6 Şubat gecesi sabaha doğru hissetmiş gibi uyku tutmadı, yatağa sığamadım. Uyumak için zorladım kendimi, salonda koltuğa geçerek uyumaya çalıştım. Saat 7.00 gibi oldukça huzursuz bir şekilde elim telefona gitti. Deprem haberi düşmüştü, uykusuzluğun verdiği dikkatsizlikle hafif sarsıntılardan olduğunu düşünerek hazırlanıp işe gitmek üzere çıktım. Çalıştığım firmanın sahipleri ve çalışanların çoğu Hataylı, içeride ustanın eşi ağlıyordu, usta Hatay’da deprem olduğunu ve eşinin ailesinin enkaz altında kaldığını ve bilgi alamadıklarını söyledi. Kadın ne yapacağını bilemiyor, sürekli birilerine ulaşmaya çalışıyordu. Bir süre sonra karı koca ve 1 buçuk yaşındaki çocukları ile Hatay’a gitmek üzere yola çıktılar. Meydana gelen felaketin boyutunu ilerleyen saatlerde anlayabildik. 1992 Erzincan depremini yaşadığım için o korkunun ve paniğin ne demek olduğunu çok iyi biliyordum.
İnsanlar yakınlarını kaybetmiş, kontrolsüzce çığlık çığlığa yardım istiyorlardı. Ailelerine ulaşmak için çırpınan insanların acılarını derinden hissediyor, resmen bedenime kramplar giriyordu. O gün ellerimizde telefonlar zaman zaman ağlamaklı olarak akşamı zor ettik. Aynı gün Esenyalı Kadın Dayanışma Derneğindeki arkadaşlarım dayanışma çağrısı yaparak, destek için harekete geçtiler. Çalıştığım için yanlarında olamadım, ailemi ve mahalledekileri arayarak harekete geçirdim. Toparlayabildiklerimizi derneğe ulaştırdık. Arkadaşların özverili dayanışması karşısında gurur duymamak mümkün değildi. Bir kez daha doğru yerde olduğumdan emin oldum. Havanın soğuk, karlı ve yağmurlu olduğunu duydukça sıcak yerde oturduğumuz için utanıyorduk. “Ben de gitmeliyim, mutlaka yapabileceğim bir şey vardır” diye düşünerek geçiriyordum günleri. Belediyenin başlattığı yardım çağrısını duydum ve soluğu orada aldım.
PATRONUN DAYANIŞMA İSTEĞİNE İŞTEN ATMA TEHDİDİ
Akşamları destek çalışmalarına katılsam da gün içinde işime adapte olamıyordum. Ailesi Maraş’ta olan bir arkadaşım aradı. “Benimle gelir misin?” sorusuna hiç düşünmeden gelirim dedim. O an “İşyerinden izin verirler mi, ailem ne der?” diye hiç düşünmedim. Çocuklarım, annem ve babama uygun bir dille gitmem gerektiğini anlatmaya çalıştım. Sıra işyerinden izin almaya gelmişti. Hataylı olmaları ve yakınlarını kaybetmeleri dolayısıyla felaketi daha derinden hissettiklerini düşünerek olumlu cevap vereceğinden emin bir şekilde patrondan izin istedim. İşinin önemli olduğunu söylediğinde karşımda duranın duyarsız, bencil, sadece kârının ve parasının önemli olduğunu düşünen biri olduğunu gördüm. Seslerimiz yükseldi, vazgeçmeyeceğimi anlayınca, “Git, ama bir daha bu nedenlerle izin istersen kendine iş ara” diye tehdit savurdu. 15 Şubat günü Gaziantep Havaalanından arkadaşımın bir akrabası bizi aldı. Antep merkezde her şey normal görünüyordu, Nurdağı’na doğru yola koyulduk. Güzergahta karşılaştığımız köylerde yıkılan, kayan evler arasında ah vahlarla ilçeye vardığımızda felaketin boyutunun ne derece korkunç olduğunu yakından görebiliyorduk.
O geceyi 7 kadın çadırkentte yan yana yatarak geçirdik. Battaniye ve yatak temin edilmişti. Günün sabahında yemek dağıtım noktasında herkes ayrı tabldot kahvaltı almıştı. Her birinde neredeyse bir tabak dolusu zeytin, peynir, yumurta ve çikolata vardı. Yarısını bile yiyemedik, zayi oldu. O an ülkedeki ekonomik krizden dolayı ekmek dahi almakta zorlanan aileleri düşünmeden edemedim. Çoğunluğu muhafazakâr kesim olan bölgede AFAD şovu izlenimini uyandırdı bende.
Ayrıca dikkatimi çeken başka bir şey de Suriyelilerin ötekileştirilmesi, onlardan bahsederken olumsuz söylemlerdi. Oysa depremden aynı şekilde etkilenmişlerdi. Aynı gün arkadaşımın akrabasıyla Maraş Hacıbebek köyüne gitmek üzere yola çıktık. Evleri yüksek tepede olan Fatma teyzenin ailesi ile karşılaştığımızda sanki çok eskiden tanışıyormuşuz gibi hissettirdiler. Tüm akrabalar bir araya toplanmıştı. Kendi imkanları ile tahtalar çakılarak kocaman bir çadır yapmışlardı. Dünya tatlısı iki genç anne adayı vardı. Üniversiteye hazırlanan iki de genç kadın vardı. Okumayı çok sevdiklerini, kitap ve fırsat buldukça okuduklarını söylüyorlardı. Gül; çocuğu yaşlısıyla herkesi organize ederek iş bölümü yaptırmayı çok iyi başarıyordu. Şunu anladım ki koşullar ne olursa olsun, herhangi bir yerde dokunarak iyileştirebileceğimiz kız kardeşlerimiz mutlaka var. Yeter ki bizler dayanışma zincirinin birer halkası olmayı isteyelim.
DEPREMZEDE GÜL’DEN MEKTUP VAR:
Ne yaptıysak kendi imkanlarımızla
Döndükten sonra Gül’den deprem anında yaşadıklarını, sonraki süreçte duygu ve düşüncelerini aktaran bir mektup yazmasını da rica ettim. Beni kırmadı, mektubunu olduğu gibi aktarıyorum:
“Merhaba; 05 Şubat’ı 06 Şubat’a bağlayan o gece hiçbir şey olmadan, her insan gibi sabaha plan kurarak uyumuştuk. Saat 04.17’de büyük bir gürültü ile sallantı olmaya başladı. Ben ise kendimi rüyada hissediyordum. Kardeşimin eşi; “Abla uyan deprem oluyor” demişti. Koşarak evden çıktık ve dışarıda gaz patlamaları başladı, yeniden yer sallanmaya başladı. Patlamaların olduğu yerde alevler gökyüzüne yükseliyordu. Hepimiz araçların içine geçtik. Yağmur yağıyor, sesler durmuyor, kıyamet sahnesi gibi. Su yoktu, üzerimiz ıslak, çocuklar üşüyor. Girmemem gerektiği halde eve girdim ve battaniye, giyecek, mont ne bulduysam alıp çıktım. Karanlık hiç bitmedi, sabah zor oldu, hava aydınlandı. Açlık var, uykusuzluk artmıştı artık. Kadın olarak çok çaresiz kaldık, tuvalet ihtiyaçlarımız vardı, özel gününde olanlar vardı, hamile kadınlar vardı. Çaresizlik ve korku hiç gitmiyordu. Bebekler acıkmıştı, yardımlar iki gün sonra gelmeye başladı. 2 günlük süreçte kendi imkanlarımızla çadır yaptık. Evden çay ve kahvaltı alarak onlarla idare ettik ve afetin 9. gününde çok sevdiğim bir ablam ve arkadaşları geldi. Onların gelmesi bizi o kadar mutlu etmişti ki, hiç tarifi yok. Bizimle iç içe çadırda yattılar ve yemek yediler, bize yardım ettiler. Bebeklerimize sevgi ve ilgiyle baktılar. Yaşadıklarımızı anlatamıyorum ve unutamıyorum. En kötüsü de başkalarından yardım almaktı. Hayat bazen varla yok arasında, Allah bir daha bu ülkeye böyle bir şey yaşatmasın. Selam ve sevgilerimle.”
Fotoğraf:
İlgili haberler
Yeniden geleceğiz, yeniden kuracağız, yeniden kent...
Hani insan şehrin en güzel sitesinden milyonluk ev alınca güvenli olduğunu düşünür ya. Para hırsıyla...
Yaşayan anlatıyor: Kendi ellerimizle kazdık enkazı...
Eşim böbrek hastası olduğu için biz Ankara’ya geldik. Kim kendi memleketini bırakıp gitmek ister? De...
Bol sohbetli, güzel sofralara hasret ama dayanışma...
Çadırkentte kendine yeni bir yaşam kurma mücadelesi veriyor Serap. Küslüklerin bittiği, dayanışmanın...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.