı; sonuç ise Türkiye’nin dört bir yanındaki yangınların büyümesi ve “Ormanlarımız gitmesin” diye yangınlarla mücadele eden işçilerin ve gönüllülerin hayatını kaybetmesi oldu. Bu duruma ilişkin “Yetkililerden birinin de yüzü kızarmadı mı be?” diye soracak olursanız cevap net: Hayır.
Uzun süredir birilerinin yüzleri kızarmadan çeşit çeşit işler yapılıyor bu ülkede. Cepler patlarcasına dolunca ne utanç ne de benzeri duygular kalıyor ortada. Öyle ki ülkedeki eğitim sistemi çöküyor, liseye giriş sınavlarında şaibeler döndüğü iddia ediliyor ancak yetkililer şeffaflıkla şüpheleri gidermek yerine halka hakaret edebiliyor, yine yüzleri kızarmıyor.
“Aile 10 yılı” diyorlar, “annelere destek” diyorlar ama gerçekte çocuğu olan kadınlar önümüzdeki eğitim yılında çocuğa beslenme bile koyamayacağını düşünüyor; çocuklar geleceğe sanki dipsiz bir kuyuya bakarmış gibi bakıyor.
“Kadın istihdamını artırdık” diyorlar ama gerçekte kadınlar patron yanlısı hükümet programlarıyla işe giriyor, kısa süre çalışıyor çıkıyor sonra aynı döngü baştan devam ediyor. Güvence yok, insanca yaşanabilir bir ücret yok, kreş yok, hak yok. Şiddete sıfır tolerans diyorlar, Ayşe Tokyaz’ın faili, onu koruması gereken kolluk kuvvetleri tarafından korunuyor.
Uzun süredir söylediğimiz bir şey sermayenin hayatımızı dört bir yandan kuşattığı. Bu dönem bunu yangınlarla, işsizlikle, yoksullukla, adaletsizlikle, şiddetle, güvencesizlikle daha iyi görüyoruz. Önümüzdeki süreçte de çevremizi kuşatan bu çember daha da daralacak, işçi ve emekçi kadınlara nefes alacak bir alan bırakmayacak gibi görünüyor.
Tüm bu koşullarda, bu çemberin her bir noktasını, çemberin bütünüyle; bahsettiğimiz tüm sorunların patronların iktidarına neden, nasıl yaradığı ve karşısında neler yapabileceğimizi daha iyi tartışabilmek için biz de Ekmek ve Gül olarak dönüşüyoruz. İşçi ve emekçi kadınların yaşadığı tüm sorunlara karşı, sorunların gerçek sorumlularına silahlarını döndürebilmesi için her ay gündemimizde olan bir konuyu daha detaylı ele almak, daha fazla tartışmak için dosya hazırlamaya başlıyoruz.
Bu, ufak bir değişiklik gibi görülebilir ancak yaşadığımız sorunlara karşı mücadele ederken o soruna ilişkin daha derin bir tartışmayı hep birlikte yürütmek, Ekmek ve Gül fabrikalarımızda, okullarımızda, mahallelerimizde bu şekilde ele almak bu çemberi dağıtabilmenin güçlü araçlarından biri olacak. Bunu umarak yenileniyoruz.
Kız kardeşim! Sen de bu çemberden nefes alamayacak duruma gelmeyi beklemek istemiyorsan, “Azıcık cam pencere açalım da cereyan yapsın” diyorsan Ekmek ve Gül’ü al, oku ve okut! Mücadelemizi büyütecek, bize nefes aldıracak cereyanı hep birlikte yaratalım!
Fotoğraf: Pexels
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.