Hayatımızı çalanlara hakkımız helal değil!
Değil 1 yıl, verecek bir saniyemiz dahi yok! Bize bu hayatı reva görenlerin hiçbirine hakkımız helal değil, haklarımızı, hayatlarımızı bizden çalanlara soracak hesabımız var.

6 Şubat’ta 10 ili birden yerle bir eden deprem hepimizin gündemini ve hayatı sorgulayışını bir anda değiştirdi. Depremin hemen akabinde oluşan kaos, devletin günlerce bölgeye bir gram yardım ulaştırmaması, organize olamaması, binlerce insanın enkaz altında kalıp kurtarılmayı beklemesi, devlet yetkililerinin bölgeye gidip vatandaşına karşı sorumluluklarını yerine getirmektense televizyonlara çıkıp “kader” telkinlerinde bulunmasının hiçbir karşılığı ve doğruluğu olmadığını hâlâ bugün dahi görmeye devam ediyoruz.

Depremin 2. günü ulaştığımız İskenderun’da gördük ki yaralılara, depremzedelere, enkaz altında kalanlara ilk 3-4 gün hiç ama hiçbir el uzanmadı. Bölgeye ulaştığımız günün sabahında ilkyardım tırı gelmiş, insanlar 3 gün boyunca ne yemiş ne içmiş nasıl 3 koca günü geçirmiş meçhul! Adeta bombardımana uğramış bir savaş kentine dönen şehirde insanlar kaldırımlarda, enkaz olmuş evlerinin önünde hayata bir gün daha tutunmaya çalışıyordu. Kadınlar kucaklarında bebekleri ya da elleriyle sarıp sarmaladıkları çocuklarını bir an olsun bırakmıyor, yaşadığı deprem korkusunu yer yer bir kenara bırakıp o gün karnını nasıl doyurur, tuvaleti nasıl bulur, çocuklarını nasıl uyutur derdine düşmüş durumdaydı. İlk hafta bittiğinde makine değmemiş enkazların altından gelen imdat çığlıkları, dışarıda yardım bekleyenlerin feryatları resmen şehrin ağıdı haline gelmişti. Yine kadınlar için daha fazla güvenlik kaygısı baş göstermişti. Peki tüm bu kaos yaşanırken, bunca insan battaniyelere sarılı bir şekilde toprağa konulurken, geride kalanlar bir yudum su, bir konserve için o savaş geçirmiş gibi olan şehrin psikolojisiyle saatlerce beklerken devlet yetkilileri ne yapıyordu ve bu “kılını kıpırdatmama hali” bölgede nasıl görülüyordu? Onu da anlatalım ki bugünkü hafızamız, yarınki mücadelemiz ve bir sonraki adımımız için tarihe kalsın.

HİÇ UNUTULMAMASI GEREKEN BİR HAYKIRIŞ: NEREDE BU DEVLET?

“Bu asrın felaketi” diyen ancak bu toprakların üzerine gelen en büyük felaketin kendileri olduğu gerçeğini gizlemeye çalışan yetkililer, günlerce oradaki insanları aç ve susuz bıraktı, başlarını sokacak çadırları günlerce göndermedi -ki hâlâ çoğu yerde çadır sorunu devam etmekte- sağlık ihtiyaçlarına dair aksiyon almadı, enkazlara yapılması gereken profesyonel müdahaleleri organize etmedi, “Nerede bu devlet?” diye soranlara hemen ekranlardan sopasını gösterdi, OHAL ilan etti, insanların battaniyelerle, perdeler ve çarşafların içinde sırayla yan yana gömülmesini görmedi. Bu bir yetememe ya da yönetememe değil, tam da böyle yönetmek istemenin bir sonucu olarak gözler önüne serildi bir kez daha.

Peki ya dişini tırnağına takıp evinden birkaç parça malzeme toplayan halk ne yaptı? Onu da söyleyelim, çünkü esas bizim yolumuzun çizgisi de burada başlıyor. Halk topladığı ne varsa ilk elden deprem bölgelerine ulaştırmak için yetkililer ne kadar seferber olmadıysa onun tam aksine o kadar seferber oldu. Evindeki sobasını söktü gönderdi, köylerde traktörlerle kapı kapı gezip erzak topladı, işyerlerinde fabrikalarda dayanışma için para toplayıp hızlıca malzemeler temin etmeye çalıştı, mahallelerde komşular koli koli yardımları gece gündüz demeden tırlara yükledi, mesai saati içinde ustabaşından azar yemeyi görmezden gelip her fırsatta telefonuyla uğraşıp, üç beş kişiye daha ulaşıp, bir tane daha fazlasını koymaya çalıştı paketlere. İnşaatlardan, madenlerden, fabrikalarından çıktı ve enkaz altında ya da enkaz önünde kurtarılmayı bekleyen bir yurttaşa can olabilmek için uykusuz, aç can hıraş çalıştı. İşte tam burada gördüğümüz şey dayanışmanın ta kendisi. Tam da “her koyun kendi bacağından” diyenlere tokat gibi cevap verdi bu halk. Kadınlar çantalarındaki pedleri götürdü kız kardeşlerine, bebeklerini emzirdi, çocuklarını uyuttu.

Ve bu kaosun içinde böylesi bir dayanışma sergilenirken Cumhurbaşkanı Erdoğan orada yaşananlara, gerçekleri konuşanlara “namussuz, haysiyetsiz, ahlaksız” dedi, hakaretler savurdu.

MÜCADELEYİ ÖRGÜTLEYEN KIZ KARDEŞLİK KÖPRÜSÜ

Bizler ve bölgeye giden herkes gördü ki orada insanlar o enkazların altında ölüme terk edildi. Ama aynı şekilde bizleri yeniden ve yeniden ayağa kaldıran şey ise dayanışmamız oldu. 6 Şubat’tan bugüne çok zaman geçmedi ama çok büyük bir dayanışma örgütlendi ve örgütlenmeye devam ediyor. Ekmek ve Gül’ün “Kız Kardeşlik Köprüsüyle Hayatı Yeniden Kuruyoruz” kampanyası bugün neredeyse her mahallede her sokakta bir kadının sorumluluk aldığı bir iş haline gelmiş, kız kardeşine destek olmak isteyen kadınları bir araya getirmiş ve kadın kadının yurdudur sözünün altına bir kez daha imza attırmış durumda. Bu köprü yalnızca kadınların birbirine yardım kolileri topladığı bir köprü değil, bu köprü kadınların arasındaki mücadeleyi örgütleyen, yan yanalığın zorunluluğunu bir kez daha gösteren önemli bir dayanak. Dayanışmanın önemini ve bununla hayata tutunmanın biz kadınların hayatında ne kadar önemli bir yer tuttuğunu gösteriyor kız kardeşlik köprüsü. Bu köprü Türkiye ve dünyadan tüm kadınların birer tuğla koyduğu, betonunu kardığı, sıvasını yaptığı bir köprü. AKP’nin rant hırsı için yaptığı ve yaptırdığı köprülere hiç ama hiç benzemiyor. Mücadele ve dayanışma ile kurulduğu için de yıkılması asla mümkün değil, aksine gün geçtikçe daha da büyüyor. Çünkü kadınlar mücadele ediyor, örgütleniyor, öğretiyor ve öğreniyor. Dünden bugüne ilmek ilmek ördüğümüz bu köprü bugün de deprem bölgesindeki kız kardeşlerimize uzanıyor. Gelin hep birlikte bu köprüyü büyütelim, yan yanalığımızdan aldığımız güç ile bize kader diyenlerden hesabımızı soralım. Çünkü değil 1 yıl, verecek bir saniyemiz dahi yok! Bize bu hayatı reva görenlerin hiçbirine hakkımız helal değil, haklarımızı, hayatlarımızı bizden çalanlara soracak hesabımız var. Bunun için her gün yeniden ve yeniden öfkemizi hatırlıyor, mücadelemizi büyütüyoruz.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Antep’ten Van’a gelen depremzede kadınlar: Devlett...

Antep’ten Van’a ailesiyle beraber gelen Yasemin ve Nergis yaşadıklarını anlatıyor…

Bol sohbetli, güzel sofralara hasret ama dayanışma...

Çadırkentte kendine yeni bir yaşam kurma mücadelesi veriyor Serap. Küslüklerin bittiği, dayanışmanın...

Yeniden geleceğiz, yeniden kuracağız, yeniden kent...

Hani insan şehrin en güzel sitesinden milyonluk ev alınca güvenli olduğunu düşünür ya. Para hırsıyla...