İşçi kadınların gerçeği: Yaşamak için “Ali Cengiz” oyunları
'Kadınlar bir nevi hiçbir zaman kazanamayacakları bir kumar oyunu oynuyorlar ancak her zaman kazananın oyunun kasası olduğu gerçeğini unutuyorlar.'

Geçtiğimiz günlerde kabine toplantısı sonrası konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kökleştikçe Türkiye Yüzyılı’nın inşası inşallah daha da hızlanacak” ifadelerini kullanmıştı. Evet, bir şeylerin inşası gerçekten de hızlanıyor. Ancak bu hızlanan inşa ne menem bir şeydir, bunu anlayabilmek için son süreçte yaşadıklarımızı bir gözden geçirmemiz gerekiyor.

Sermaye sınıfı daha rahat nefes alsın diye

İktidarın Şimşek Programını uygulama noktasındaki ısrarları işçi ve emekçi kadınlar açısından yoksullaşma, esnek çalışmaya zorlanma ve işsizlik biçiminde sonuçlandı bu süreçte. Yüksek faiz uygulamaları sermayeyi beslerken işçi ve emekçi kadınların ücretlerinden kesilen vergilerin çoğu sermayeyi büyütmeye harcandı. Bunun karşılığında iktidar kamuda tasarruf dedi, kamusal hizmetlerde ve işçi, emekçilerin servis, kreş, sağlık, eğitim gibi haklarında kısıtlamalara gitti.

Ücretler gün geçtikçe erirken ücretlere gelen zamlar kuş yemi kadar kaldı, kısa bir süre sonra da enflasyon karşısında buhar oldu. Öyle bir asgari ücret gördük ki bu yıl, belirlendikten iki ay sonra açlık sınırının altında kaldı. “Herkes asgari ücret almıyor ki” dediğinizi duyar gibiyim. Ancak ortalama ücretler de gittikçe asgari ücrete yakınlaştırıldı, 2012’de ortalama ücret asgari ücretin 2,3 katı iken 2022’de 1,6 katına geriledi, “ortalama olan asgari” oldu. (DİSK-AR Asgari Ücret Araştırması 2025) Gel gör ki sermaye için bunlar da yeterli gelmedi, bazı patronlar “Dolar 60 lira olursa rahat nefes alırız” bazıları “Sosyal yardımlar asgari ücretle çalışanlara verilsin”, çoğu “Kadınlar da esnek bir şekilde hem çocuğa baksın hem bana çalışsın” dedi. Bazı patronlar zam isteyen işçilerine “batarız” dedi, bazısı gerekçesiz işten çıkartmalara, istifaya zorlamalara başladı.

Bu süreçte işsizlik tehdidi işçi ve emekçi kadınlar üzerinde, her an serbest bırakılmaya hazır bir giyotin gibi kullanıldı. Kendisine yatlar, yalılar alan İş Gıda patronu gibi birçok patron konkordato ilan etti, onun faturasını da üç kuruşa saatlerce emek sarf eden işçi ve emekçi kadınlara kesti. Güvenceli görülen fabrikalarda toplu işten atmalar başladı, 2025’in ilk çeyreğinde sanayide kadın istihdamında 81 binlik bir kayıp yaşandı. Birçok kadın işçi sendikalaşmak, yaşanılabilir bir ücret isterken ya da “Aman bir işe bulaşmayayım. Düşük ücrete, ustabaşının küfürlerine, günde 16 saat çalışmaya biraz katlanayım, eninde sonunda rahatlarız herhalde” derken gerekçe gösterilmeden işten atıldı. Devlet ise olanları izledi, “işleri patronların lehine nasıl kolaylaştırabilirim” diye düşünürken, -Başpınar’da da gördüğümüz gibi- müftüsünü, valisini, polisini yaşadığı sefalete karşı mücadele etmeye karar veren kadınların üzerine sürdü.

Tüm bu politikalar ve daha fazlası sermaye sınıfı rahat nefes alsın diye yapıldı ama çocuğunun beslenmesini, evinin kirasını, şiddetten nasıl kaçacağını, rahat bir emekliliği, emeğinin karşılığını düşünen kadının alabileceği bir rahat nefesi düşünen kimse olmadı. Yani bu süreçte yoksulluğun, güvencesizliğin, açlığın hüküm sürdüğü bir düzenin inşası hızlandı.

“Bu böyle gitmez” sesleri gürleşiyor

İşçi ve emekçi kadınların üzerindeki ekonomik yük ve sömürü artırılırken bu sömürüyle elde edilen zenginliği elinde biriktirenlerin iktidarı, gücünü pekiştirmek için elinden geleni arkasına koymadı. İmamoğlu’nun tutuklanması, İBB’ye dönük operasyonlar biriken zenginlik üzerindeki kontrolü kaybetmemenin derdinde olan iktidarın attığı çarpıcı adımlardan oldu. Bu süreçte AKP iktidarının politikalarından yılmış olan, başta kadınlar olmak üzere, işçi ve emekçiler biriktirdikleri öfkeyi boşalttı. Aylardır devam eden grevler, direnişler, öğrenci ve kadın eylemlerinin biriktirdikleri 19 Mart sürecinde demokrasi, insanca yaşam, eşitlik gibi taleplerle alanlara taştı. Ancak iktidar her alanda gücünü sağlamlaştıracak adımlar atmayı sürdürdü, İstanbul’dan sonra İzmir’de CHP’ye yönelik operasyonlar düzenledi. Demokrasi için sokağa çıkan binlerce genç polis şiddetiyle ve işkencesiyle karşılaştı, gözaltılarda yaşanan cinsel saldırı ve taciz haberleri hepimizin kulağına ulaştı. Bir karikatür dahi, iktidarın şiddetle kendisini güçlendirme çabalarının parçası oldu; 19 Mart sürecinde kadın yurtlarını “basarak” toplu taciz gerçekleştiren cihatçı bir çete, işçi ve emekçilerin demokrasi, insanca yaşam, eşitlik gibi taleplerine kapatılan Taksim Meydanı’nda devletin izniyle gövde gösterisi yaptı. Aynı gün Ankara’da Özel Öğretmenler Sendikasından öğretmenler yerlerde sürüklene sürüklene gözaltına alınıyordu.

Karanlık bir tabloyla karşı karşıyız ve bu tabloyu hemen hemen her birimiz görüyoruz. Cumhurbaşkanının sözleri bu tabloyla birlikte gerçek anlamını kazanıyor. Tek adamın yönetimi sağlamlaştıkça işçi ve emekçi kadınlara şiddet, yoksulluk, yoksunluk, güvencesizlik ve en nihayetinde kara toprak dışında bir şey vadetmeyen bir sistemin inşası hızlanıyor. Bir yandan da “Bu böyle gitmez” sesleri gürleşiyor. Ama henüz bu sesler, ortak bir eyleme dönüşebilmiş değil.

Kadınların yaşam kumarı

İşçi ve emekçi kadınlar, bahsettiğimiz tüm karanlık tablo içinde hayatını idame ettirebilmek için türlü Ali Cengiz oyunlarına başvuruyor. İş yerindeki ücret düşünce evlere gündeliğe gitme, fazla mesaiye kalma, kredi çekme, kredi ya da kredi kartı borcunu başka bir krediyle kapatma, Tiktok yayınından para kazanmaya çalışma, örgütlenmekten ve ses çıkartmaktan uzak durma... Kadınlar iş yerlerinde, fabrikalarda geçmişte güzellik ürünleri içeren kataloglarla bölüm bölüm gezerken şimdi “doğal ilaçlar ve alternatif tıp” gözde hale geliyor. Başı, boynu, dizi ağrıyan yine kendi iş arkadaşları tarafından hazırlanan bu “kocakarı” ilaçlarını satın alıyor; bazıları internetten, oradan buradan topladığı tariflerle evdeki vaktini de bu ilaçları yapmaya ayırıyor ve bunları satarak ek gelir getiriyor.

Çalışma koşulları ağırlaştıkça ve ücretler düştükçe kadınlar daha fazla içine kapanıyor, var olan sınırlı boş vakitlerini bu hayatta kalma taktiklerini uygulayarak geçirmeyi tercih ediyor. Sosyalleşmek, yanındakini tanımak ve onu anlamak, yaşadıkları sorunlara karşı kafa kafaya verip çözüm bulmak için kullanabileceği alanlardan da uzaklaşıyor. Buralardan uzaklaştıkça da tüm işçi ve emekçi kadınların yaşadıkları sorunlar, sadece ve sadece kendi sorunları oluyor, “Buna karşı ben böyle bir çözüm bulduysam yanımdaki de bulsun o zaman” diyerek kendi sınıfına ve nihayetinde kendisine de sırtını dönüyor. Aslında kadınlar, sermayenin kendilerine dayattığı orman kanunlarını, bu kanuna uyumlu bir biçimde aşmaya çalışıyor. Bu kanunlara uygun yollar bulurken patronlar bu yolları da kendisi için zenginleşmenin bir aracı haline getiriyor. Ne de olsa tüm hayatını çalışmak üzere yaşayan kadınların varlığı, hem düşük ücret vermenin hem insanlık dışı çalışma koşullarının patronlarca daha rahat bir şekilde uygulanmasını da sağlıyor. Kadınların mesaileri bittikten sonra evlerine aldıkları parça başı işler de düşük ücrete ve güvencesizliğe boyun eğen kadınların varlığını kendileri için kâra dönüştüren başka patronları zenginleştiriyor. Kadınlar bir nevi hiçbir zaman kazanamayacakları bir kumar oyunu oynuyorlar ancak her zaman kazananın oyunun kasası olduğu gerçeğini unutuyorlar.

Elbette kimseye “Sen gündeliğe gitme, ek iş yapma, şu el yapımı kremi satma” deme gibi bir haddimiz yok. Ancak kadınların günü kurtarmak için giriştikleri oyunlar, tüm hayatlarını kontrol eder düzeye geldiğinde, kendilerine zor gelen o “güven, birleşme, mücadele” üçgeninden onları uzaklaştırdığında, her gece kafalarını yastığa koyduklarında dahi çalışmayı düşünür hale geldiklerinde sömürü sisteminin yarattığı dipsiz kuyunun daha da derinlerine düşüyorlar.

Sonucunda da işçi ve emekçi kadınlar yalnızca kişi kişi değil, topyekun bir şekilde kendi kuyruğunu yutan bir yılana dönüşüyor. Bu yılan, mitolojideki anlamıyla sürekli bir yıkım ve yaratımı değil, sadece sonsuz bir çaresizlik döngüsünü ifade ediyor işçi ve emekçi kadınlar açısından. “Bu böyle gitmez” derken dişlerini ayırmıyor kuyruklarından kadınlar.

“Eee anlattın anlattın, içimizi kararttın” diyor olabilirsiniz. “Başka bir seçeneğimiz yok hayatta kalmak için elimizden geleni yapıyoruz” da diyor olabilirsiniz. Biz de orman kanunlarının, Ali Cengiz oyunlarının, türlü türlü katakullilerin dışında başka bir seçenek daha var diyoruz. Ancak o seçeneği görmezden gelmeye bir yandan patronların egemenliği tarafından itiliyoruz, bir yandan da bunu görmezden gelmeyi seçiyoruz. Bu gerçekleştikçe kuyruğumuza daha sıkı kenetleniyoruz.

Dişlerimizi kuyruğumuzdan çekebilmek için “Bu böyle gitmez”den sonra sormamız gereken ilk şey ise, “Nasıl gitmeli o halde” sorusu oluyor. Bunun cevabı yine işçi ve emekçi kadınların istekleri, hayalleri, ihtiyaçlarından geçiyor.

Nasıl ilerlemeliyiz?

Çocuğunuzun daha iyi bir geleceğe sahip olmasını, ödemelerinizi dert etmemeyi, gerçek bir tatil yapmayı, seçim iradenizin gasbedilmediği, şiddetsiz, barış içinde bir hayat sürmeyi hayal ediyor olabilirsiniz. Bunu iş yerinizde, mahallenizde, okulunuzda yanınızda oturan, çalışan kadının da istediğini bilmek gerekiyor. Kamu Çerçeve Protokolü kapsamında, dalga geçer gibi verilen zam teklifine karşı iş bırakan kamu işçisi kadınlar bunu biliyor. Kayseri’de Erciyes Üniversitesi Hastanesinde çalışan sağlık işçisi kadının şu sözlerini hatırlayalım: “Evine ekmek götüremeyenler var, çocuğunun okul masraflarını karşılayamayanlar var. Ben sadece kendim için değil, tüm arkadaşlarım için konuşuyorum.” İzmir Büyükşehir Belediyesinde greve çıkan on binlerce işçinin arasındaki kadrolu işçilerin aynı işi yaptıkları iş arkadaşlarının ücretlerinin yükselmesi ve kendileriyle eşit ücret alması talebini hatırlayalım. İzmir’de bir hastanede çalışan sağlık işçisi kadınların İŞKUR üzerinden gelen işçi kadınları gördüklerinde yaşadıkları emek sömürüsüne karşı birleşmeye karar verdiklerini hatırlayalım. Bunlar ve bunun gibi örnekler Ekmek ve Gül’ün sayfalarında aylarca yer aldı, almaya da devam edecek.

Tüm bu örnekler ve daha fazlası, oyunların artık patronların lehine işlediğini anladıktan sonra kendi oyununu kurmak için bir araya gelen kadınların hikayeleri. Bu kadınların her biri az önce bahsettiğimiz oyunları deneyen, hayatta kalmak için denemeyi hâlâ sürdüren kadınlar olabilir. Ama temelde bir fark var. Bu kadınlar birbirlerini tanımaya çalışan, dertlerini ortaklaştıran, her koyunun kendi bacağından asılmadığını gören ve ortak çıkarları olduğu için birbirine güven duyan kadınlar. Yanındaki arkadaşı “Benim derdim kendime” dediğinde, kendisinin de bir dönem böyle düşündüğünü ancak bunu nasıl aştığını bilen ve arkadaşının da bu düşünceye ikna etmek için çaba sarf eden kadınlar.

Bugün Ali Cengiz oyunlarına bel bağlamaktan ziyade gözümüzü dönmemiz gereken yer burası olmalı. Madem ortak isteklerimiz ve hayallerimiz var; bunlar için bir araya gelerek dişlerimizi kuyruğumuzdan kurtaralım. Ve daha da önemlisi, sivrilttiğimiz dişleri, bizleri kendi kuyruğumuzu ısırmak zorunda bırakanlara çevirelim. Bu düzene olan mahkumiyetimizi sona erdirmek ancak ve ancak kurduğumuz birlikteliklerin kendi patronlarımızın yanı sıra onları koruyup kollayanlara, onların egemen olduğu sisteme karşıda diş göstermekten geçiyor. 

Fotoğraf: Ekmek ve Gül