Ordu’da evinin önünde bıçaklanarak öldürülen Ceren Özdemir’in, cadde boyunca takip edildiğini anladığını gösteren, tedirginlikle katile bakan o bir saniyelik görüntüsü hepimizin içindeki narı dürttü. Döküldü taneler... Hep böyle olur... Kaybettiğimiz her kız kardeşimizin yaşadıkları, bizim yaşadıklarımızı, yaşamak zorunda bırakıldıklarımızı, yaşama ihtimalimiz olanları anımsatır.
Hepimiz biliyoruz o bir saniyelik bakışa sığışıverenin ne olduğunu. Bu ülkede kadınların ortak deneyimlerinin sebeplerinin ne olduğunu. Katili münferitleştirmeye çalışanların, adını sosyal medya etiketlerinde gördüğümüz ve adımızın ne zaman o listeye gireceğini düşündüğümüz diğer kadınların da katillerinin koruyucuları, kollayıcıları olduğunu…
Hepimiz biliyoruz ne olup bittiğini... Hepimiz biliyoruz ne yapmamız gerektiğini...
Ceren’i kaybettiğimiz gün Şule Çet davasından çıkan sonuç, apaçık koyuyordu ortaya bunu.
Şule Çet, okumak için çalışmak zorunda olan yüzbinlerce genç kadından biriydi. İsmini, bir plazadan aşağı atıldığında öğrendi milyonlar. Önce “intihar” dendi, sonra suçlandı. Hayatı değersizleştirilen ve bir bıçağın, bir silahın, bir satırın, bir kezzap şişesinin ucunda canından edilen milyonlarca kadın gibi... Medya olup biten henüz aydınlatılmamışken kesti cezayı Şule’ye. Arkadaşları cinayeti işleyenlerin gücüne, parasına, etkisine, yetkili kişilerle ilişkisine meydan okuyarak “İntihar değil, cinayet” dedi. Bu sözü ilk kez ODTÜ’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Topluluğunda “bir meselemiz var, toplanalım” dediklerinde dillendirdiler. Sonra azmettiler, “bir meselemiz var” diyenleri milyonlara çıkardılar. Yüzlercemiz aktı her duruşmaya. Tüm karalamalara, yaftalamalara, örtbas etme çabalarına karşı bir avuç genç kadının iradesinden ve öfkesinden milyonların dirayetine dönüştürülen bir mücadele oldu Şule Çet davası. Kadınların adalet arayışının sembolü oldu.
Hep böyle olur... Yeter ki “bir meselemiz var” deyip buluşalım, korkmayalım, susmayalım...
Kapağımızdaki resim, Şule Çet, Ayşe Tuba Arslan, Emine Bulut, Güleda Cankel, Nadira Kadirova, Rabia Naz, Feray Şahin, Ceren Damar, Ceren Özdemir ve binlerce kadın için... Kendimiz için, birlikte güldüğümüz, dertleştiğimiz kadınlar için... Adını hiç bilmesek de, göz göze bakmasak da bizimkine benzer dertlerle uğraştığını bildiğimiz tüm kadınlar için...
Bir kadının itildiği boşluğun, yalnızlığın, korkunun ancak biz varsak, bir aradaysak, elimizi taşın altına koyuyor, birbirimizi koruyacak bağların ucundan tutuyorsak ortadan kalkacağını anlatıyor bize. Bir kadın daha eksilmesin diye yapacağımız o en basit şeyi; birbirimize sahip çıkmamız, birbirimizi düşmeden yakalamamız, ayakta kalmasını sağlamamız gerektiğini.
Dergimizin sayfaları yalnızca ayakta kalmak için değil ayağa kalkmak için yeteri kadar gerekçemiz olduğunu ortaya koyuyor. Şiddetin binbir çeşidiyle baş etmeye çalışan kadınların dayanışmayla nasıl güçlendiğini gösteren çok sayıda kadın hikayesi var bu sayımızda: Adana’dan Meryem ve G.D, İkitelli’den Seval, Esenyalı’dan Jale, Ankara’dan Cennet... Gülsuyu’ndan kadınlar... Eskişehir’den Heval ve Neriman’ın anlattıkları...
Bölgede kayyumların ilk olarak hedef aldığı kadın kurumlarının yokluğunda şiddetin ve yoksulluğun nasıl arttığını anlatan Diyarbakır ve Van’dan yazılarımız, kadınların arasındaki dayanışma bağlarını kopararak hükmetmeye çalışmanın ne demek olduğunu, kadınların direniş hafızasının bunun karşısında nasıl durduğunu, yeni bağlar kurduğunu gösteriyor.
Ne güzel ki kadınların birbirini koruduğu bağları kurmanın bir aracı Ekmek ve Gül... Geçen sayıda tıbbi sekreterlerin halini ahvalini ortaya koyan yazımızı okuyan çok sayıda kadının “dahası var” diyerek yazıyı devam ettirmesi bir örnek.
Şiddeti derinleştiren en önemli sorunlarımızdan birinin de kadınların güçsüzleştirilmesi, güvencesizleştirilmesi olduğunu, bizim emeğimizle oluşturulan bütçeden hayati sorunlarımızın çözümü için bir gıdım pay ayrılmamasının da bunda çok önemli bir etken olduğunu biliyoruz. Kadın işçilerin asgari ücret konusundaki tartışmaları, vergi yükünün açtığı delikleri yamamaya çalışmanın zorlukları, eğitimden sağlığa, faturalardan en temel günlük ihtiyaçlara uzanan hatta sürekli bizim sırtımıza bindirilen yüklerin yansımaları bu sayımızda önemli bir yer tutuyor. Bu tartışmayı devam ettireceğiz, katkılarınızı bekliyoruz.
Kadınların bedenlerini kısıtlayan, hareket alanlarını daraltanlara inat bizi koşmaya çağıran yazımızla, Melisa Kesmez’in öykülerindeki kadınların “biz” olup nasıl konuştuğunu anlatan tanıtımımızla, Parazit filmine kadınların sınıfsallığından bir bakış atan değerlendirmemizle, bedenimizin bize verdiği mesajları okumak için bir kılavuz niteliği taşıyan sağlık sayfamızla, farklı ülkelerdeki kızkardeşlerimizin mücadelesinden örnekler aktaran Sınırların Ötesi bölümümüzle, İzmir’den el emeğimizi kıymetlendiren deneyim aktarımıyla renkli bir sayı elinizdeki... 2019’un son sayısı bu. Önümüzdeki günlerde www.ekmekvegul.net sitemizde geçirdiğimiz yılı değerlendirecek, 2020’den beklentilerimizi paylaşacağız.
Umudu büyüttüğümüz, bağlarımızı sıklaştırdığımız, bir kadın daha yalnızlığa, çaresizliğe, umutsuzluğa düşmesin diye, canından olmasın, canı yanmasın diye bir ucundan tuttuğumuz dayanışmamızın daha da güçlendiği bir 2020 diliyoruz...
Ekmek ve Gül Dergisi aralık sayısının tüm yazılarını okumak için TIKLAYIN
İlgili haberler
54’ümde kazandığım hayatımı şimdi nakış gibi işliy...
‘Yaşadıklarımızı çocuklarımız yaşamasın’ diye verilen kararlar, bizi daha beter bir yaşama mahkûm bı...
‘Kadınlar! Hayatta kalanlar ve sesi duyulmayanlar...
Kadınlar her ne kadar farklı coğrafyalarda olsalar da talepler aynıydı: Şiddetin son bulduğu eşit ve...
Size değil, birbirimize güveniyoruz!
Kadınların buluşmalarından yansıyanlar, bu yan yana gelişlerin önemini ortaya koyarken bu birlikteli...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.